‘Kin ve nefret kalbi, taassup ise aklı kör eder’ sözü
bugünkü Türkiye’yi çok güzel şekilde tasvir ediyor. Sevmediğini fişleyen, beğenmediğini dişleyen, yalan ve
iftira sosuyla süsleyip, sığ bir anlayışsızlıkla sergileyen çaresiz ve garip
bir hâl…
Yani basit, sığ ve değerlerden yoksun kasaba siyaseti…
Eski Türkiye’nin, ambalajlanarak, ‘Yeni Türkiye’ye dönüşmüş
versiyonu.
Silahlı anlayıştan, külhanî anlayışa, sivil diktaya tedenni
etmenin somut fotoğrafı…
Elinde çekiç olanın, her şeyi çivi görme hastalığı…
Zoraki ve el
yordamıyla, alelacele yapılan mıntıka temizliği…
Geçmişteki olayları çabuk unutsak da, canımızı yakan bazı
trajedileri hiç unutmayız, unutmamalıyız.
Tıpkı bugün inananlara reva görülen zulümler gibi…
Cuntacı askerler de böyle yapmıyor muydu?
1980’lerde ‘komünizm geliyor’ diyerek, 5 binden fazla vatan
evladını, 1990’larda ‘Kürt-Türk çatışmasını tetikleyerek, ‘ülke bölünüyor’
safsatasıyla, Güneydoğu’da 17 bini fail-i meçhul olmak üzere, Trakya’dan Kars’a, Sinop’tan Hatay’a kadar 40
bin insanımızın canına kıydılar.
28 Şubat’ta ‘‘irtica geliyor” diyerek, binlerce
Anadolu insanının canı yakılmadı mı?
Peki, ne oldu?
Ne komünizm geldi, ne ülke bölündü, ne de irtica hortladı.
Ama siyaset her defasında silahların gölgesinde,
postalların esaretinde kaldı. Ülke kışlaya çevrildi.
Sonra da mıntıka temizliği yapıldı. Komünist, bölücü ve
mürteci avına çıkıldı.
Söylemler, bu fobi üzerine bina edilerek, eylemler
meşrulaştırıldı.
Sonra?
Sonra da, her türlü özgürlüğün ruhuna Fatihalar
okundu, insan hakları paspas edildi, yasalar askıya alındı, adalet yerle bir
edilerek, tüm bu hukuksuzluklar, ‘demokrasiye giden yol’ olarak yutturuldu
bizlere…
Peki, ‘külhanî siyaset’ şimdi ne yapıyor?
İrticacı hükümet diye nitelendiren AKP iktidarı bugün,
hukuku ayaklar altına alan bir pişkinlikle karşımızda.
Vesayet sistemini sivilleştirdi.
Geçmişte komünist, bölücü, mürteci ilan edilerek,
damgalanan kitlelerin bugünkü ismi, “Fetö”.
Milyonlarca insan sadece şeytanlaştırılmıyor, tam anlamıyla soykırıma maruz bırakılıyor.
HALİME ÖĞRETMEN’İ ÖLDÜREN DEVLET!
Bugün ateş düştüğü yeri yakıyor, sadece yakınındakilerin canını acıtıyor.
Mersin’de yapılan ev baskınıyla gözaltına alınan hanım
öğrencisi kızlar arasında yer alan İngilizce öğretmeni Halime Gülsu, cezaevinde
hayatını kaybetti.
Koğuş arkadaşları içeride yasta, Muhacir abi ve sevenleri
ise dışarda gözyaşları içerisinde.
Halime’nin cenazesinin çıktığı koğuşlarda zulüm çeken 17
bin kadın 706 bebeğin ıstırap çektiği zindanlardaki fırtınalar, feryatlar arşa
dayandı.
Kucağındaki bebeği ve iki üç kişiyle paylaştığı ranzasına
büzülüp oturan anneler…
Ağlayan bebeğini kimseyi rahatsız etmesin diye neyle ve
nasıl susturacağını bilemeyen, her ağlamada panikleyen annelerin dramını kör
gözler ve sağırlar duymuyor.
İçte ve dışta acı acı üstüne…
Bir gün arayla, komşu Yunanistan’dan bir başka çığlık…
DİYAR-I GURBET’TE ÜÇ YETİM BİR BABA !
Garip ellerde 3 masum yetim.
Zorlu yollar aşılmıştı, ama zalimlerin zulmüne yufka anne
yüreği dayanamadı.
