AHMET DÖNMEZ-TR724.COM
Bir yandan af tartışmaları, diğer yandan bir şüpheli ölüm haberi daha düşüyor ekranlarımıza…Affın kimleri kapsayıp kimleri dışarıda bırakacağı merak ediledursun, genç ve başarılı bir doktor, kırgın ve alacaklı bir şekilde aramızdan ayrılıp gitti.
İbrahim Halil Özyavuz isimli bu doktor, akıllı telefon uygulaması Bylock kullandığı iddiasıyla tutuklanıp cezaevine konmuştu. Silivri Cezaevinde işkence ile öldürüldü, ‘intihar’ süsü verildi.Hemen ertesinde Yargıtay’ın, bu tür toplu haberleşme uygulamalarının tek başına suça delil gösterilemeyeceği kararı geldi.Ama cezaevinde tertemiz, masum bir insan daha yitip gitmişti…
Tıpkı ülkedeki bu toplu cezalandırma vahşetinden kaçarken Meriç nehrinde boğulup giden anneler ve yavruları gibi…
Tıpkı cezaevinde hala adalet bekleyen onbinlerce masum gibi…
****
Suçsuz ‘suçlular’ onlar.
Bir cinnet devrinin çoğu isimsiz kurbanları…
Cesetlerinin üzerinde kimlik bulunamayan, parmağındaki yüzüğün içinde yazılı isimleriyle tanınan ‘Aslı ve Fahrettin’ler onlar…
Bir de son fotoğraflarında kalan gencecik mutlu yüzler…
Haklarında tek bir delil olmayan, tek bir somut suç isnadında bulunulamayan, bomboş iddianamelerle yargılanan onbinlerce kadın, erkek, yaşlı, çocuk onlar…
Ya okuduğu gazeteden, ya çocuğunu okuttuğu okuldan, ya parasını yatırdığı bankadan, ya bağış yaptığı yardım kuruluşundan, ya üye olduğu sendikadan, ya öğretmenlik yaptığı dershaneden, ya doğum yaptığı hastaneden, ya da cep telefonuna indirdiği haberleşme uygulamasından dolayı ‘silahlı terörist’ olma iddiasıyla yargılanıyorlar.
****
Okunan gazetenin Türkiye’nin en çok satan gazetesi olduğunu ve başta mevcut Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP’nin bütün önde gelenlerinin bir zamanlar yıldönümü pastasını kesmek için yarıştığını hatırlatalım.Okulların en başarılı okullar olduğunu, eski öğrencileri arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı AKP’li Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın da bulunduğunu, yüzlerce AKP’li siyasetçinin çocuklarını bu okullara gönderdiğini de hatırlatalım.Sözü edilen yardım kuruluşu “Kimse Yok mu?”nun kampanyacıları arasında Erdoğan’ın bulunduğunu, bu derneğin Bakanlar Kurulu kararı ile kamuya yararlı vakıf statüsünde vergiden muaf tutulduğunu ve yüzlerce AKP’linin bu organizasyona gönüllü katıldığını da hatırlatalım.Bahsi geçen sendikaların tamamen legal sendikalar olduğunu, AKP hükümetinin izinleri ile açıldığını da hatırlatalım.
Yine adı geçen bankanın da bizzat bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dönemin başbakanı Tansu Çiller ve bazı önde gelen AKP’lilerce açıldığını da not edelim.
Kastedilen telefon uygulaması Bylock’u indirenler arasında onlarca AKP’li bakan ve milletvekilinin de adının geçtiğini ekleyelim.
Listeyi çok daha uzatmak mümkün…
Ama yaşanan akıl tutulmasının boyutunu göstermek için sadece bir küçük örnek verelim: Tutuklu gazetecilerden Cumali Çaygeç’e yöneltilen suçlamalardan biri, Ankara’daki Bank Asya Termal Otel’de bir kaç gün konaklamış olmak. İktidar partisi AKP, tam 11 yıl boyunca yılda 2 defa bu otelde bütün bakanlar, milletvekilleri ve teşkilatlarını toplayarak istişare kampı yapmıştı. Ta ki 2013’teki yolsuzluk soruşturmaları sonrası cadı avı sürecini başlatıncaya dek… Ama bugün onlar suçlayan; Cumali Çaygeç ise ‘terör örgütü üyeliği’ ile suçlanan taraf.
****
Bu kolektif suç üretimi ve kolektif cezalandırma, insanlığın yeni tanıştığı bir ilkellik değil. Daha önceki bütün diktatörlüklerde gördük, şahit olduk.
