The Circle sitesinden Engin
Sezen’in sorularını cevaplandıran Gazeteci Adem Yavuz Aslan çarpıcı açıklamalarda
ve önemli değerlendirmelerde bulundu.
15 Temmuz Planlı Darbe
Ergenekon-Perinçek ekibi olduğunu söyleyen Gazeteci Aslan :” Maalesef
Cemaatten insanlar bu tuzağı göremedi “dedi.
Adem Yavuz Aslan : “Beni çok yakından tanıyan,
ailecek oturup kalktığımız, bugüne kadar benden ve çalıştığım kurumlardan
sadece dostluk gören insanlardan inanılmaz kötülükler gördüğünü söyleyen Adem Yavuz
Aslan” ‘Şuna inancım tam; bir gün mutlaka Türkiye’ye ve kurumlarımıza
döneceğiz. Ben de sürgün günlerindeki kazanımlarımı da yanıma alıp geri
döneceğim. Özellikle de meslektaşlarımla yüzleşmek için döneceğim ”dedi.
İşte Aslan’ın sorulara verdiği cevaplar:
Nerelerdesiniz?
2014 Haziranından bu yana Washington DC’de yaşıyorum. Buraya Bugün Gazetesi’nin Washington Temsilcisi olara gelmiştim. Malesef 2015 Ekim’de İpek Medya grubuna el koydular. Kayyımların işten attığı ilk 5 kişiden birisiyim. Sonrasında pasaportumda iptal edildiği için Washintgon’da mecburi ikametteyim.
Washington’da hayat nasıl geçiyor?
İpek Medya Grubu’na el konuncaya kadar rutin gazetecilik yapıyordum. Bugün Gazetesi’ne haftalık köşe yazısı yazıyor, Bugün Tv’ye canlı bağlantılar yapıyordum. Gazeteye el konduktan sonra arkadaşlar Özgür Düşünce’yi çıkarmaya başladılar. Ben de Washington’dan destek olmaya çalıştım. 15 Temmuz sonrası orası da kapatıldı.
20 yılı aşkın süredir gazeteciyim. Iletişim Fakültesi ilk tercihimdi. Yani gazeteciliğe karşı bir tutkum hep vardı. Hatta adım, doğduğum gün öldürülen gazeteci Adem Yavuz’dan geliyor. Dolayısıyla bütün hikayem gazetecilik üzerine. Bugüne kadar başka bir iş yapmadım, herhalde bundan sonra da yapmayacağım.
AKP rejimi gazetemize el koydu, televizyonumuzu kapattı, hatta Twitter hesabıma bile yasak getirdi. ‘Yürüyecek ayak yol bulur’ felsefesine inananlardanım.Alternatif yollar aramaya devam ettim. 400 bin takipçili hesabım askıya alındıktan sonra yenisini açtım. Şu anda 50 bin civarında takipçisi var. Gazeteciliği oradan ve diğer sosyal medya platformlarından sürdürüyorum. Tr724.com için Washington’dan analizler -haberler yazıyorum.
Gazetecilikten geçinmek için gerekli parayı kazanamıyorum. Fakat inatla, ısrarla gazetecilik yapmaya devam ediyorum. Mesela Reza Zarrab davasını ilk günden bu yana yakın takip ediyorum. Kasım ayının sonundan Aralık sonuna kadar bir ayı New York’ta geçirdim. New York ile Washington arasında mekik dokudum.
Eskiden olsa kolaydı. Masraflarımı karşılayan bir kurum olduğu için ‘habere’ en yakın otelden yer ayırtır, fiyatına bakmadan en kolay ulaşım aracını tercih ederdim. Şimdi şartlar değişti, bende yeni şartlara uyum sağlamaya çalışıyorum. En ucuz otobüs biletini bulmak, en masrafsız yöntemleri geliştirmek gibi arayışlardayım.
Periscope yayınları ile her gün on binlerce kişiye ulaştım. Tabi işimi yaparken Havuz Medyasının ve özellikle de Anadolu Ajansı’nın yoğun tacizlerini yaşadım. Ahmet Hakan’ın çok talihsiz, utanç verici yazılarına muhatap oldum. Uzun yıllardır tanıdığım gazeteci dostlarım, meslektaşlarım bir ay boyunca bana mahkemede vebalıymışım gibi davrandı.
