Sadece Zaman gazetesinde çalıştığı için 7 yıl 6 ay ceza alan gazeteci
Ayşenur Parıldak: Ben bu kötülükte baş edemiyorum… Çok yoruldum. Beni
iyileştirebilecek derin bir uyku istiyorum sadece. “Sayım”
bağırışlarıyla uyandırılmadığım bir uyku…”
Dolar’ın, Euro’nun inmesi çıkması, yaklaşan ekonomik kriz,
bitmeyen siyasi gündemler… Herkes siyasetle, siyasilerle o kadar meşgul
ki, içeridekiler için, ölenler, öldürülenler için bir şey yapılmıyor,
yapılamıyor. Size çok daha gerçek bir cümle söyleyeyim. Ayşenur
Parıldak’ın 6 metrekarelik hücresinden sorduğu o soruyu ileteyim:
“Türkiye’de ve yurt dışında bizim lehimize olabilecek adımlar görüyor
musun?” Yani, bizim için bir şey yapılıyor mu diye soruyor mektubunda.
Ne cevap vereceğimi bilemedim. Ne evet, ne hayır. Evet bir şeyler
yapılıyor belki ama dişe dokunur bir şey maalesef yok. (Bu benim
cevabım. Herkes kendi vicdanında, sırf Zaman gazetesinde çalıştığı için 7
yıl 6 ay ceza alan bu masum insanın sorusuna cevap arayabilir.)
Uluslararası Af Örgütü Amnesty International, yaklaşık bir
yıl önce İngiltere Huddersfield’da Türkiye’deki mağdur
gazeteciler için dayanışma sergisi hazırlamıştı. Bir
kilisede açılan ‘Sessiz Çığlıklar’ adlı sergide, hapisteki tüm
gazetecilerin fotoğraflarına yer verilmişti. Fransız gazeteciler ise bu
yılın başında tutuklu meslektaşlarına mektup yazarak dayanışma içinde
olacaklarını duyurmuştu. Alman Die Welt gazetesinin her
gün bir gazetecinin hikâyesini sayfalarına taşıdığı “Deniz Yücel çıktı
ama daha birçok gazeteci içeride” kampanyası kendilerinin başlattığı bir
proje… Yani kimsenin çabasıyla olmadı. Bildiğim kadarıyla yapılanlar
bunlardan ibaret.
Bilmem kaç bin takipçi için analizler yapmak, hayatını
kaybedenlerin listesini tutmak ya da sadece haberlerini vermek
hücresinde kahrolan Ayşenur ve onun gibi nice masum insanın derdine deva
olmuyor. Nehirlerde boğulan insanların acısını dünyaya duyurmuyor.
Duysa bile kimse harekete geçmiyor. Sosyal medya kahramanlıklarını,
didişmelerini bir kenara bırakırsak… daha fazlasına ihtiyaç var. Fakat
çoğumuz ‘oturduk kaderin karşısına, şimdi ne diyecek’ diye bekliyoruz.
Ya da ahkam kesiyoruz.
HALA UNUTULMAKTAN KORKUYORUM
Bir yıldır mektuplaştığım Ayşenur’un yazdığı son iki
mektup ben de gitttikçe onların acılarından ne kadar uzaklaştığımız
hissine neden oldu. Ayşenur, hâlâ unutulmaktan çok korkuyor. Korkusu
bulunduğu ortamın fiziki koşullarından kaynaklanmıyor. Yapmak istediği
ya da dışarıdaki herkesten beklediği başka bir şey var. Buyrun, sizi
onun cümleleriyle baş başa bırakayım*:
“Hala unutulmaktan çok korkuyorum. İnsanların ‘bir şey
yapmışlardır, yapmasalardı bu kadar uzun süre kalmazlardı’ demelerinden…
İstinafta dosyam onanmış, delil olarak sadece 41 kere giriş yapılmış,
adıma kayıtlı bir ‘vınn’ hattı var. Nereye indirildiği belli değil. 1,5
yılda 41 kez giriş yapmış olmayı yeterli saymış yargı. Ama insanların
hangi delillerle tahliye, beraat ettirildiğini görüyorum. Hücremde
kahroluyorum. Kısa vadede buradan çıkmak değil, insanların
zihinlerindeki bu algıyı yıkmak istiyorum.”