Dayanılacak gibi de değildi…
Dünyayı ağlatan bu zorlu yolculuğun videosunda; “Herhalde
beş altı saattir yürüyoruz. Çamur, su… Rabbim yardımcısı olsun gelmek
isteyenlerin” diyor, Meriç’in girdabına kapılmadan geçen Esma Hanım…
Sırtında yetim bıraktığı bebeğiyle, Anayurdundan
koparılarak, bir eşkıya gibi yollara mahkûm edilen, dikenli, çamurlu ve
yağmurlu yollara düşmüştü…
Önce KHK ile işinden ihraç edildi, Esma Anne!
Sonra gözaltına alındı ve tutuklandı…
3 ay hapis yattıktan sonra, denetimli serbestlikle tahliye
oldu.
Polisler, Uludağ ailesinin evine defalarca baskın yapmıştı.
Bu sıkıntılı günleri eşiyle ve kendisi aylarca ayrı
yaşayarak atlatmaya çalıştı.
Fakat baskı ve yıldırmalar, her geçen gün artınca önce eşi
Türkiye’den yasa dışı yollarla ayrılmak ve Almanya’ya sığınmak zorunda kaldı.
Sonra da Anne Esma
ve 3 yavru, Yunanistan’a doğru yola revan oldular.
Ve söz tükendi, dil lal oldu, sabır bitti, güç takat
kalmadı…
Atina sokaklarında hem öksüz hem yetim kaldı 3 yavru.
Esma annenin yüreği dayanamadı, bunca zorbalıklara…
Cehenneme dönmüş ülkende kalsanız zindanda ölüme mahkûm…
Tıpkı, Halime Gülsu, Gökhan Açıkkol, Yargıçlar Teoman Gökçe
ve Mustafa Erdoğan, Doç. Dr. Ahmet Turan Özcerit, Polis Memuru Kadir İyice, İşadamı Ünal Takmaklı, Cumhuriyet Savcısı Seyfettin Yiğit, Kurmay Albay İrfan Kızılaslan, Başhekim Yardımcısı Ali Özer, mühendis Burak Açıkalın, işadamı Ahmet Ok ve daha niceleri…
Parlamentosuna kilit vuran, başbakanını darağacına götüren,
Cumhurbaşkanını zehirleyerek katleden kirli bir siyaset anlayışının, 40 yıldan
bu yana yaslı ve gamlı bir kuşağın yetişmesine öncülük edenleri “terörist” bu
masum insanlara ise “örgüt” muamelesi
şaşırtıcı değil elbette.
Silip atamıyoruz, bu tiynetsiz siyaset yapma şeklini.
1990’larda Doğu, Güneydoğu’da vatandaşına insan dışkısı
yedirecek kadar alçalan ceberut bir anlayış…
Demokrasi, hukuk ve adalet ayaklar altına alınırsa, ülke
tanınmaz hale gelir.
Aşiretlerde bile bu derece bir keyfokrasi yoktur.
Bakanı “Mahkeme kararına gerek yok. Kapısını kırın,
gerekirse savcıyı da alın” diyebiliyorsa bu ülkede, Polis Müdürü Halime’lere en aşağılık
işkenceyi, cezaevi müdürü en insanlık dışı uygulamayı icra eder, insanlara acı çektirir, tüm bunlara ise; mülkiye amiri Vali de ya dilsiz şeytana veya sehpaya tekme atan cellata dönmez mi?
Bu kadar yanlıştan doğru elde edilmez Onun için her beraber , “düşün artık milletin
yakasından…” diye haykırmalıyız.
Kadere bak!
Dün Hitler’in ölümünün,73. yıldönümüydü.
30 Nisan 1945’te Adolf Hitler, sadece bir gün önce
evlendiği sevgilisi Eva Braun ile birlikte intihar etmişti.
Peki, Hitler’i neden tüm dünya lanetle hatırlıyor?
Çünkü…
Soykırım yaptı.
Toplama kampları oluşturdu…
Gaz odalarında insanları yok etti…
İşkenceler…
Baskılar ve SS’ler…
Ve tabi ki, biat
eden ve bağlı kitlelere yaptığı, zihinleri dumura uğratan konuşmalar ve sürüyle
kitleler…
Asıl acı ne biliyor musunuz?
Anne Esma ve Halime Öğretmen’e bu zalimliğin, Berat Kandili
arifesinde gerçekleşmesi ve buna karşı hipnotize olmuş yığınlar…
Kör, sağır ve dilsiz
kitlelerin sessizliği…
Masum ve mazlumların bu acılar karşısında Kandil’de ise; muhtemelen; ” Bize bu zulmü reva görenlerin kandilleri sönsün” şeklinde olmuştur.
Bize de amin! demek düşüyor.
Son söz: zulme susan beraat alamaz..!
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au