Onlar da cezaevlerini ve mezarları ‘suçsuz suçlularla (criminals without a crime)’ doldurmuşlardı.
Kavram, asıl olarak Sovyet Rusyası’nda karşımıza çıkıyor. Bolşevik jargonunda ‘nesnel düşmanlar (objective enemies)’ diye bir şey vardı. Herhangi bir suçu olmasına gerek olmayan; bizatihi varlıklarından dolayı ‘suçlu’ sayılan sözde düşmanlar…
Hannah Arendt’in Totalitarianism kitabında alıntıladığı bir yakarışı hatırlatacağım: “Herhangi bir suçu olmayan bir suçlu olmak istemiyorum! (I do not want to be a criminal without a crime)”
Büyük Tasfiye’nin 1936 yılına ait bu cümlenin sahibi, rejim tarafından ‘sınıfa yabancı bir unsur (class-alien element)’ ilan edilmiş isimsiz bir mağdur. Ama bir dönemin, bir rejimin iş yapma tarzını (modus operandi) dökmüş dudaklarından…
****
Stalin’in gizli polis şefi Lavrenty Beria’nın meşhur sözü “Bana adamı getir, sana suçunu bulayım (Show me the man and I’ll find you the crime)”, bu dönemin serlevhasıdır. Beria’nın yöntemi, önce hedefteki adamı almak sonra da boşlukları doldurmak ve suç üretmekti.Bu dönemin önemli figürlerinden bir başka gizli polis şefi Martin İvanovich Latsis de “Sovyet makamlarına karşı şüpheli haraketleri olan veya aleyhte konuşan kişiler için kanıt aramayın. Sormanız gereken ilk soru hangi sınıfa ve hangi sosyal gruba ait olduğunu, eğitimini, mesleğini sormaktır. Bu sorular, onun kaderini belirleyecektir” demişti.Tıpkı Saddam Hüseyin’in “Bir haini, kendisinden önce tanırım (I know a traitor before he knows himself)” demesi gibi…
****
Böyle dönemlerde gerçek ‘suç’ ve ‘suçlu’ yoktur; hedef şahıs ve gruplar vardır. Fabrikasyon kanıtlar vardır. Bu bir büyük tasfiye dönemidir.Stalin, böyle bir süreci başlattığında şöyle sesleniyordu: “SSCB halklarınının ve devlet düşmanlarının her türünün kökünü yok edeceğiz. Onların ailesi ve soyunu da kurutacağız!”
Böylece akrabalık ve aile bağları bile bir kişinin ‘karşı devrimci’ olarak yaftalanmasına yetti. Eşler, eski eşler, çocuklar, kardeşler, ebeyvnler ‘devlet düşmanı’, ‘karşı devrimci’, ‘hain’ olarak cezalandırılabiliyordu. Hatta aynı etnik kökenden olmak, aynı gruba dahil olmak, komşu olmak bile yer yer suçlanmak için yeter sebep olarak görülüyordu.
****
Tıpkı bugünün Türkiyesi gibi…
Hakkında yakalama kararı çıkarılanlarla ilgili suç delili olmadığı gibi bir de eşleri, kardeşleri, çocukları, akrabaları tutuklanıyor.
Böyle bir süreç, bir ihbar seli olmaksızın olmaz. Bir manyetizma ile beraber
diktatörün ‘halkıyla’ bütünleştiği, kimin gerçek ‘Stalin’ olduğunun karıştığı bir karşılıklı beslenme dönemidir bu.Suç veya suçlu yok; sadece listede adı olanlar veya olmayanlar vardır.Önceden fişlenen ve adı tutuklanacaklar arasında olanlar ve olmayanlar vardır…
Gerisi suç uydurmaya kalmıştır.
Hiç bir şey bulunamadı mı; Prof. Dr. Sedat Laçiner’in davasında olduğu gibi “Sanığın 2010-2016 yılları arasındaki tüm telefon görüşmelerinin incelenerek Bylock kaydı olan kullanıcılarla telefon görüşmesi yapıp yapmadığının tespitine” denilebilir. Yani kendisi telefonuna Bylock indirmemiş olsa bile geride kalan 6 yıl içinde Bylock kullanan biri ile telefonda konuşmuş olması bile ‘suç’ olabiliyor. Bu mantıkla yargılanan onlarca gazeteci, yüzlerce memur, işadamı, öğretmen, öğrenci, ev hanımı, binlerce mağdur var.
