Bediüzzaman
hazretleri menfaat ve şahsi çıkarlar üzerine dönen siyaseti canavarlık olarak
niteleyerek şeytandan Allah’a sığındığı gibi, böyle siyasetten Allah’a sığınır.
Tarihe baktığımızda idareciliği kalî, halî ve kalbî İslam’a dayanan şekilde sınıflandırabiliriz.
Kalî İslam idareciliği lafta ve şekilde İslami fakat amelde ya nifakî veya
makyevelist olur. Sarayda büyür, başkasının hakkını yiyerek beslenir, zulüm ile
ayakta kalır. Hak’tan değil, halktan korkar.
Halî İslam
idareciliği “Otağdaki Han’lık”dır, orada sünbüllenir, Hakka ve adalete dayanır.
İbadet ve evradü ezkar ile beslenir. Adalet ve hak onun otağının iki ana direğidir.
Kalbî İslam
idareciliği ise gönül sultanlığıdır, iman nuru ile tamamen nurlanmış kalpte yaşar.
Hak ve adaletten bir zerre sapmamaya bütün gücü ile gayret eder. Sarayı haram görür,
otağı da elinin tersi ile iter, fakat vazife verilince de emir telakki edip
idarecilikte Ömeri olur. Yani kendini hatta ailesini unutur. Halkın içinde,
onların dertleri ile hemdem fakat Hak ile beraber olur. Geceleri zahid, gündüzleri
fark gözetmeksizin halkın hizmetçisidir.
İlk çeşidine günümüzdeki
İslam ülkelerinin çoğunu, ikincisine Osmanlı sultanlarının çoğunu, sonuncusuna
da Raşid Halifeleri örnek verebiliriz.Malum, İslam ülkelerinin
sadece toprakları değil, beyinleri de kolonileştirildi. Türkiye toprak olarak
değil ama beyin olarak kolonileştirildi. Halka ve idareye ab-ı hayat olan sivil
kuruluşlara hayat hakkı verilmedi. Din, kalî yani sözde yaşandı. Siyaset
menfaat üzerine dönen, bir suçlu yüzünden binlerce masumu katleden ameli münafıklığa
dönüştürüldü. Dışı cilalı, içi çok pis oldu.
Peki ya Osmanlı!
İdarecilerdeki
halî İslamın kaynağı ne idi? Nasıl olmuştu da beş yüz küsur yıl İslamın ruhunu
ayakta tutabilmişlerdi. Üstad’a göre kaynağı marifetullahın, muhabetullahın
yudumlandığı o günkü tekkelerdi. Şimdi Osmanlıcılık oynayanlar 12 yıl önce başörtülü
olduğu için hanımlarını törenlere götüremeyenler, şimdi nasıl oluyorda yüzbinlerce
belki de milyonlarca hanıma psikolojik soykırım yapıyorlar, on yedi bin başörtülüyü
yediyüz bebeği ile zindanlara attırıyorlar. Sekiz on yılda insan nasıl olurda böyle
esfeli safiline düşer. Beş yüzyıl değişmeyen Osmanlı idarecileri, on yılda yüz
seksen derece değişen şimdikiler. Bunun cevabını bulmak için yüzlerce doktora
yapılabilir.
Çare Ne?
Üstad menfaat ve
makyevelist siyasetten Allah’a sığındı, çünkü o gün ne otağdaki yaşayan Han ne
de kalpteki Sultan vardı. Üstad otağdaki hanları, kalplerdeki sultanları yetiştirmek
için tohumlar attı. Hizmet bunları Allah’ın inayet ve keremi ile yeşertti, meyveli
ağaç yaptı. Fakat global gulyabaniler ehli hasedin rüesasını balta olarak
kullanıp, bu ağacı kesti. Devrilen ağacın tohumları bütün dünyaya serpildi. Ehli kalp birinin tabiri ile “eskiden bir agaç
idi. Şimdi ise serpilen bu tohumlar yeşerip ormana dönüşecek” inşallah.
Hocaefendinin
son dört, beş yıldır ızdırap, gözyaşı, evradu ezkar ve dua ile yoğrulmuş
Kur’an, Sünnet ve Raşid Halifelerin idarecilik ile yorumlarına dikkatlice
inceleyin. O yorumlar İslam dünyasında ekmek ve su kadar ihtiyaç duyulan “Kalp Sultanlığı”
ve “Otağ Hanlığı”nın yeniden canlandıracak kalp, akıl ve ruh izdivacının nağmeleridir
ve geleceğin yol haritasıdır. Bu sürecin inşallah iki büyük meyvesi olacaktır.
Otağ Hanlığı ve Gönül Sultanlığı. Birisi hak ve adalette idarecilikte dünyaya
model olacak. Diğeri ve en önemli olanı ise Gönül Sultanlığı’nda insanlığa
rehber olacaktır inşallah. Şartlar hizmet babayiğitlerinin bir kısmına “Otağ Hanlığı’na
zorlayacak fakat büyük bir kismi daha ahsen olan “Gönül Sultanlığı”nın yolunu
tercih edecektir.
Babo borcumuz ne?
Güneydoğuda
vilayetlerin birinde bir kabadayı varmış. Eskiden tek tük araba olduğu için, o
arabaları takmaz, yol ortasında yürürmüş. Birgün araba çarpıyor. Kabadayı yüz gözü
kan içinde zar, zor ayağa kalkıp, şoföre yanaşıyor ve “Babo hasarın vardır.
Borcumuz ne ise ödeyeyim” diyor. Halk, beş on gün de yüzde otuz yedi fakirleşmiş.
İdarecilerimizde kabadayı misali kendilerine toz kondurmayarak “kur atağını püskürttük”
diyorlar. Havuz medyası ve kapıkulu ekonomistlerde bunun davulculuğunu yapıyorlar.
Hani anlatırlar.
Devri sabıkta otuz, kırk yıl din eğitimi yasaklanınca, ülkenin çok yerinde
cenaze namazını kaldıracak imam bulunamaz. Bir defasında cenaze olunca az biraz
Kur’an bilen fakat o anda sarhoş birine, kendisi istemese de zorla cenaze namazı
kıldırırlar. Namazdan sonra, sarhoş gider cenazenin kulağına bir şeyler fısıldar.
Böyle bir adet olmadığını bilen halktan biri, merak edip “ölünün kulağına ne fısıldadın’’
diye sorar. O da “öbür dünyadikelere
deki; Sarhoş imam oldu. İste dünyanın hali bu” fısıldadığını söyler. Ekonomi
cenazesinin kulağına da biri, kimlerin ekonomist olduklarını fısıldasa, belki
gelecek nesiller için ibret olur.