Cemil Tokpınar-tr724.com
Çağın zalimlerine karşı asla boyun eğmeden iman ve Kur’an hizmetine devam eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 1935 yılında talebeleriyle birlikte Eskişehir Hapishanesinde bulunmaktadır. Hapishane şartları o kadar ağırdır ki, insanların ümidini, şevkini, moralini yerle bir edecek seviyededir. Ancak ümit ve şevk abidesi olan Üstad Hazretleri, her şeyde hikmet ve maslahatı gördüğünden takdire boyun eğmiş ve o ağır şartlarda bile herkese ümit aşılamaktadır. Şahsî ibadetlerinden, dua ve evradlarından asla taviz vermediği gibi, Risale-i Nur’un muhteşem bölümlerinden olan 30. Lem’a, 1. ve 2. Şua gibi esma-i hüsna, tevhid ve beşaret risalelerini burada yazar.
Ancak talebelerinin hepsi aynı olgunlukta ve aynı tahammül seviyesinde değildir. Bir gün belki de hapishanenin karamsar havasını değiştirmek ve talebelerini biraz neşelendirmek arzusuyla genç talebelerinden Mehmed Gülırmak’tan bir istekte bulunur. Şevk konusunu anlamakta önemli bir yeri olan bu hatırayı bizzat Mehmed Gülırmak’ın kendisi şöyle anlatıyor:
“Üstad bir gün bana:
– Muhammed, yavrum, bir na’t-ı şerif söyler misin, dedi.
– Söylerim efendim, dedim. Yahu, birçok destan, naat biliyorum. Hiçbiri aklıma gelmiyor. Sadece, Turnam türküsü geliyor, başka bir şey gelmiyor. O kadar araştırıyorum, imkân yok, bir şey aklıma gelmiyor. Ben başladım Turnam türküsünü söylemeye.
Allı turnam bizim ele varırsan,
Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük, benzi soluk yâr söyle
Ah gülüm gülüm, kırıldı kolum,
Tutmuyor elim, turnalar hey
“Bir beyit bitince:
- Fesübhanallah Muhammed, sen ne yapıyorsun? Bu, avam kısmının türküsü, dedi.
- Ne olursa olsun Efendim, neyse cezam çekeceğim, bunu illâ çağıracağım, dedim.
- Fesübhanallah, dedi. Boyuna fesübhanallah çekiyor. Bir taraftan korkuyorum, ama sesim de inadına daha fazla çıkıyor, dağ, taş inliyor. Nihayet türkü bitti.
“Üstad, gülümseyerek:
- Muhammed, bana hakkını helal et, dedi. Ben de:
- Hay hay, ne hakkı bu? Yerden göğe helâl olsun, dedim. Üstad:
- Öyle bir ilham geldi ki, ‘Sakın çocuğa dokunma, biz ona na’t-ı şerif sevabı yazıyoruz; ne çağırırsa çağırsın dendi, beni şaşırttın sen, dedi.
Mehmed Gülırmak, bu türküyü söylediğinde 24 yaşındadır. Genç yaşta Üstadı ve Risaleleri tanımış, hizmet etmiş, bedel ödemiş bir yiğittir. Aradan yıllar geçer Mehmet Gülırmak, Isparta’ya Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ziyarete gider. Üstad Hazretleri, talebelerine Mehmet Gülırmak’ı tanıtırken şöyle der:
“Bunun bir saatlik hizmetine siz on sene çalışsanız çıkamazsınız. Bütün hocalar, şeyhler, dervişler asıldıkları zamanda bu yavrucak, çocuk olduğu halde gece gündüz dağdan taştan gider, her tarafa kitap yetiştirirdi. Gece giderdi. Bunun bir saatine çıkamazsınız.” der.
Asıl mesele, bilmek değil, yaşamak
Bu iki hatırada ibret alınacak çok nokta var. Sondan başa geleyim isterseniz. Üstadın son cümlesine dikkat edelim. Demek ki, makam mevki sahibi olmak, âlim ve hoca olmak yetmiyor dostlar! Bildiklerini ve inandıklarını ne kadar uyguluyorsun, kendine dava kabul ettiğin İslâm ve Kur’an hizmeti için hangi bedelleri ödüyorsun, zulme zalime ne pahasına olursa olsun karşı durabiliyor musun? İşte asıl mesele, asıl büyüklük, asıl hüner burada.
