Bayramlar, yapılan fedâkarlıklarla Allah‘ı hoşnut etme ve huzûra kavuşma günleridir. Mü’min, Allah (celle celalühü) emrettiği için namazını edâ eder, Oruc’unu tutar, üzerine farz ise Zekat’ını, Hacc’ını îfâ eder, kurbanını keser ve netîcede Allah’ın rızâsını bekler.
İdrâkiyle şereflendiğimiz mübârek Kurban Bayramı’nda, Allah (celle celalühü) için kestiğimiz kurbanlar, Rabb’imize yaklaşmaya vesîle olurken, bir yönüyle de garipleri, yetimleri, fakirleri sevindirme ve kalplerini kazanmaya sebep olmaktadır. Böylece onların da bir Bayram sevincine kavuşmalarını sağlamaktadır. Bir taraftan da, Kurban derilerinden ve bağırsaklarından elde edilen gelirlerle, nice zâyi olan nesiller ihyâ edilmekte, kafaları ilimle, kalpleri îman ve ahlâkla donatılmaktadır.
Bayramlar vesîlesiyle mü‘minler, maddî mânevî irfâna ermiş, duyguları îtibâriyle incelmiş, rûhuyla bütünleşmiş, birbiriyle sevgi ve muhabbetle sarmaş dolaş olmuş; nice küskünler barışmış, gayz, kin, nefret ve öfkeler balon gibi sönmüş; A‘dan Z‘ye millet fertleri büyük çoğunluğu îtibâriyle câmileri lebâlep doldurmuş, Allah’a îmânın zevkine ermiş, O’na (celle celalühü) ve yarattığı bütün varlıklara karşı sîneleri sevgi ile dolmuş ve böylece huzur ve itmînâna ermişlerdir. Bu âhengin altüst olduğu ülkemize ve insanımıza, en kısa zamanda yine mutlu günlerine dönmesini Cenâb-ı Allah’ın rahmetinden intizâr ediyoruz.
Dedeler, neneler , anne babalar, maddî mânevî büyük zatlar, vicdanlarında bayramın neşvesini, huzurunu duyarken; rengârenk elbiseler içinde yüzü gülen çocuklar, garipler ve yetimler de, kendi hülyâları içinde dünyâlarını yaşarlar.
Dünyâya niçin geldiğinin farkında olan, îman edip dâvây-ı İslâm’a gönül veren, başkalarını sevindirmenin zevkine varan kadın erkek nice hak dostları; yaşadıkları ülkenin dâhilî ve hâricinde kurbanlarıyla beraber, ağlayanları güldürmek, açları doyurmak, yetimleri sevindirmek için, kendi eşlerini, ana babalarını, çoluk çocuğunu, yakın akraba ve komşularını bırakıp dünyanın değişik yerlerine giderler. Kurbanlarını oralarda kesip, hiç tanımadıkları o garip insanlarla sarmaş dolaş olup bayramı onlarla kutlarlar.
Bayram ikliminde yaşlıları, nûrâniyetleri ile melekleşmiş, insan-ı kâmil zirvesine tırmanan muhterem birer insan; gençleri, nefislerini frenlemiş, îmanın neşvesi ile kendilerini îman ve Kur’an hizmetine adamış iffetli birer küheylan; çocukları, etrafa koku ve güzellik saçan bahar çiçekleri olarak görür, mesrûr olur huzur duyarız.
Hz. Allah (celle celalühü) insan olmanın, kardeşlik şuuruna ermenin, başkalarını kendi nefsine tercih etmenin mutluluk ve huzûrunu, insana îmanın kazandıracağı güzelliklerle -irâdemiz dışında vukû bulan hâdiseler hâriç- dünyâda, cennetin küçük bir numûnesini fert ve âile ortamında temin eder ve bunun huzûrunu insanın vicdânında duyurur ve tattırır.
Allah (celle celalühü) kâinatı, husûsiyle insanı yaratıp kendi hâline bırakmamıştır. İnsanın maddî mânevî uzuvlarını, latîfelerini devamlı şekilde geliştirme, her türlü ihtiyaçlarını sürekli yaratıp karşılama, maddî mânevî ona zarar verecek binlerce tehlikelerden koruma işlerini de uhdesine almıştır. Böylece Yüce Yaratıcı, bunları öyle bir sisteme bağlamıştır ki, insanoğlu bu kadar ilerleyen bilgi ve tecrübeleriyle bu güzelliği farketmekte ise de, Sâni-i Muhteşem‘le (cc) irtibatlandıramadığı için sıkıntı çekmekte ve bundan dolayı vicdânî huzura erememektedir.
Âlem- i İslâm’ın baypas geçirdiği, erozyon yaşadığı ve milyonlarca insanın mağdur ve perişan olduğu günümüzde, mutlu ve huzur içinde bir Bayram yapma hakkımız yok ama, Bayramı vesîle yaparak imkanlarımız ölçüsünde maddî yardım ve aynı hâdiseler başımıza gelmiş gibi samîmiyetle, içten duâlarla, kardeşlerimizin yaralarını saracak ve dertlerine ortak olmaya çalışacağız.
Büyük insanların imtihanları da büyük olur. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dedelerinden Ulü’l-azm peygamber Hz. İbrahim (aleyhisselâm); oğlu İsmail’i (aleyhisselâm) en sevimli yaşta kurban etme gibi bir fedâkârlıkla imtihâna tâbi tutulmuştu.
