Doç. Dr. Mahmut Akpınar-TR724.COM
Demokrasi ortak akla uygun, farklı inanç, görüş ve hayat tarzlarının beklentileriyle uyumlu, birlikte yaşamak için en elverişli yönetim tarzıdır. Ancak bazen demokrasi siyasetçilerin hırsları, bencillikleri, kısa vadeli hesapları, öngürüsüzlükleri nedeniyle toplumu parçalayan, ayrıştıran bir enstrüman olarak kullanılabilir. Özgürlükler, demokratik haklar istismar edilerse, başkalarının sınırlarına tecavüze sebep olursa nefret ve düşmanlık tohumları ekebilir. Liderler bazen demokrasinin imkanlarını kendi diktatörlüğünü kurmak için basamak yapar. Seçilmiş olmayı suistimal ederek herşeyi kontrol etmeye tevessül edebilir. Bu durumda demokrasiler ünlü siyaset bilimci Maruice Duverger’in kitabına isim yaptığı “seçimle gelen krallıklar” haline gelir. Bazen demokrasinin sunduğu imkanlar, araçlar kirli ve ilkesiz bir siyasetçiyi bütün toplumu uyutan bir hipnozcuya, iktidar için herşeyi meşru gören bir Makyeveliste, “olanı yok gösteren, olmayanı var gibi sunabilen” bir hokkabaza, madrabaza dönüştürebilir.
Çoğulcu, liberal demokrasi, beşerin sahip olduğu en ideal yönetim şeklidir ama bu ideal kendiliğinden gerçekleşmez. Demokrasi onu koruyacak, savunacak, sürdürecek irade ve kararlılık yoksa kalıcı olmaz. Nazlıdır; çabuk küser, kırılır. Alıngandır; gerekli özeni görmezse içine kapanır. Vefa ister; kendini terk edeni terk eder. Banallığa, şiddete, zulme tahammülü yoktur. “Demokrasi” adı altında da işlense haksızlığı, zulmü, eşitsizliği, reddeder. Demokrasinin şemsiyesinde insanlar huzurlu, özgür ve rahat yaşarlar; ama ona yapılan saldırıları püskürtecek kararlılıkta, bedel ödemeye hazır olmalıdırlar. Demokrasiyi emeksiz, çabasız korumanın kolay yolu, özgürlüğü bedavadan elde etmenin usulü hala icat edilemedi!
Özgürlükler literatürde güvercinle temsil edilir. Çünkü kuş kadar ürkektir. Kuş gibi gibi nazlı ve narindir. Her tehdit ve tehlikeye karşı teyakkuzda ve tedirgindir. Kuşlar bazen elinize konabilir ama en küçük olumsuzlukta uçmaya yeltenir ve her an uçmaya hazır konumlanırlar. Merhametinizi gösterseniz de onu parmaklarınızla kavradığınızda, biraz sıktığınızda yüreği yerinden çıkacak gibi çarpmaya başlar ve ilk fırsatta uçar gider.
Demokrasi onu koruyacak cesaret ve kararlılık ister
Demokrasi varlığını sürdürebilmek için kendine uygun ortam arar; onu koruyacak cesaret ve kararlılık ister. O nedenledir ki siyaset bilimciler demokrasinin inşa edilebilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için belirli bir eğitim-kültür seviyesini, refah düzeyini ve gelir dağılımındaki dengeyi, birey bilincini, asgari demokratik kültürü şart koşmuşlardır. Demokrasiyi kuracak ve koruyacak bir toplumsal bilinç, kararlılık yoksa çabuk yıpranan, sararan çiçekler gibi demokrasi boynunu büker ve solgunlaşır. Özelliklerini kaybeder, başka bir şeye kolayca dönüşebilir.
Demokrasi kolay hasar alır, bir zorbanın elinde kolayca dönüşebilir birşey olduğu için sıkı tedbirlerle korunması, güvence altına alınması gerekir. Toplumda ve aydınlarda var olan demokrasi, hukuk ve özgürlük bilinci demokrasiyi korumanın en etkili yoludur. Eğer bir toplumda bunların kıymeti bilinmiyorsa, aydınlar canı pahasına demokrasiyi, hukuku, adaleti özgürlükleri koruyacak yüreklilik ve erdemde değilse demokrasiyi hiçbir güç koruyamaz. Buna rağmen demokrasilerin korunması sadece halka ve aydınlara bırakılmamış, olmazsa olmaz temel ilkeler/esaslar ortaya konmuştur. Bunlar: Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, insan haklarına özen, düşünce ve ifade özgürlüğü, bağımsız ve tarafsız medya, azınlık haklarının korunması, şeffaflık, hesap verebilirlik vb olarak sıralanabilir.