Bu yazıyı önceki geceden beri yüreğimi yakan, kim bilir kaç kez gözyaşlarına boğulduğum Meriç’teki kardeşlerimizin derin hüznüyle kaleme alıyorum. Beş yıldır hizmet hareketine mensup olan kardeşlerimizin hayatlarıyla yazdıkları kahramanlık destanları, Üstad ve talebelerinin yazdıkları çile ve ıztırap destanları gibi.
Öyle bir fedakârlık ki, makam, mevki, meslek, şan, şöhret, iş, can, mal, çevre, huzur, aile, tehdit, ölüm, iftira ile sınanan kardeşlerimiz nice destanlar yazıyor, kıyamete kadar “Hey gidi günler!” diyeceğimiz kahramanlıklar biriktiriyor.
Ancak bu yoğun acı, ıstırap, keder, buhran hepimizi olumsuz etkiliyor, travmaya sürüklüyor, depresif bir hal insanları çepeçevre kucaklıyor. Yetmiyor, kimilerinde umutlar köreliyor, sabır ve tahammül bitiyor, “Artık yeter, Allah’ın yardımı ne zaman” noktasına getiriyor, kimilerinin imanı sınırları zorluyor, gelgitler yaşanıyor.
Mesaj atanlar, telefon edenler, bizzat söyleyenler var:
“Hocam, içimizden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Eski aşkımızı, ümidimizi, şevkimizi bulamıyoruz. Ne yapacağız, nasıl ayakta duracağız?”
İşte sözün burasında aklıma şu gerçek geliyor: Üstad Hazretleri gibi muazzam ve muhteşem bir dava adamı, imanı hakkalyakîn mertebesinde bulunan bir hakikat kahramanı bile hiç değilse kardeşlerine moral ve şevk vermek için na’t-ı şerif okutuyor. Ama kader, hikmet belki de İlâhî irade Mehmed Gülırmak’a Turnam türküsünü söylettiriyor. Yetmiyor, o türküye na’t-ı şerif sevabı yazıyor.
Şu anda çekilen çileler ve yapılan fedakârlıklar da mana âlemlerinde çok önemseniyor, takdir ediliyor, alkışlanıyor ve emsalsiz sevaplar yazılıyor diye tahmin ediyorum.
Ancak şu andaki travmalara, acılara, moral bozukluğuna dur deyip, aşk, şevk, ümit şerbetiyle tatlandırmamız ve ballandırmamız gerekiyor.
Şevk-i mutlak, hizmetin esaslarındandır
Üstad Hazretleri Mektubat isimli eserinde hem dine hizmet, hem de şahsî terakkî metodu olarak seçtiği acizlik yolunu ve dört esasını şöyle açıklıyor:
“Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çiz: fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!” (4. Mektub)
Demek ki, manevî mesleğimizin dört esası “mutlaklık” seviyesindedir ve bunların birisi de şevk-i mutlaktır.
Yani her şeye rağmen tam, eksiksiz, engelsiz, sürekli şevk içinde bulunmak!
Şevkin kelime anlamı her ne kadar “istek, heves” ise de, asırlardır kullanılan bu kelime “aşk, şevk, gayret, neşe, arzu, mutluluk, sevinç, coşku, ümit, huzur, cesaret, girişim, hiçbir engele aldırmamak” gibi manaları da içinde barındırmaktadır.
Şevk varsa, hizmet ve hayat vardır. Bunun için Üstad Münazarat isimli eserinde, “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir).” tesbitinde bulunur.
Şevk yoksa hizmet, gayret, başarı yoktur. Şevk konusunu anlamak için 18. Mektub’un Üçüncü Meselesi’ni müzakere ederek okumak gerekir.
Şevk-i mutlak için neler yapmalıyız?
