Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’te dünyaya gelmiştir. Orta okul çağına gelince Erzurum’a gelmiş, orada ortaokulu ve o tarihlerde meşhur olan Erzurum Lisesini okumuştur. Yaklaşık 19 yaşındayken Matematik okumak Matematik mühendisi olmak üzere İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’da bir akrabasının tavsiyesi üzerine İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde alanının uzmanı, o günün şartlarında dünyaca ünlü Alman şarkiyatçı Helmut Ritter’in bir seminerine katılmış, ve bu seminerden çok etkilenerek şimdiye kadar taşıdığı matematik mühendisi olma fikrinden bile vazgeçmiş, ertesi günü evraklarını alarak Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsüne kaydını yaptırmaya gidip oranın öğrencisi olmuştur. Bölümün çok zor olması ve Ritter’in çok seçici ve zor bir insan olduğu söylentilerine kulak bile asmamış ve kimse onu fikrinden caydıramamıştır.
İkinci dünya savaşının ayak seslerinin duyulduğu bu sıralarda İstanbul’da üniversite faaliyetlerini ister istemez yavaşlatmıştı ve birkaç ay daha tedrisata başlamayabilirdi. Ritter, öğrencilerine, hassaten Fuat Sezgin’e çok iyi bir Arapça öğrenmesi gerektiğini ifade etmiş, talebesi Sezgin de onun tavsiyesini emir kabul ederek ibn Cerir et-Taberi’nin tefsiriyle işe başlayarak günde 15-18 saat çalışıp, 6 ay gibi kısa sürede Taberi tefsirini çok rahatlıkla bir Türkçe metin gibi okuyup anlamaya başlamıştı. Bir karşılaşmalarında hocası, yanında bulunan Gazali’nin İhyau Ulumiddin kitabını önüne koyar ve ondan okumasını ister. Sezgin hiç takılmadan onu da okuyup manalarını söyleyince, Hocası Ritter kendisine beş tane dil öğrenme vazifesi verdiği gibi her yıl da bu dillere yeni bir dil daha öğrenerek dil repertuarını genişletmesini kendisine salıklar. Biz sonradan hayret ve hayranlıkla Sezgin’in nasıl 27 dili konuştuğunu böylece o günlerde atılan bu temelle ve gösterilen bu gayretle atılmış olduğunu anlamış oluyoruz.
Fakülteyi bitirdikten sonra İslami alandaki birkaç çalışması da dikkat çekicidir. Fakat bunların en önemlisi “Buhari’nin Kaynakları” konulu tez çalışmasıdır. Bu çalışmayı 1956 yılında yayınladığını biliyoruz. Ben de şahsen kendisini bu kitabıyla tanımaya başladım ve ilgimi çekti.
Ve yıl 1960’ı göstermektedir. Her on yılda bir olan, satılmış müfsitlerin ifsat hareketine Türkiye ve Türkiye halkı bir kez daha maruz kalmıştır. Halkından intikam almasını iyi beceren o günün idarecileri de 147 akademisyenin üniversitelerden ilişkisini keserek onları hapislere tıkmayı marifet saymıştı. (2017, 1960’dan daha da kötü olmalı ki, bu rakam şimdilerde on binleri buluyor) Fuat Sezgin de bu akademisyenlerin arasındaydı. Fuat Sezgin, Almanya’ya giderek bir taraftan canını o zalim ve gaddarların elinden kurtarmış, diğer taraftan da ilmi çalışmalarına devam etmişti. 1965 yılında Cabir ibn Hayyan üzerine yaptığı araştırma ve çalışmalar neticesinde ikinci doktora tezini de Frankfurt Üniversitesi Institut für Geschichte der Naturwissenschaften’de sunmuş ve bir yıl sonra profesörlük makamına yükseltilmiştir. Nihayetinde Fuat Sezgin, Türkiye’ye gelip hapse atılmak, belki sağ çıkıp çıkamayacağı meçhul bir maceraya hedef olmamak için Türkiye’ye dönmemiş ve vatandaşlıktan atılmıştır.