Hz. İbrahim (aleyhisselâm): “Evlâdım, ben uykuda seni boğazlamaya giriştiğimi görüyorum, buna ne dersin?”
Oğlu: “Babacığım! Hiç düşünüp çekinme. Sana, Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin.” (Saffât sûresi, 37/102)
Bu büyük imtihânı, baba-oğul her ikisi de tevekkül ve teslîmiyetle kabulleniyorlar. Bu teslîmiyet ve tevekkülleriyle kazanılan imtihâna mükâfat olarak, kurban etmek üzere Allah bir koç gönderiyor. Mü’minler de, seviyesine ve sorumluluk duygusuna göre değişik imtihanlara tâbi tutulmaktadırlar. Mü’minler,bütün bu imtihanları Allah’a olan tevekkül, teslîmiyet ve sabırlarıyla aşacaklardır.
İdrâkiyle şereflendiğimiz Bayram’da, Allah için kestiğimiz kurbanlarla ehl-i îman olarak diyoruz ki; “Allah’ım emrettiğin namaz, oruç, hac ve zekat vazîfelerini severek îfâ ettiğimiz gibi, gerekirse Kurbanlarımız yerine canımızı da verebileceğimizi ifâde ediyor, böylece rızânı kazanmaya tâlip oluyoruz.”
Kurban, bir yönüyle ikram, yâni fakirleri sevindirme, ihtiyaçlarını görüp, kalplerini kazanma bayramıdır.
Neslimizi kurban vermemek için, hayru’l halef nesillerimizin yetişmesine de sebeb olan kurbanlarımızı kesip, Mevlâ’mızın rızâsını bekliyoruz.
Bu vesîleyle ehl-i îmanın verdiği kurbanlar, dünyanın muhtelif yerlerinde binlerce muhtaç insanlara ulaştırılıp gönülleri kazanılıyor.
Bir milletin uzun ömürlü olması yetiştireceği nesillere bağ
lıdır. Gönülleri fethedilmiş bir nesle sâhip olmak, cihanların fethedilmesinden daha önemlidir.
lıdır. Gönülleri fethedilmiş bir nesle sâhip olmak, cihanların fethedilmesinden daha önemlidir.
Geçmişi değerlendirip ibret alan, geleceğin plân ve projesini çok iyi yapan nesiller, karınca gibi ayaklar altında ezilmekten kurtulacak ve insanlığın müstakbel saâdeti, emniyeti ve huzuru için çok büyük hayırlara vesîle olacaklardır.
İslâm’ın yüce ahlâkı, hayatı istihkâr eden fedakârların omuzunda yücelecek, yükselecek ve nesillerin enkazdan kurtulması, fedâkâr ve hasbîlerin gayretleriyle mümkün olacaktır.
O fedâkâr ve hasbîler; aynı geminin mensubu olduğu halde, hakîkatlerden hiç bir haberi olmayan insanların ellerinden tutacaklar ve hatta, kıskançlık, inat, yalan ve iftiralarla, kendilerinin de içinde bulunduğu gemiyi batırmaya çalışanlara dahî, sevgiyle, hoşgörüyle muâmelede bulunup, onların da âhiretlerinin kurtuluşunu sağlamaya çalışacaklardır.
İnsanların îman zaafından meydana gelen yaralarına reçete arayan bu fedâkar insanlar, oldukça zorlanmaktadırlar. Zîrâ, dost görünenlerin vefâsızlığı, düşmanın acımasızlığı karşısında perişân olan bu neslin imdâdına koşmak gerekiyor.
Âlem-i İslâm’ın gece gündüz derdini çeken, îman ve Kur’an hizmetine sâhip çıkan ve cebrî-lütfî ile dünyânın her yerine saçılmış olan, kaderini, vatan, millet ve topyekûn insanlığın saâdet ve huzûruna vakfeden, bu yolda dert, çile ve ızdırâba katlanarak üzerine düşeni yapmaya gayret eden kutsîler sâyesinde, sancılar dinecek ve yaralar sarılacaktır inşâallah.
Her mü‘min; kardeşini sevmeli, meziyetleriyle iftihar etmeli ve katiyen kardeşini küçük görmemelidir. Hiçbir mü’min, ölümle sona erecek dünyâ hayatını tercih ederek, şeytan, nefis, gurur ve kibirinin esîri olmamalıdır. Kâinatta tesâdüf olmadığına göre, sebeplerde kusur yapmama kaydıyla Allah’ın taksimine râzı olmalı ve birbirine duâ ederek Allah’ın inâyetine dâvetiye çıkarmalıdır.
Mü‘minlerden küs olanlar, haklı dahi olsa, ‘haklı, insaflı olur’ prensibiyle hareket ederek;bayramı vesîle yapıp kardeşini affedip barışmalı, onunla sarmaş dolaş olmalı, fırsatları kaçırmadan kollektif bir şuurla maddî-mânevî dinamiklere sâhip çıkarak, hayırlı nesiller yetiştirmeye çalışmalıdırlar.
Bütün kardeşlerimizin mübârek Kurban Bayramını kutlar, âlem-i İslâm ve insanlık hakkında hayırlara vesîle olmasını dilerim. Aynı zamanda aklı, gönlü, rûhu, Allah ve Resûlullah ile beraber olan ve hac yapma şerefine ermiş bulunan bütün mü’minlerin de, haclarının mebrûr olmasını Cenâb- ı Hak’tan diler ve duâ ederim.