The New York Times’ta yayınlanan editöryal yazıda ABD-Türkiye ilişkileri ve olası prospektifleri kaleme alındı. İlişkilerin onarılıp onarılamayacağı sorulan makalede “Bir kez daha İslamcı değerler, basın, ifade ve din özgürlüğünün olduğu gerçek bir demokrasinin yerini mi alacak” sorusu yöneltildi.
Yazı şöyle:
“Çok da uzun olmayan bir zaman öncesine kadar Türkiye’yi Kuzey Kore, İran ya da Rusya gibi ilkesiz davranışları nedeniyle ABD’nin yaptırım uygulayacağı ülkelerden olacağını düşünmek imkansızdı. Bir NATO üyesi olarak ortak savunma anlaşması var. Anlaşma kapsamında Türkiye, ABD istihbaratından yararlanıyor, Washington da nükleer silahlarını İncirlik Üssü’nde barındırabiliyor.
Bununla birlikte Ağustos başı itibariyle Başkan Trump, Türkiye’nin İçişleri ve Adalet Bakanları’nı Amerikalılarla iş yapmasını ve ABD’deki mali varlıklarından kâr etmelerini engelleyerek “özel olarak belirlenmiş kişiler” ilan etti. Cuma günü de Trump attığı tweetinde Türkiye’ye karşı çelik ve alüminyuma yönelik vergileri iki katına çıkardı. Amaç Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Papaz Andrew Brunson’ı serbest bırakmaya zorlamak.
Mevcut gerilim son NATO toplantısındaki dostluk vurgusundan çok uzak. Fakat aynı zamanda, ABD-Türkiye ilişkisinin yıllar içinde nasıl yıprandığının son örneği şu soruyu sordurtuyor: Türkiye hala bir Amerikan müttefiki midir?
İki ülke arasındaki bağlar 2. Dünya Savaşı’na dayanıyor. NATO’nun ikinci en büyük ordusu olan Türkiye yıllar boyunca Batı ile İslam dünyası arasında bir köprü gibi görülüyordu. Ama Erdoğan’ın artan otoriteryenliği ile hemen sınırlarındaki Suriye çatışması bu bağı zorluyor.
Erdoğan 2003’te seçimleri kazanmasının ve başlattığı reformların ardından Türkiye, AB’ye katılma arzusunda bir Müslüman demokrasi modeli olarak ortaya çıktı.
Ülkenin en büyük İslamcı partisinin lideri Erdoğan muhtemelen hiçbir zaman gerçek bir demokrat olmadı. Ama yıllar geçtikçe gerçekteki otokrat kimliğini gittikçe daha da açık etmeye başladı. Bağımsız medyayı yok etti, gazetecileri tutukluları ve yolsuzluk yapanları kolladı. Ve Haziran’daki seçimleri kazanmasının ardından hükümet kurumlarının kontrolünü etkili biçimde eline aldı.
Haziran seçimlerinde çok az aday Erdoğan’a meydan okuyabildi. Yine de Türkiye’nin siyasi muhalefeti yıllardır parçalanmış halde ve Erdoğan’a zorlayıcı bir alternatif öneremiyor.
Erdoğan, ordunun, Abdullah Gül’ün çok dindar olduğu için cumhurbaşkanı olmasını engellemeye çalıştığı 2007’de cesaretlendirildi. Erdoğan orduya karşı baş kaldırarak erken seçim çağrısı yaptı. Partisi AKP’nin zaferiyle Gül’ün adaylığı ilerledi. Bu deneyim, Suriye iç savaşı ve Türkiye’deki ayrılıkçı Kürtlerle iç savaşın yenilenmesi konusundaki endişeleriyle birleşince, Erdoğan’ı ordu ve sekülerleri marjinalize edip, İslamcıların rolünü genişleterek kendisini ve partisini daha agresif bir şekilde korumaya itti.