Ama bütün bunlar beni mesleğimi yapmaktan alıkoymadı, koymayacak.
Gazetecilikten geçinmek için gerekli parayı kazanamadığım için 15 Temmuz’dan bu yana Uber yapıyorum. Yani bildiğiniz taksi şoförlüğü. Bugün’e el konduğu Ekim 2015’ten bu yana bir gelirim yok.
Uber çok zor bir iş. Uzun saatler boyunca araba sürmeniz gerekiyor. Hele bir de benim gibi gece çalışıyorsanız çok zor yolcularla muhatap olmanız gerekebiliyor. Çok defa arabadan kusmuk temizlemek zorunda kaldım. Fakat çok şükür bugüne kadar kimseye muhtaç olmadan ailemi geçindirdim. Zaten ‘survive mode’ da yaşıyoruz. Eşim ve çocuklarım (küçük de olsalar) durumun farkındalar. Temel ihtiyaçları karşılayıp bu dönemi atlatmaya çalışıyoruz.
Ev adresim, telefon bilgilerim Washington Büyükelçiliği’nde var. Kayıp yada kaçak değilim. Yerim yurdum belli.
Gerçekler böyle olmasına rağmen Havuz medyasında tam tersi haberler- yazılar çıktı. Evimin önünde kamp kurup beni, eşimi ve çocuklarımı da fotoğrafladılar, Uber yaparken görüntülediler (yolcu valizi taşırken görüntüleyip tatile gidiyor diye yazdılar) hatta Havuz’un Washington temsilcilerinden birisi bizzat yolcu olarak arabama denk geldi ama buna rağmen hakkımda sayısız yalan yazdılar. ‘ABD’de lüks içinde yaşadığım, mansion da oturduğum, lüks arabalara bindiğim ve sadece terliğimin 500 dolar olduğu gibi (Walmarttan aldığım 5 dolarlık terliği bile ‘500 dolarlık terlik giyiyor’ diye haber yaptılar. Nasıl bir kompleksleri varsa artık!) akla ziyan yazılar yazdılar.
Kendimle ilgili yazdıklarından biliyorum. Havuz’un her yazdığı yalan. O yüzden başta Cemaat’e dair haberleri olmak üzere tüm yazdıklarını da aynı perspektiften değerlendirmek mümkün.
Ailecek hepimizin pasaportu iptal. Benim hakkımda yazdığım kitaplardan dolayı tutuklama kararı var. Dink Cinayeti ve Malatya Zirve Cinayeti ile ilgili kitaplarımdan dolayı 2 müebbet +25 yıl ile yargılanıyorum. Yargılanıyorum derken lafın gelişi. Çünkü avukatım bile tutuklandı. Yeni avukat da bulamadım. Zaten bu atmosferde kimse avukatım olmak istemiyor. Olmayı kabul eden de bir servet talep ettiği için benim de onu karşılama şansım yok. Dolayısıyla bir yandan ABD’de ayakta kalmaya çalışırken bir yandan Türkiye’de ki akla ziyan suçlamalarla uğraşıyorum.
İngilizce öğreniminiz, okul hayatınız?
Malesef ben İngilizce eğitim veren bir okulda okumadım. Yani lise ve üniversite eğitimim Türkçe’ydi. İngilizceyi kursta öğrendim. Ancak kursta öğrenilen bir İngilizce’nin yeterli olmadığını Washington’a taşındıktan sonra daha iyi anladım.
‘Kartalın yeniden doğuşu’ hikayesini duymuşsunuzdur. Her ne kadar hikayenin gerçekliği olmasa da ‘mesajını’ doğru buluyorum. O yüzden bende Washington sürecini ‘yeniden doğuş’ olarak görüyorum. 44 yaşında mastıra başladım. Önce MBA mastırına başlamıştım. Washington’da kampüs açan Bahçeşehir Üniversitesi bana full burs önermişti. Yani kendileri davet etmişti. Mastıra başladım. Fakat sonra ‘Ankara’nın yoğun baskısı’ gerekçe gösterilerek Bahçeşehir Üniversitesi yönetimince okulla ilişiğim kesildi. Erdoğan ve yakın halkasının bana karşı düşüncelerini biliyorum. O yüzden beni hedefe koymalarını anlayabilirim fakat bir ‘üniversite’nin siyasi baskıyla -kendi davet ettikleri öğrenciyi üstelik- mastır programından çıkarması akıl alır gibi değil. Bu ayıp Bahçeşehir’in siciline işlenmiş oldu.