Eğer temel esaslardan bir tanesine zarar verecek şeyler yapılırsa demokrasi ciddi hasar görür. Yapılmaya devam edilirse bir kuş misali demokrasi o topraklardan uçar gider. Bu nedenledir ki demokrasi kültürünün oturduğu, aydınların demokrasi bilincine ve sorumluluğuna sahip olduğu ülkelerde kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, insan hakları, basın özgürlüğü gibi konularda en küçük saldırıya çok sert ve kararlılıkla cevap verilir. Birisinde ciddi hasar oluştuğunda demokrasinin kalmayacağı bilinir. Bunun farkında olan diktatörler hiçbir zaman “demokrasiyi tahrip edeceğiz!”, “diktatörlük kuracağız!” diye yola çıkmazlar. Aksine demokrasiyi yıkarken dahi “demokrasi”, “millet iradesi”, “sandık”, “seçim” gibi kavramları kullanmaya özen gösterirler. Ama öte yandan demokrasinin ilkelerini yıpratır, altını boşaltırlar. Tutukladıkları gazeteciler için: “gazetecilikten değil, terörden tutukladık” yalanını piyasaya sürerler. Parlamentoyu kullanak demokrasiyi, yargıçları militanlaştırarak hukuku tahrip ederler. Özgürlükleri “ülkenin çıkarını, milletin hakkını koruyoruz” bahanesiyle sınırlandırırlar. Kuvvetler ayrılığını “milli iradeyi biz temsil ediyoruz, devlet biziz” diye bitirir. Düşünce özgürlüğünü “bazı sapık akımlar, fikirler!” diyerek engellerler. Azınlıkları, farklı kesimleri önce şeytanlaştırır, sonra linç ederler. “Devlet sırrı” diyerek şeffaflıktan uzaklaşır, güvenlik gerekçesiyle hesap vermekten kaçınırlar.
Demokrasiden otoriterliğe ve diktatörlüğe dönüşme eğilimindeki bütün rejimler, tek adamlar işe istisnasız medya ile başlarlar. Muhalif medyayı sindirmek ve medyada tam kontrol sağlamak diktatörler için ilk ve en önemli adımdır. Bu sayede daha sonra yapılacaklarını örtbas etme veya farklı gösterme imkanı bulurlar. Demokrasi bilinci olan toplumlar bir gazeteciye dokunulduğunda fikrine katılmasa bile onun haklarını sonuna kadar korur. Zira basın özgürlüğünün demokrasinin en önemli unsuru, koruma kalkanı olduğunu bilir. Medya susturulunca herkesin susturulacağını bilir. Bizim gibi toplumlarda ise “gazeteci, ama demek ki karıştırdı bir şeyler” denerek mesleğe, habere, misyona değil; kişiliğe, ideolojiye, görüşe odaklanılır. Demokrasiyi hazmedememiş toplumlar kendisinden olmayanı demokrasiye, hukuka, özgürlüklere layık görmez.
Demokrasi bir isim, lakap değildir
Hırsıza “Güven”, “Sadık”, “Adil” ismi vermekle hırsız güvenilir, adaletli, sadık olmadığı gibi, bir rejime “demokrasi” demekle o rejim demokrasi olmaz. “Dünyaya demokrasi dersi veriyoruz!” demekle dünya sizi demokrat kabul etmez. Eğer demokrasinin olmazsa olmaz özelliklerini taşımıyorsanız veya bu ilkelerde ciddi tahribata sebep olmuşsanız devletin tabelasına bile yazsanız size kimse demokrasi olarak bakmaz; öyle de muamele etmez. Soğuk Savaş dönemini hatırlayanlar bilecektir. İki ayrı Almanya varken Doğu Almanya’nın resmi adı “Demokratik Almanya” veya “Almanya Demokratik Cumhuriyeti” idi. Ama Doğu Almanya demokrasinin değil, otoriterliğin, baskının, zulmün, bölünmüşlüğün temsil edildiği bir ülkeydi. Gerçekte demokratik olan, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının olduğu Federal Almanya’nın isminde ise “demokrasi” yoktu!
Erdoğan aslında son 5-6 yılda hiç şaşırtmadı; göstere göstere geldi. Demokrasileri diktatörlüğe eviren liderleri adım adım izledi. Aynı söylemleri aynı yöntemleri kullandı. Medyayı kontrol etti, aydınları susturdu, güçleri tekeline topladı, parlamentoyu işlevsizleştirdi, toplumu böldü ve kutuplaştırdı. Hamaset ve milliyetçilikle kendini perdeledi, hitabetini ve manüplasyon araçlarını çok iyi kullandı. Otoriterleşme Türkiye için sürpriz değildi. Hiçbirimize mazeret bırakmayacak kadar aleni ve gürültülü geldi. Ama Türk toplumunda demokrasiyi savunacak bilinç, aydınlarda ise onu herşeye rağmen koruyacak yürek ve sorumluluk yoktu.
Demokrasi, özgürlükler başımıza konan bir kuştu. Ona güven veremedik, onu ürküttük, tedirgin ettik ve gözlerimizin önünde uçup gitti. Şimdi tepemizde kargalar çığrışıyor, akbabalar süzülüyor. Kimse başkasını suçlamasın! En başta kamplaşmış, cesaretsiz, sorumsuz, ilkesiz aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler olmak üzere bu kabusun başımıza gelmesinden hepimiz sorumluyuz!