Şu anda herkes seviyesine göre farklı boyutlarda travmalar yaşadığı için mutlaka meşru bir huzur, rahatlama, mutlu olma yöntemlerini bulmalıyız. Çünkü mutsuz, ümitsiz, şevksiz bir insan ayakta duramaz, muhtaçlara yardımda bulunamaz ve hizmet edemez. Önce kendimize yatırım yapmalıyız. Herkes kendini ve ailesini ayakta tutmak ve olumsuzluklardan korumak için çırpınmalıdır.
Peki yaşadığımız olayları anlamak, tahammül etmek ve şevki korumak, hatta arttırmak için ne yapmalıyız?
- Önce yaşadığımız olayların hikmet ve sevaplarını keşf etmeli, geçmiş bütün nebi ve velilerin katlandığı fedakârlıkları, nail oldukları İlâhî yardımları ve başarıları okumalı, “Ya Ömer, istemez misin, dünya onların, ahiret bizim olsun” sırrını anlamalıyız.
- Bu süreçte yaşanan ikramları, tevafukları, sadık yakaza ve rüyaları okuyalım, paylaşalım, ümidimizi kırmayalım ve şevklenelim.
- Her sıkıntıya rağmen dua, ibadet, yardımlaşma ve hizmetin hakkını vermeye çalışırsak, içimiz huzur, sevinç ve şevkle dolar.
- Şevk hizmeti, yeni hizmetler ve başarılar da şevkimizi besler, tetikler, artırır. Bunun için yeni hizmet yol ve yöntemleri geliştirip uygulamalıyız. Atalet ve tembellik şevksizliği, ümitsizliği ve huzursuzluğu besleyen faktörlerdir. Çok güzel yeni hizmet tarzları uygulayan ve başarılı sonuçlar alan kimseleri modellemeliyiz.
- Hem kendimizi hem de ailemizi küçük mutluluklarla diri ve neşeli tutmalıyız. Bir yandan yaşadığımız olaylara yüreğimiz kan ağlarken bilhassa ailedeki hanımları, gençleri ve çocukları düşünerek meşru keyif ve mutluluk yollarını ihmal etmemeliyiz. Misafirlikler, farklı ikramlar, geziler, piknikler, kermesleri hem hizmete, hem şevke vesile etmeliyiz.
- Her meselede orta yolu tavsiye eden Üstadımız, ihlasa gelince “azamî ihlâs” dediği gibi, kardeşler arası irtibat içinde “müfritane irtibat” ifadesini kullanmaktadır. O halde sık sık iki kişi de olsa bir araya gelip okumalı, konuşmalı, şevk alıp şevk vermeliyiz. Ortam müsait olan ülke ve bölgelerde, keyfiyet programları, müzakereli okumalar yapmak, hatta düğünleri bile bir araya gelip kucaklaşmaya vesile etmek gerekir.
- Durumu ağır olan kardeşlerimizle maddî ve manevî ilgilenmek, hatta psikolog veya psikiyatrist yardımı almak şarttır. Herkes aynı seviyede değildir, bazılarının derdi daha ağır veya tahammülü daha zayıf olabilir.
- Bu süreçte kimileri tatil yapmaya imkân bulamayabilir, bazıları imkân bulsa bile tatil yapmak içinden gelmeyebilir, bazıları ise tatil yapmasa bunalıma girecek kadar ihtiyaç duyabilir. Herkesi anlayışla karşılayalım. Bence meşru ve makul olmak şartıyla tatil de yapılabilir. Ancak israftan, gösterişten, mümkünse resim ve video paylaşmaktan kaçınmak güzel olur. Çünkü her gün kan ağlayan canlar var. Düğün, tatil, piknik ne yaparsak yapalım, “bizce”sini yapalım, onu hizmetimize vesile kılalım.
Bu uzun konuyu burada noktalarken bütün dostlara açık bir çağrıda bulunmak istiyorum: Mümkünse şevk artıracak formülleri, uyguladıkları veya duydukları güzel hizmet yöntemlerini bize yazsınlar, paylaşalım ve ortak bir havuz oluşturalım.
Lütfen, şevk-i mutlak konusunu önemseyelim, fikir üretelim, çevremizle paylaşalım, yeni ufuklar keşfedelim.