Niyetim aslında sosyal medya mastırı yapmaktı. Bu amaçla bazı üniversitelere başvurdum. Ancak rakamlar altından kalkamayacağım kadar yüksekti. Mecburen bu planımı erteledim. Fakat akademik çalışma yapmayı önemsediğim için alternatif arayışları sürdürdüm. Şu anda yarı burslu olarak uluslararası ilişkiler alanında mastır yapıyorum.
Yani bir yandan eldeki imkanlarla gazetecilik yapmaya çalışırken (ve tabi geçinmek için Uber yaparken) bir yandan da mastıra devam ediyorum. Mastırı önemsiyorum çünkü akademik perspektifi görmek önemli. Mesela derslerin parçası olarak her hafta onlarca sayfa akademik makale okumak zorundayım. Benim için hiç kolay olmuyor ama şikayetim yok.
Gelecekle ilgili planlarınız?
Rüyalar, menkıbeler ve fantastik hikayelere her zaman mesafeli oldum. O yüzden geleceğe dair plan yaparken realist olmaya çalışıyorum. Türkiye tarihi bir kırılma yaşıyor. Bu uzun bir süreç. Erdoğan bugün yarın gitse bile -ki uzun zaman gitmeyeceğini düşünüyorum- Türkiye’de suların durulması uzun zaman alacak. Erdoğan, kendi kişisel geleceği için ülkeyi ateşe verdi. Ekilen nefret tohumları büyüdü ağaç oldu. Bu zehirli havayı soluyan kitlelerin rehabilitesi uzun zaman alacaktır.
Dolayısıyla kısa sürede eski kurumlarımıza dönebileceğimizi düşünmüyorum.
Şimdi yeni bir durum var ve bu yeni duruma göre yol haritaları bulmak gerekiyor. Ayrıca unutmamak gerekirki diasporaya çıkan, sürgüne giden ilk ve tek gazeteci biz değiliz.
O yüzden gazeteciliği yeni platformlarda sürdürebilmenin yollarını arıyorum. İngilizce yazabilecek seviyeye gelmeye çalışıyorum. Artık uluslararası bir gazeteci olmanın yollarına bakacağım.
Böyle düşünmekle birlikte şuna inancım tam; bir gün mutlaka Türkiye’ye ve kurumlarımıza döneceğiz. Ben de sürgün günlerindeki kazanımlarımı da yanıma alıp geri döneceğim. Özellikle de meslektaşlarımla yüzleşmek için döneceğim.
Beni çok yakından tanıyan, ailecek oturup kalktığımız, bugüne kadar benden ve çalıştığım kurumlardan sadece dostluk gören insanlardan inanılmaz kötülükler gördüm. Hakkımda alenen yalanlar yazdılar. Beni çok iyi tanıyan kişiler ne CIA ajanlığımı bıraktı ne İran ajanlığımı. Bir gün gay evlilik yaptığımı ertesi gün Cemaatteki kızlarla muta nikahı yaptığımı yazdılar. Yıllarca aynı kurumlarda mesai yaptığım arkadaşlarımın önünde (Brookings Olayı) saldırıya uğradım. Hepsi sırtını döndü. Bu süreçte beni en çok üzen meslektaşlarımın tavırları oldu. Oysa ki bugüne kadar benden sadece iyilik dostluk görmüşlerdi. En çok da bu yalanları, iftiraları yazanlarla yüzleşmek için dönmek istiyorum. Onların unuttuğu bir şey var; bu kadar kötülük yaptıkları insanlar buharlaşmayacak. Kurumlarına el koydukları, hapse attıkları, işkence ettikleri insanlarla yarın yine yüzyüze bakacaklar.
Amerika’dan Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?