ABD ile yaşanan son gerilimlerin kökleri de aynı sebeplere dayanıyor. İki ülke, ABD’nin Suriye’de desteklediği Kürt güçlerine karşı savaşı nedeniyle kavgalı. Türkiye ayrıca Trump’ın tüm ülkelerin İran’la ticaret yapmasını durdurma talebine katılmayı reddetti.
Türkler, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesinin Amerikalılar tarafından defalarca reddedilmesine özellikle öfkeli. Şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin 2016 darbesi girişiminin suç ortaklığıyla suçsuzca suçladığı Türkler, Sayın Gülen’in iadesini hak edecek yeterli delil sunamadı. 2016’daki darbe girişimi nedeniyle absürd bir şekilde ABD’yi suçlayan Türkler, bu zamana kadar Gülen’in iadesi için yeterli delil sunamadı.
Türkiye de yeni ABD yaptırımlarına karşı kendi yaptırımlarını öne sürdü. Türkiye, Brunson’ın yanı sıra 19 Amerikalının ve üç konsolosluk çalışanın süren tutukluluğunu sürdürüyor. Bu hafta Washington’u ziyaret eden bir Türk delegasyonu da dahil olmak üzere yapılan yoğun müzakereler, artık kişisel hale gelmiş Brunson meselesini şu ana kadar çözmeyi başaramadı.
Geçtiğimiz ayki NATO toplantısında, Trump’ın, İsrail’in elinde bulunan bir Türk vatandaşının serbest bırakılması için yardımlarına karşılık Erdoğan’ın da Brunson’u serbest bırakmayı kabul ettiğini düşündüğü medyaya yansımıştı. Ama Türkiye, papazı evine yollamak yerine, ilk olarak ABD’nin, İran’a yaptırımları delmekle suçlanan Halkbank ile banka yöneticilerine karşı verilen ceza için af çıkarmasında ısrarcı oldu.
ABD Kongresi de yakın zamanda, Türkiye’nin Rusya ile sıkılaşan bağları ve Rus yapımı S-400 füze savunma sistemi alması kararına karşı Amerikan yapımı F-35 savaş jetlerinin Türkiye’ye teslimini durdurma kararı aldı.
ABD, Türkiye’nin düşmanlaştırdığı tek müttefiki değil. Türkiye’nin diğer demokrasilerle bağlarını güçlendirecek reformlar yapmasının yolu olarak görülen AB üyelik süreci de öngörülebilir bir gelecekte için durmuş durumda.
Artık kendi otoriteryen yöntemlerine sahip olan Macaristan ve Polonya demokratik liberalizmin AB üyeliği için gerekli olmadığını gösteriyor. Yine de Türkiye’nin daha büyük bir ekonomisi, NATO ve Batı ile çok daha eskiye dayanan bağları var. ABD’nin Türkiye’yi yörüngelerine sıkı sıkıya entegre etmemeleri stratejik hataları oldu.
Artık bu bloktan, hukukun üstünlüğünden bağımsız ve Amerikan yaptırımlarıyla karşı karşıya olan Türkiye’nin zayıf ekonomisi gittikçe daha da güçsüzleşiyor. Trump’ın iki bakana karşı yaptırımları ve yeni vergi yükümlülüklerini açıklamasının ardından, zaten yıl boyunca yüzde 20 değer kaybetmiş olan lira rekor seviyede dibi görerek tüm piyasaları sarstı.
ABD’nin Erdoğan’a karşı kullanabileceği daha çok ekonomik nüfuzu var, özellikle de bazılarının beklediği gibi Türkiye’nin Washington’ın veto hakkının bulunduğu IMF’nin kurtarma paketine ihtiyacı olursa.
Ama gerilimler artmaya devam ederse ikili ilişkilerden geriye ne kalacak? Ve Trump ile Erdoğan bu ilişkileri onarabilecek mi? Türkiye’nin can sıkıcı yakın tarihi bir kez daha İslamcı değerlerin, demokrasinin -seçimlerde dile getirilen türden değil, basın, ifade ve din özgürlüğünün olduğu gerçek bir demokrasinin- yerini alıp alamayacağı sorusunu doğuruyor.”