“…41 kez giriş ya! Onu da tutuklandıktan 6-7 ay sonra
ortaya attılar. 6-7 ay delil aradılar. Ben bu kötülükte baş edemiyorum…
Çok yoruldum. Beni iyileştirebilecek derin bir uyku istiyorum sadece.
“Sayım” bağırışlarıyla uyandırılmadığım bir uyku…”
“… Çıkabilecek bir infaz yasasından bahsediyorlar ama bunu
niye yapsınlar, bilmiyorum. Belki işleri bitmiştir bizimle, artık
uğraşmaktan vazgeçmişlerdir. Umarım öyledir; zira çok yoruldum… Ölesiye
yoruldum. Söylenecek çok şey var, ben ve benim gibilerle ilgili ama
boşver. Umarım Allah bizi görüyordur ve çektiğimiz çileler bir şey
içindir. Ve ben de hikmetini görebilirim. Aksi halde bu şekilde daha
fazla dayanamamaktan korkuyorum.”
Ve “Neden ben?” diye soruyor Ayşenur: Önce evliliğim,
sonra eğitim hakkım ve özgürlüğüm… Başkalarının yaktığı ateşte
yanıyorum. Ateşe odun taşıyanlar ya hiç hapse girmedi ya da çıkıyorlar.
Neden ben? Hukuk mesleğinin sağlayacağı tüm imtiyazları elimin tersiyle
itip başkalarının boyunduruğuna girmeyi reddettiğim için mi bu ceza?
“Hiç akletmez misiniz” ayetine inanarak kendi aklımı başkalarına
kiralamadığım için mi suçluyum?
HÜCRE, 6 METREKARE…
İlk başta 6 metrekarelik
hücresinde kalan Ayşenur’un başlarda bir saat olan havalandırma hakkı
zamanla 4, en son da 8 saate çıkmış. O sekiz saatini kendisi gibi
tecritteki arkadaşlarıya geçirdiğini söylüyor, geri kalan vaktini ‘odasında‘ tek
başına geçirdiğini ifade ediyor. Ayşenur ve eminimki hapisteki diğer
masum insanlar herkese çok kırgın. Yalnız bırakıldıklarını düşünüyorlar.
Ayşenur da diyor ki: “Ben kadın olduğum için biraz daha fazla mektup
yazan-gelen oluyor belki ama birçok insan sanırım hepimiz için hak
ettiler gibi bir düşünceye sahip. Yazmayanlar için söylüyorum. Kırgınım
ben çoğu insana…”
Elise Lucet, lütfen Ayşenur’a cevap ver
Elimizden duadan başka bir şey gelmiyor
diyenler olabilir. Yapabileceğiniz bir şey bulunuyor. Yukarıda
bahsettiğim gibi bu yılın başında 14 Fransız gazeteci, Türkiye’den kimi
tutuklu, kimi tutuksuz yargılanan 14 gazeteciyi evlat edindi ve onlara
birer mektup yazdı. Ayşenur’u sahiplenen Fransa’nın en ünlü
gazetecilerinden biri olan Elise Lucet’ti. Ayşenur, benden Lucet’in
adresini bulmamı istedi. Meslektaşına teşekkür etmek istiyor. Lucet’in
yardımcısına ulaşıp durumu anlattım. Fakat
şimdiye kadar olumlu bir sonuç çıkmadı. Tatilde olduklarını, havalar
sıcak olduğunu vs. söylediler en son. Oysa Ayşenur son mektubunda “Madam
Lucet’ten bir haber var mı?” diye soruyor. Heyecanla benden, bizden bir
haber bekliyor. Yapacağınız şey; Lucet’e Twitter hesabından @EliseLucet bir tweet atmak ve Elisa Lucet #répondezàAyşenur yani Ayşenur’a cevap ver deyip bu yazının Fransızcası’nın (İngilizcesi’nin) linkini paylaşmak.
* Ayşenur Parıldak’ın Sincan Cezaevi’nden yazdığı mektuplarına kendisinin izniyle yer verilmiştir.