Türkiye, Stephen King’in ‘Under the Dome’ romanındaki Chester’s Mill kasabası gibi. Romanda, Chester’s Mill kasabasını kaplayan bir görünmez kubbeden bahsediliyor. Dünya ile ilişkisi kopan şehrin bir süre sonra gerçeklikle bağını kopuyor. Türkiye şu anda Chester’s Mill gibi. Erdoğan, kontrol ettiği medya gücü ile Türkiye’nin üzerine adeta bir kubbe geçirdi. Türk halkı artık paralel bir evrende yaşıyor. Erdoğan’ın maniple ettiği medyayı izleyip dünyadan kopuyorlar. Sürekli şişirilen bir balon gibi. Nerede ne zaman ve nasıl patlayacak bilmiyorum ama günün birinde Türk halkı gerçeklerle acı yüzleşecek.
Kişisel bir tecrübe olarak şunu da eklemem lazım; Türkiye’yi gözümüzde fazla büyütüyormuşuz. Dünya Türkiye’nin etrafında dönmüyor. Tabi ki memleketimiz, bir yakınlığımız olacak ama abartıp hayatın merkezine de koymamak gerekiyormuş.
15 TEMMUZ BİR PSİKOLOJİK HARP OPERASYONUYDU
Açık ve net söyler misiniz, 15 Temmuz kimin eseri?
Zor bir soru. Aradan geçen bunca zamana rağmen toz duman dağılmış değil. Kişisel olarak 15 Temmuz’a ‘takmış’ haldeyim. Yüzlerce sayfa iddianame, ifade, rapor okudum, haberleri takip ettim.
Geldiğim nokta şu; 15 Temmuz bir Cemaat darbesi değil. Bilakis Cemaat’e ve Türkiye’ye darbedir. Planlayıcısı Erdoğan-MİT, uygulayıcısı ise TSK içindeki Ergenekon-Perinçek ekibidir. Malesef Cemaatten insanlar bu tuzağı göremedi.
Dahası, çok uzun zaman önce ‘devşirilen’ ve ‘abi’ olarak bilinen kişiler bu tuzakta aktif rol aldı. ‘Cemaati darbeye bulaştırma misyonu’nu çok güzel ifa ettiler. Adil Öksüz mesela. Yaptıklarının hiç bir izahı yok. Bir insan ‘ben Cemaati bu darbeye nasıl bulaştırırım’ diye düşünse, plan yapsa ancak bunları yapardı.
Oysa ki Cemaatin yüzde 98’inin darbeden haberi yoktu. Herkes gibi televizyondan gördüler. Kaldı ki 15 Temmuz’un hemen akabinde başlayan operasyonlar da bunun teyidi. Cemaatçi diye tutuklanan -başta generaller- olmak üzere askerler olaydan habersiz. Bir kısmı direnmiş bir kısmı talimatlara uymamış. Bir kısmı yurt dışı görevde, bir kısmı tatilde. Düşünün Cemaat darbeye kalkacak(!) ama taraftarlarının konudan haberi yok.
15 Temmuz’a dair binlerce cevapsız soru var. Fakat bunları sorgulayacak ortam yok. Medya, TBMM, yargı, bürokrasi Erdoğan’a teslim. Hal böyle olunca ‘Erdoğan’ın hikayesi’ tek gerçekmiş gibi dayatılıyor. 15 Temmuz’da gerçekte ne olduğunu mevcut şartlar içinde anlamak, aydınlatmak zor.
Bu konuda en büyük görev Cemaat’e düşüyor. Birincisi suçlanan taraf olduğu için masumiyetini ispatlaması gerekiyor (Normalde müddei iddiasını ispatlamak zorundadır fakat bu evrensel hukuk kuralı Türkiye’de işlemiyor)
15 Temmuz’da köprüye çıkan ilk askeri gördüğüm andan itibaren ‘bu bir tuzak’ diyen birisi olarak hep şunu yazdım- söyledim; “Cemaat tüm imkanlarını kullanıp 15 Temmuz’u aydınlatmalı. Aksi halde bu hareketin sonu olur. Bırakın darbe yapmayı, kıyısından köşesinden darbeye bulaşmış bir sivil toplum hareketi olmaz.”