İslam bilim tarihi alanında bütün şarkiyatçıların el kitabı gibi kullandıkları Brockelmann’ın Geschichte der Arabischen Literatur adlı eserini geliştirmek ve genişletmekle ilgilenen ve farklı ülkelerden seçilen 10’dan fazla akademisyenden oluşan bir heyet bu işi dünyada en iyi yapacak olan kişinin Prof. Dr. Fuat Sezgin olduğu kararını vererek kendilerini lağvederler. Sezginin hocası sadece bir cildini gördüğü ve Arapçaya da çevrilmiş olan Tarihu’t-Turasi’l-Arabi’yi görünce, bu kitap gibi bir kitap şimdiye kadar ne hazırlandı, ne de bundan sonra hazırlanabilir, diyerek Fuat Sezgini tebrik eder. Şimdiye kadar 17. cildi yayınlanan bu eserin dünyada bir benzeri daha bulunmamaktadır. Bu kitabın hazırlanmasında öne çıkan önemli bir husus da şudur: Sezgin, dünyanın neresinde olursa olsun, kataloglara ve literatüre girmemiş bir kitap duyarsa, Almanya’nın kendisi için hazırladığı imkanlarla oraya gider, o kitabı bulur ve onun ya kendisini ya da mikrofilmini alır, Almanya’ya getirirdi. Onu hazırladığı kitaba nasıl girmesi gerekiyorsa öylece koyardı. Frankfurt’ta kurduğu ve teknik, teknoloji ve tıp alanında kullanılan 800’den fazla alet edevatı bir araya getirdiği yerde aynı zamanda büyük bir de kütüphane kurmuştur ki, dünya genelinden bin bir türlü zorluk ve meşakkatlerle topladığı 45.000 cilt çoğu el yazma eserle 10.000’in üzerinde mikrofilm arşiviyle dünyada benzeri olmayan bir kütüphanedir. Ayrıca kendisinin hem ilgilenip, hem yaptığı bu alet ve edevatın tarihini de bizzat kendisi kaleme almış, 5 cilt halinde İslam’da Bilim ve Teknik adıyla bir katalog neşretmiştir.
İstanbul Gülhane parkta kendisiyle yaptığımız bir görüşmede kendisine, “Muhterem hocam, iyi ki Zat-i alinizi biz Almanya’ya sürmüş ve vatandaşlığınızı iptal emişiz. Yoksa siz bu günkü Fuat Sezgin olamazdınız. Bu imkanları size Alman hükümetinin dışında hiç kimse sağlamazdı” dediğimde güldü ve “Doğru diyorsun Dr. Ali Bey!” demişti. Kendisinin dostu ve benim de arkadaşım olan Arap Dili ve Ed. Profesörü olan Sadi Bey’e Almanya’da bir ziyareti esnasında diyor ki, Sadi bey Allaha şükür biz ailece, hanımım ve kızım dahil sahabe hayatı yaşamaya çalışıyoruz, bu kadar çalışma içerisinde ve bu kadar çok seyahatimde Dini vecibelerimi hiç aksatmadım.! Ne mutlu böyle hayat yaşayan insanlara! Prof. Sadi bey arkadaşımın da başı sağ olsun.
30 Haziran 2018 yalında kaybettiğimiz ve bilim dünyasının cidden yetim kalmasına sebep olan ve 94 yaşında hala üzerinde çalıştığı, dünyada ilk ve İslam dünyasının yüzünü ağartan 17 ciltlik Arap-İslam Bilim Tarihi’nin 18. Cildini yazarken hayatını kaybetti. Bu vesileyle, Hanımı Ursula ve Kızı Hilal hanımın, bilim camiasının ve sevenlerinin başları sağ olsun. Allah Taala makamını cennet etsin. Dün kovup vatandaşlığını elinden alan zihniyetin bu günkü figüranlarının Merhumun etrafında dolaşmaları da tam bir nifak alameti olarak görülmeli ve ona itibar edilmemelidir.