****
Aynı eylemi başkaları da yapmış olsa bile sonuç değişmiyor. Onların adı tasfiye listesinde yoksa, yani Martin Latsis’in dediği gibi ‘ait olduğu sosyal grup’ farklı ise mesele yok. Kaderinizi, aidiyetiniz belirliyor Türkiye’de.Mesela bunu, 15 Temmuz askeri darbe girişiminin daha ilk saatlerinde gördük. Binlerce yargı mensubu açığa alınırken sabah güneş doğmadan gözaltı furyası başlatıldı. Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, bunu, “15 Temmuz’u 16’sına bağlayan gece saat 01.00’de 2 bin 740 yargı mensubunun görevine son verdik” sözleri ile teyid etmişti.
Diğer bir çok alanda aynı uygulama çıktı karşımıza.
Yukarıda sözünü ettiğimiz eski Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü ve köşe yazarı Sedat Laçiner’in, tutuklu bulunduğu cezaevinden ünlü gazeteci Hasan Cemal’e gönderdiği mektup güzel bir örnek. Darbe girişiminden 5 gün sonra ‘Anayasayı ihlal’ ve ‘darbe yapmak’ iddiasıyla gözaltına alınan Laçiner, mektubunda şunları kaydediyor: “Ancak savcı darbe ile ilgili bir tek soru bile sormadı. O sormayınca ben anlattım 15 Temmuz’da nerede olduğumu, ne yaptığımı. Ama savcı beni dinliyor gibi görünmüyordu… İlginç olansa hâkim de, tıpkı savcı gibi 15 Temmuz ile ilgili bana ve diğer sanıklara bir tek soru dahi sormadı. Sanki kararlar çoktan alınmış, ipimiz çekilmişti bile…”
Tutuklandıktan 8 ay sonra iddianamesi yazılan Laçiner, şöyle devam ediyor: “En traji-komik olanı ise iddianamenin en son sayfasında ‘eylemlerinde cebir-şiddet unsuruna rastlanmamıştır ama cezalandırılmasında kamu yararı vardır’ denmesiydi. Böyle bir mantık olabilir mi? Böyle bir hukuk olabilir mi?! Aylarca delil araştırdılar, hala da arıyorlar, ama bir şey bulamıyorlar. Hala tutukluluğum ‘delillerin henüz yeterince toplanmamış olması nedeniyle’ denilerek uzatılıyor. Bu sözler aslında suçsuzluğumun da ikrarı. Hala suçluluğum için delil aranıyor, ya da bana zaten ceza çektiriliyor, yargılanmadan yıllarca hapis yatırılıyorum. Bunun adı yargısız infazdır.”
Tutuklu gazetecilerden Mustafa Ünal da bir savunmasında, “Bir Rus atasözü şöyle der: ‘Bir ayı yavrusunu yemek istediği zaman onu çamura bular…’ Üstümüzü başımızı çamur içinde görenler olabilir. Ama bu sadece sürekli ve yüksek sesle tekrarlanan propagandanın eseridir.” demişti. Önce üzerine çamur bulanan, sonra da bizzat anaları, yani devletleri tarafından yenilen günahsız insanlar onlar.
****
Türkiye’de 2013’ten sonra başlatılan ve 15 Temmuz kontrollü darbesinden sonra hızlanan cadı avında 20 bine yakın kadın olmak üzere toplamda 80 bin insan tutuklandı. 120 bin civarında insan gözaltına alındı. Halen bunların 40 bini cezaevlerinde. 150 binden fazla memur ihraç edildi.
5 bine yakın yargı mensubu tasfiye edildi. Hükümlülerle birlikte 242 gazeteci cezaevlerinde. Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi Türkiye. Yüzlerce özel kuruluş ve şirkete hükümet tarafından el kondu. Binlerce özel eğitim kurumu kapatıldı.
Neden diye sorsanız, Türkiye’deki çoğu insan “Çünkü onlar hain” diyecektir. Gerekçe olarak 15 Temmuz darbe girişimini gösterecektir. Halbuki 15 Temmuz’dan 2 sene önce başlayan bir cadı avı sürecidir bu. Ayrıca bugün AKP dışındaki bütün muhalefet partileri 15 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan’ın kontrolünde sahnelendiğini kabul ediyor. Darbeyle ilgili cevaplanmayı bekleyen yüzlerce soru, aydınlatılmayı bekleyen bir yığın karanlık nokta var. Erdoğan ve kurmayları ısrarla bu soruları cevaplamıyor.
Ama ‘suçsuz suçlular’ yine de amansızca cezalandırılmaya devam ediyor.
Çünkü zaten amaç buydu.
Not: Bu yazı 8 Haziran’da Politurco’da “The nameless victims of an insane era” başlığıyla da yayımlandı.