Malesef bu konuda beklentilerime cevap bulamadım. 15 Temmuz’da biz sivillerin anlayamayacağı çok şey var. Tasfiye edilmiş, ihraç edilmiş çok sayıda subay var yurt dışında. Onlardan birileriyle konuşup bütün boyutuyla 15 Temmuz’u anlamaya, anlatmaya çalıştım fakat hiç biri konuşmayı kabul etmedi.
Cemaatin bu konuda daha proaktif olmasını beklerdim. Sonuçta darbeyle suçlanıyorsunuz. Fakat şok o kadar büyük ki, Cemaat hala o şoku atlatamadı. Yaşanan trajedinin büyüklüğü ile kıyaslandığında yaşanan şok anlaşılabilir fakat yine de aynı şeyi tekrar ediyorum; 15 Temmuz kumpasını aydınlatma görevi Cemaatin boynunun borcu. Çünkü bu kumpası kuranların bir misyonu da bu kumpasın aydınlatılmasını engellemek. Onlar 15 Temmuz’un rantını yiyorlar. Cemaatten şu yada bu nedenle nefret edenlerde ‘oh iyi oluyor, hepsini temizlesinler’ diye düşündüğü için kumpası görse-bilse bile sessiz kalmayı tercih ediyor.
15 Temmuz’u aydınlatma işini Cemaat yapmazsa kimse yapmayacak.
Özetle 15 Temmuz’a dair konuşacak çok şey var. Fakat özetle şunu söyleyebilirim; 15 Temmuz muhteşem bir özel harp operasyonuydu. Bizzat Fidan-Erdoğan-Akar üçlüsü ile kurgulanıp TSK içindeki Ergenekoncu-Perinçekçi kadronun desteği ile hayata geçirildi.
Cemaat malesef tuzağı göremedi. Başta Gülen olmak üzere yönetici kadroya ‘yanlış girdiler’ yapıldığı, manüplatif bilgiler verildiği görülüyor. Anladığım kadarıyla “emir komuta zinciri içinde bir darbe var, biz aktif destek olmayalım, karşı da çıkmayalım” gibi bir düşünce hasıl olmuş. Şahsen bu düşünceyi bile yanlış buluyorum. Darbe duyumu alındığı anda deşifre edilmeli ve engel olunmalıydı.
15 Temmuz’u kurgulayanlar ‘hadi aslanlarım yapıyoruz ediyoruz’ deyip TSK içine ‘emir komuta içinde bir hareket’ propagandası yapmış. O gece sokağa çıkan az sayıda asker ‘emir komuta içinde’ hareket ettiğini sanarak çıkmış. Tabi boş havuza atladıklarını anladıklarında iş işten geçmişti.
Bütün bunların haricinde şuna inancım tam; günün birinde bizzat kurgulayıcılardan (Tıpkı Sabri Yirmibeşoğlu’nun meşhur itirafı gibi) 15 Temmuz’u nasıl kurguladıklarının itirafını dinleyeceğiz. 250 kişiyi bile bile nasıl ölüme yolladıklarını kendileri anlatacaklar.
CEMAATİN EN BÜYÜK HATASI ‘DEVLETİ’ VE ‘TOPLUMU’ TANIYAMAMASIYDI
Cemaat’in şimdiki ve gelecekteki durumuyla ilgili görüşleriniz?
Çok zor bir soru daha. Cemaat meselesi üzerine sayfalarca yazı yazmak, saatlerce konuşmak mümkün. Ancak kişisel tecrübemden hareketle kısa bir özet yapabilirim;
- Cemaat ile üniversite yıllarımda tanıştım. Öncesinde Gülen’in adını bile duymamıştım. Beni cezbeden bizzat Gülen’in hikayesiydi. Erzurum’un bir köyünden kalk, o imkansızlıklar içinde bir hareket başlat. Bütün hayatını vakfet ve dünyaya yayılan bir harekete dönüştür. Bence Gülen Hareketi Türkiye tarihinin en heyecan verici olaylarındandır.
