ENES CANSEVER-HAFTA’NIN YORUMU
İki pasaport taşıyorum.
İki ülkenin vatandaşıyım.
İlki doğup büyüdüğüm ülkem Türkiye, diğeri, sonradan
yerleşip ama en az ilk ülkem kadar değer verdiğim, medeni ve insani
zenginlikleriyle, farklı bakışlar elde ettiğim ikinci ülkem Avustralya.
Her ikisi de benim için önemli.
İkiz evlat gibi…
Elde olmaksızın, birinin acısı, diğerine de sirayet eder.
Birindeki huzursuzluk, en az ikincisi kadar uykumu
kaçırıyor.
Nasıl üzülmeyelim ki?
Kriz sarmalı…
Her gün bir kriz, bir acı ve feryat!
Değerler üzerinde tepindikçe tepiniyor, birileri…
Ne insanî ne İslami, hiçbir kıymet kalmadı elde.
Akşam yatan, fecrin ışıklarıyla nasıl bir felaket ve yıkıma
maruz kalacağını, nasıl bir kâbusla uyanacağını kestiremiyor.
Mefluç, yarınına sürprizle uyandığın bir ülkenin ne değeri
olabilir ki?
Hangi cazibeyi taşıyabilir ki?
Britanya merkezli ikamet ve vatandaşlık planlama firması Henley & Partners, her yıl yaptığı
vatandaşlığı, ‘dünyada en değerli ülkeleri’ sıraladı.
İlk 15 Avrupa ülkelerinden oluşuyor.
Türkiye son sıra olan eksi 88. yerde.
En değerli ülke, ilk sırada Almanya…
Pasaportları da dünyada ilk sırada Almanların…
Sadece Mercedes’lerinden istifade ediyor ülkemin insanları,
insani değerlerini ise elinin tersiyle…
Ekonomik güç, insani gelişim, yaşam süresi ve standardı,
barış ortamı, istikrar, fırsatların çeşitliliği ve kalitesi gibi çok hayati
parametreler ışığında bu sıralama yapılmış. Ne yazık ki, uluslararası arenada
yapılan hiçbir olumlu ve sevindirici kategoride Türkiye’ye yer yok.
Okulların arka sıra bıçkınları olur.
Hem dersi kaynatarak ve öğretmeni meşgul ederek, sınıftakilerin
hakkını gasp eder, zamanını çalar, öğrenecekleri
bilgiden mahrum eder, hem de sürekli
dikkatleri üstüne çeker.
Gözü oynaştadır onların, meselenin özüyle, dersle alakaları
yoktur.
Günlerini gün eder, onu bunu yıldırırlar.
Mualimlerin ve okul idaresinin başının belalarıdır onlar,
hep.
Yıl sonunda da karneler kırıklarla dolu.
Ülkemizin hali de böyle gibi…
MUTLULUKDA DA ÇOK
GERİLERDE
Ah benim bıçkın, dünyayla bağı kopmuş ülkem!
Bir başka acı tablo…
Vatikan Bilim Akademisi’nin açıklanan raporuna göre;
dünyanın ‘en mutlu ülkesi’ Finlandiya.
Finlandiya’yı
sırasıyla Norveç, Danimarka, İzlanda, İsviçre, Hollanda, Kanada, Yeni Zelanda,
İsveç ve Avustralya takip ediyor.
Ya Türkiye?
74. sırada.
Anlayacağınız, olmamız gereken hiç bir yerde yokuz.
Nasıl var olalım ki?
Hangi çabanın sahibi?
Bu ince meselelerle ilgili emeğimiz var mı?
Kavga, gürültü…
Çatık kaşlı bir yönetim, kavgacı bir yönetici, acımasız ve
asık suratlı bir devlet!
Vatandaşını amansız değirmenine taşıyan, un ufak edip, yele
savuran yok eden bir anlayışı hangi olumlu parametrelerle zikredilebilir ki?
Güzel mi güzel bir kelam-ı kibardır: ‘Ne verirsen elinle, o
gelir seninle’ yani, emeğin, çaban, hevesin, arzun, iyi niyetin var mı? Gözün
işte mi oynaşta mı?
