Kararmış gönülleri aydınlatan, kirlenmiş uzuvları temizleyen, mü’minleri sevindirip şereflendiren mübârek Ramazân-ı Şerif ayını vedâya az kaldı. O şerefli misâfire sâhip çıkıp, feyiz ve bereketinden istifâde edip, hasret ve hicranla uğurlayanlar olduğu gibi, Ramazan-ı Şerif’den hiç haberi ve nasîbi olmayan, günah ve haram seylapları içinde ömrünü çürüten insanların sayısının da az olmadığı muhakkaktır.
Bu şerefli misâfirden haberi olmadığı halde, hakikatlere susamış öyle samimi, müsait insanlar vardır ki; bu şerefli misâfiri onlara anlatmak, sevdirmek de bize terettüp eden bir vazîfedir. Bizler birer itfaiye eri gayretiyle, ebedî saadetin kaynağı olan iman ve Kur’an’ın güzelliklerini, huzur kaynağı olduğunu tebliğ ve temsil yoluyla anlatabilsek; zannediyorum ki, binlerce kişi bu hakîkatlerden, Ramazan-ı Şerif’den ve orucun feyiz ve bereketinden, Kur’an-ı Mûciz’ül Beyan’dan istifâde edecekler ve saâdet-i dâreyni elde etmiş olacaklardır.
Günümüzde maalesef, kıymet ve değeri tam olarak kavranmasa da, muhtevâ derinliğini anlamaya çalışmakta olan ehl-i iman da var. Ne var ki, onu insanlara sevdirebilme gayreti içinde olan, bundan dolayı da bugüne kadar gece gündüz çile ve ızdırap çeken, şimdi ise hapishânelerde, çilehânelerde yada gurbette meşrû olan bütün haklarından, çoluk-çocuk ve anne-babalarından, hürriyetlerinden, inandıkları gibi yaşamaktan mahrum bırakılan, canlarına kıyılıp arkalarında gözleri yaşlı yetimler bırakan, binbir zahmetle oruçlarını tutup namazlarını edâ etmeye çalışan kadın-erkek gönül mimarı mü’minler ve mü’mineler, bu mübârek ayda Kur’an’dan azamî istifâde etmeye çalışmaktadırlar.
Karşı tarafın kabul etmesi, sunumun kaliteli ve samimi olmasına bağlıdır. Onun için, şu üç şeye önem verilmesi gerekiyor.
1) Yapılacak her işi Allah için yapmak ve Hz. İbrahim (aleyhisselam) gibi tam tevekkül ve teslimiyet içinde olmak,
2) Elde edilen bütün başarı ve güzellikleri hep Allah’tan bilmek,
3) Hiç bir zaman ümitsizliğe düşmeden, yapacağı işlerini, usul ve metota uygun ve kararlılık içinde yapmak.
Çünkü; “İnsanı da, yaptığı işlerini de yaratan Allah’dır.” (Saffet/96) Öyleyse mümin inandığı gibi yaşamalı ve inandığı dâvanın vecibelerine uygun hareket etmelidir. Zirâ Allah, sıfatlara göre muâmele eder.
Allah, neye değer veriyorsa ona değer vermek, Allah’a saygının ifâdesidir. Peki Rabbimiz neye değer veriyor? Elbette ki imana. Onun için bütün peygamberleri bu iş için göndermiştir. Hatta Efendimiz (sav) için; “(Habibim) senin vazifen tebliğdir.” (Şûrâ/48)buyurmuşlardır.
Müslümanlığın sadece Ramazan-ı Şerif ayına mahsus olmadığı muhakkaktır. Binâenaleyh, diğer bütün emir ve yasaklara, bir ömür boyu aynı şekilde saygılı olmak zorunda olduğumuzu unutmamak lazımdır. Her vesîleyle İslâm’ın emri olan bu hakîkatleri sevdiklerimize, dostlarımıza, imkân elverdiği ölçüde herkese hatırlatmak vazîfemizdir.
Teşrifiyle bizleri sevindiren, ayrılışıyla mahzun ve mükedder eden, ayrılışı içimizde bir hasret ve hüzün bırakacak olan mübârek Ramazan-ı Şerif’i, Pazartesi ve perşembe günlerinde tutulacak oruçlarla hatırlamalı ve bir yıl boyu özlemini ruhlarda yaşatmalıyız.
Seneye kime nasip olur veya olmaz onu Allah bilir. Ramazan-ı Şerif’in ayrılıp gitmesi, başta insanlar ve cinler olmak üzere bütün canlıların dünyâda birer misâfir olduğunu ve bir gün her şeyin ayrılıp gideceğini hatırlatmakta, insanları ciddi bir murâkabe ve muhâsebeye dâvet etmektedir.
Mü’minler, gücü yettiği kadar değerlendirip kazanmaya çalıştıkları bu mübârek Ramazan-ı Şerif’in feyiz ve bereketini zâyi etmemeye gayret etmeli, ayrıldıktan sonra da onun kıymetini bilmeli ve bir yıl hasretiyle yanıp tutuşmalı ve tekrarını beklemelidirler.
Sayılı günler sür’atle geçiyor! Bayramla şereflenildiğinde, Ramazan’ın ilk gününü hatırlayarak, ‘Allah Allah, ne çabuk geçti bu günler!’ denilecektir.
Mü’minun sûresinde Cenâb-ı Hak;
112 – Sonra Allah cehennemdekilere der ki: “Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?”
113 – Onlar: “Bir gün veya daha da az. Ne bilelim, isterseniz bunu tam tamına aklında tutanlara sor!
Zira bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda.” diye cevap verirler.
114 – Bunun üzerine Allah Teâla şöyle buyurur: “Siz, doğrusu pek az kaldınız.
Bu gerçeği bir bilseydiniz, Bana isyan etmezdiniz.”
115 – “Bizim sizi boşuna yarattığımızı,
Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”
116 – “Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir. Gerçek hükümran O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O pek değerli arşın Rabbidir” buyurmaktadır.
Hz.Üstad fâni olan dünyayı ne güzel ifade etmiştir: “Eyvah aldandık, şu hayât-ı dünyevîyeyi sâbit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Şu güzerân-ı hayat bir uykudur, rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür bir rüzgar gibi uçar gider.” (17.Söz)
Dünyânın günleri hızlı bir şekilde geçtiği gibi, âhiret hayâtı yanında dünyânın kendisi de bir gün veya bir günden daha az olduğu görülmektedir. Evet, dünyaya sığmayan nice nemrud, firavun ve deccallar, zâlim ve gaddarlar; bu misâfirhaneyi terk edip gitmişler, sessiz şehirde ses ve solukları çıkmadan, bir metre çukurda yatmaktadırlar. Öyle bir çukur ki, Cehennemden bir çukur..
Cenâb-ı Hak Haşir sûresi 18.âyette: “Ey iman edenler! Allah’ın azâbına mâruz kalmaktan korunun. Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah’ın azabına dûçar olmaktan korunun. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır” buyurmaktadır.
Başta kâinatın yaratılış vesîlesi İnsanlığın iftihar Tablosu Efendimiz Hz.Muhammed (sav) olmak üzere, oraya kim gitmemiş ki biz kurtulalım! O halde bize düşen vazîfe; her an oraya gitmeye hazır olmak ve hazırlıklı bulunmaktır.
Ramazan-ı Şerif’in bu son günlerini bu şuurla değerlendirmeyi, Rabbimiz tarafından affedilmiş, cehhennemden âzât edilmiş ve içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmuş olarak bayrama ulaşmayı bütün ehl-i îmâna nasip eylemesini diliyor ve duâ ediyorum.