- Bir dini hareketin eğitimi öncelemesi, Anadolu insanını bulunduğu kısır döngüden çıkartıp önce ‘şehre’ sonrada ‘dünyaya’ entegre etmesi tarihi bir olaydır. Bu yönüyle Gülen gerçek bir devrimcidir. Amerika’ya gelmeden önce çok seyahat ediyordum. Türkiye ve dünyada neredeyse gitmediğim yer kalmadı. Her gittiğim yerde Gülen hareketinden insanlar gördüm. Mesela bir defasında Kongo’da toz toprak içinde bir cadde de dönerci görmüştüm. Merak edip girdim. Tam hatırlamıyorum ama Kırşehir civarlarından gelmiş 30’lu yaşlarda bir esnaftı. Cemaat motive etmiş, kalkmış buralara gelmiş, esnaflık yapıyordu. Eğitimcisinden esnafına Gülen hareketi sıra dışı işler yaptı.
- Cemaat tabii ki mükemmel değil. Sonuçta bu toplumun bir ürünü. Ancak Cemaate yönelik eleştirilerde bir hakkaniyet göremiyorum. Bir kısım eleştiriler kendini ‘cemaat uzmanı’ olarak tanımlayan ancak hiç bir objektif kriteri olmayan ‘Cemaat düşmanları’ndan geliyor ki şahsen bu çevrelerden gelen eleştirilerin fazla önemsendiğini düşünüyorum. Onların derdi Gülen hareketinin yaptıkları ile ilgili değil. Bizzatihi Anadoludan çıkmış bir hareketin ‘merkeze’ gelip söz sahibi olmasından rahatsızlar. Bir kısım eleştiriler kişisel koltuk kavgalarından (özellikle bürokrasi kaynaklı tartışmalar) çıkıyor.
- Sonuçta Cemaat ‘köylü’ bir hareket. Liderinden kolejdeki öğretmenine kadar herkesin hikayesi benzer. Bir önceki nesli ya okula gidememiş yada ancak ilkokula gidebilmiş. Çiftçi, küçük esnaf, memur. İkinci jenerasyonu üniversite okumuş ve şu anda Cemaatin ana kitlesini oluşturuyor. 20’li yaşlarda çok büyük işlere soyunan bu kişilerden hata yapmamalarını beklemek objektif olmaz. Önemli olan ‘kasti faul’ yapıp yapmadıkları.
- Cemaat’in bence en büyük hatası şu oldu; Devleti ve Türk toplumunu tanıyamadı. Aslında ‘tanıdığını’ sanıyordu ama tanımıyordu. Türk devleti daha doğrusu ‘Türk derin devleti’ köklü bir yapı. En iyi bildiği şey psikolojik harekat. Özellikle de kendi halkına karşı. Gerektiğinde gözünü kırpmadan adam öldürür, katliam yapar ve suçu masum insanların üstüne yıkar. Hiç acele etmez, biri üzerine yatırım yapar ve yıllarca onu görev yerinde ‘uyumaya’ bırakır. (Cemaatten devşirilen insanlar örneği bu açıdan önemli) Binlerce sayfalık Ergenekon belgelerini okumuş birisi olarak hep yazıp söylüyorum; Türkiye hala derin devlet gerçeği ile yüzleşemedi. Cemaat ise bu yapıyı tanıyamadan tanıdığı fikrine kapıldı. Türk derin devleti için Cemaat her zaman 1 numaralı tehditti. 15 Temmuz, derin devletin Cemaat’e vurduğu en büyük darbedir. İkincisi Cemaat Türk toplumunu da tanıyamadı. Şöyle bir düşünce vardı Cemaatin ileri gelenlerinde “Biz taban hareketiyiz. Toplumun kılcal damarlarındayız. Yurtlardan, dersanelerden, okullardan geçen yüzbinlerce insan var. Çayımızı içmiş yemeğimizi yemiş milyonlarca işi var. Bu insanlar bizi tanıyor. Gizli kapaklı, kirli işlerimizin olmadığını biliyorlar. Zora düşersek bizi sahiplenirler”. Fakat unuttukları yada kavrayamadıkları bir gerçek var. Türk toplumu ‘devletçi’dir ve adeta güce tapar. Cemaat, AKP ile karşı karşıya gelince düne kadar Cemaatin yanında gözüken kitleler ‘gücün tarafına’ geçti. Cemaat bu sosyolojiyi okuyamadığı için yalnız kaldı.