AT’A OPERASYON, 7
SAAT:
İkinci ülkem Avustralya’dan paha biçilmez tavır.
Özelde Türkiye ve İslam coğrafyasına genelde ise tüm dünyaya
örnek olacak bir hadiseyi paylaşmak istiyorum.
Geçen günlerde, Sydney’de Eyalet İtfaiye ekibi, bataklığa
saplanan ve çaresiz bir şekilde çırpınan bir at, için adeta seferber oldu.
Operasyondan önce veteriner hekim hazır bulunduruldu.
Acı çekmesin diye
önce bataklıktaki at, ilaçla uyutuldu.
Sonra, büyük bir hassasiyet ve özenle müdahale edildi.
Veterinerin gözetiminde, kalabalık bir ekiple, (itfaiye,
polis ve ilk yardım) operasyon başlatıldı.
Yaşlı at, uzun bir uğraştan sonra büyük bir alkışla
bataklıktan çıkarıldı.
Bu kurtarılma hadisesi, ülke televizyonunda hem de ana haber
bülteninde 1,5 dakika yer aldı.
Yerel ve ulusal medyada geniş yer buldu bu haber.
Kurtarma operasyonu tam 7 saat sürdü. Bir ülkenin en değerli
varlığı, zenginlik kaynağı elbette ki, yetişmiş insan kaynağıdır. Yetişmiş, son
derece iyi eğitim görmüş yüzbinlerce insanını bozuk para gibi harcayıp, berhava
eden bir ülke için hayvanlarla ilgili yaşanan ilginçlikler sayfasını hiç
açmıyorum.
İnsanına değer
vermeyen, hayvanı görebilir mi?
Sydney’deki kurtarma operasyonunu gözyaşları arasında
izledim.
Neden mi?
Çünkü bir taraftan atın kurtarma operasyonunu izlerken öteki
tarafta, Cizre’nin sokaklarında zalim bir kurşunla hayatını kaybeden ve tam bir
hafta cesedi sokak ortasında öylece kala kalan, ülke halkının kaygısızca,
gamsızca seyirci kaldığı Taybet İnan’ın görüntüsü aklıma geldi. Sydney’de
devletin polisi, ilk yardım görevlisi ve itfaiye görevlilerinin bataklığa
saplanmış at için döktüğü teri izlerken…
En değerli insan kaynağını aç biilaç bırakan ve buna seyirci
kalan cahil yığınları için, at kurtarma, boş abes bir iş gibi görünebilir. Aç
biilaç insanların bir ekmek kapısı bulmak için çıktığı amansız yolculuklar
sonrası canlarını vermelerini kanıksayan, böyle bir tablo sonrası bile kinli
tavırlarından ödün vermeyenler böylesi inceliklere akıl erdiremezler.
Ve kelimelerin kifayetsiz, sözün bittiği yer olan Meriç ve
Ege’deki facia ve dramlara karşı sesiz yığınlar veya alkış tutan şarlatanlara,
Sydney’deki at kurtarma operasyonu ne anlatabilir ki..? Günahsız yavruların
anne kucağında boğularak vefat etmesi karşısında bile kin ve nefret kusmaya
devam eden duygusuzlar ve insanlıklarından sıyrılmış mahlûkların bu insani
taraklarda bezi olmaz zaten…
Bin bir emekle ortaya konan birikimlerini ve türlü emeklerle
yetişen evlatlarını el birliğiyle, yokluğa mahkûm eden bir ülkeden de ne hayır
umulur ne de herhangi bir bereket hasıl olur hiç kuşkusuz.
Yazımın sonunda, hayvana değer veren ülkem ile yaratıkların
en şereflisi. eşrf-i mahluk olan insanı değersizleştiren, yakıp yok eden,
acı ve ıstırap çektiren ülkem arasındaki farkı, dürüstçe sizlerle paylaşmak
istedim.
Ha şu ilk pasaportuma mı?
Acı ve hüzünle bakıyorum, acılarla kıvranan anneleri, Meriç ve Ege’deki günahsız yavruları, zindandaki bebekleri, kardeş ve dostlarımı, kısacası ülkemin mazlum ve mağdur kitlelerini
hatırlıyorum. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au