Erdoğan’ın en büyük başarılarından birisi sokağın nabzını iyi tutması. Türk halkını iyi tanıyor. Cemaate karşı savaşa girerken bu gerçeği bilerek hareket etti.
- Cemaatin bundan sonrası için şunu söyleyebilirim; artık hiç bir şey eskisi gibi olmaz. Kitleler büyük bir travma yaşıyor. Fakat bu kadar sosyal tabanı olan hareketler bitmez. Evrim geçirir, şekil değiştirir ama yoluna devam eder. Ben Cemaatin biteceği fikrinde olanlara katılmıyorum. Hatta bu kadar zulme uğrayan insanların maddi manevi daha da bilinçleneceğini düşünüyorum. Burada kritik olan bu geçiş sürecinin nasıl olacağı. Cemaat bu kritik süreci atlattığı zaman kendi içinde de bir yenilenme süreci yaşayacaktır. Düne kadar geçerli olan sistemlerin, kişilerin artık yeni düzende varolabileceğini düşünmüyorum.
- Burada kritik olan şey şu; hep birlikte mağduru suçlamak, Cemaat’in tepesine çökmek yerine bu hareketin sağlıklı bir düzlemde yoluna devam etmesine yardımcı olmak gerekiyor.
Türkiye’de en cok neleri özlüyorsunuz?
En başta ailemi. 4 yıl oldu annemi babamı kardeşlerimi görmeyeli. Kaç yıl daha böyle sürecek bilmiyorum. Hasta bababım en büyük arzusu son bir kez görüşebilmek. Bir İstanbul ve İzmir aşığı olarak bu iki şehri de çok özledim. İstanbul’un keşmekeşi bile özlenirmiş.
Kırgın olduklarınız?
Listem hayli uzun. En başta meslektaşlarım. Yıllar boyu beraber mesai yaptığım, uzun seyahatlere çıktığım, acı tatlı ortak yaşanmışlarımız olan meslektaşlarımdan inanılmaz kötülükler gördüm. Beni ve ailemi yakından tanıyan, ailecek oturup kalktığımız insanlar bu süreçte inanılmaz yalan haberler yazdılar. Atmadıkları iftira kalmadı. Hepsini takip ettim, arşivledim. Bir gün hepsiyle yüzleşeceğim ve yaptıklarını hatırlatacağım.
Artık ‘necip Anadolu insanı’ gibi düşüncelerim yok. Malesef insanımız güce tapıyormuş ve düşene destek olmak yerine tekme atmayı tercih ediyormuş. Mesela memleketten başı sıkışan, hastası olan, iş arayan Ankara’da beni buluyordu. Elimden geldiğince herkese yardımcı olmuştum. Hastası olana doktor buldum, iş arayana yardımcı oldum, yolda kalana para verdim vs. Sonra ne oldu? Süreç başlayınca düne kadar benden iyilik gören insanlar polise gidip beni ve ailemi ihbar etti. 80 yaşındaki hasta bababı taciz ettiler. Anneme babama selam veren yok şimdi. Bu örnekleri çoğaltabilirim.
Bürokraside, siyasette kırgın-kızgın olduğum çok kişi var. Askeri vesayetin zirvede olduğu, herkesin asker korkusundan titrediği günlerde biz Bugün Gazetesi’nde önemli işler yaptık. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü için riskler aldık. O günlerde aldığımız riskleri bizzat gören, taktir eden kişiler 17/25 sonrası bize terörist demeye başladı. Kurup büyüttüğümüz gazeteye el koydular, yağmaladılar. Ankara dönemimde hepsiyle birebir mesaim oldu. Hepsine şunu sordum “17 Aralıktaki hangi iddia yanlıştı?’ hepsi ‘iddialar doğru olabilir ama neden yazıyorsunuz?’ diyordu. Akın İpek’in evine misafir olan, yaşantısını bilen insanlar sonra gidip servetini yağmaladılar. Özelde ‘haklısınız ama yapacak bir şey yok, Gülen’e bunları yapan Erdoğan, bize neler yapar’ diye sessiz kalan ‘dostlarıma’ kırgınlığım büyük.
Türkiye medyasının hali?
Tek kelime ile rezalet. Tamam, Türk medyası hiç bir zaman iyi değildi ama hiç bir zamanda bu kötü olmamıştı. Şu anda bir medyadan bahsetmek mümkün değil. MİT en büyük yayın yönetmeni. Oradan hazırlanan ‘materyaller’ medya kurumlarına servis ediliyor. Yapılanın yayıncılık olduğunu söylemek mümkün değil. Erdoğan, medyayı bir hipnoz aracı olarak kullanıyor. O yüzden Bugün ve Zaman’a el koydular çünkü en küçük bir tıkırtı hipnozu bozabilirdi.
Bu aşamada şunu da not düşmek şart: ‘Cemaat medyasını’ eleştirmek gibi bir moda var. Eğer bir sıralama yaparsak en temiz medya kurumları onların Cemaat medyası diye tanımladıkları çıkar. Zaman’ın Bugün’ün STV’nin geçmişinde eleştirilecek konuları sıralasanız bir elin parmağını geçmez. Ancak bize ‘gazetecilik dersi’ vermeye çalışan, böbürlenerek ahkam kesenler her gün cinayet işliyorlar. Tabi ki mükemmel değildik ama kimse kusura bakmasın Türk medyasının en kirli, en karanlık kurumları, kişileri bize gazetecilik dersi vermeye kalkmasın. En basitinden, 4 yıldır her akşam ekranlarda, gazete köşelerinde dar ağaçları kuruluyor. Masum insanlar asılıp kesiliyor. Suçlanan insanlara bir kez olsun söz hakkı verilmedi.
Gazeteciliğin en temel kuralıdır cevap hakkı.
Gazetelere, televizyonlara el konup gazeteciler tutuklanırken sesini çıkarmayanlar çıkıp meslek ahlakından, gazetecilik etiğinden bahsetmesin. Eminim bu dönemin medyası ileride iletişim fakültelerinde ders konusu olacak, açılacak bir ‘utanç müzesi’nde gösterilecektir.
Şu anda neler okuyorsunuz?
Amerikan tarihi okuyorum. Amerikanın kuruluş felsefesi ilgimi çekiyor. Tocqueville’in ‘Amerika’da Demokrasi’ sini okudum mesela. Bugünlerde Trump’lı Beyaz Saray’ı anlatan Fire and Furry okuyorum. Bir de ‘The Good Spy’ isimli bir biyografi var okuduğum.
Diyaspora’da yasayan Türklerin durumunu nasil degerlendiriyorsunuz?
Bir kaç başlık açmak mümkün;
- Uzun zamandır burada yaşayanlar. Malesef çoğu Türkiye’den kopamamışlar. Akılları, ruhları Türkiye’de.
- Süreçle birlikte yurt dışına çıkmış olanlar. Çok değerli insanlar tanıdım. Türkiye’de çok önemli pozisyonlarda olmuş, ekonomik durumu iyi insanlar şimdi buralarda Uber yapıyor, pizza dağıtıyor, inşaatta çalışıyor. Her birinin ayrı bir tirajik hikayesi var. Bu kategorideki insanlara bir şey söylemek zor çünkü mağdurlar. Psikolojilerinin de sağlıklı olduğunu (kendimi de katarak) düşünmüyorum. Süreç bitince bir çoğu dönecektir.
Genel olarak gördüğüm sorun şu; Türkiye’ye bağlı yaşamak. Oysa ki bulundukları ülkelere entegre olmak, orada varlık göstermek çok daha önemli. İçinden geçtiğimiz süreç bu açıdan faydalı oldu denebilir. Birçok kişi artık bulunduğu ülkeyi memleket olarak kabul ediyor.
Şahsen mesleğimin bir parçası olmasa ne Türkçe gazete okurum, ne sosyal medyaya bakarım. Muhatap olduğum herkese de bunu tavsiye ediyorum. Türk medyasını izlemeyin, sosyal medyaya bakmayın. Dışarıda koskoca bir dünya var ve orada var olmak lazım.