ENES CANSEVER- HAFTANIN YORUMU
38 yıl
akıp gitmiş, ardımızda bırakmışız.
Şu
zulüm yumağı, 12 Eylül.
Darbeler
zincirinin 3.sü diye anılan askeri müdahale yani…
Bu
korkunç müdahale ve sonrasında yaşananlar…
Hak ihlallerinin,
zorbalıkların, hukuk dışı uygulamaların, aradan 40 yıla yakın bir süre geçse de,
nasıl da yeniden günyüzüne çıktığını, hayat bulduğunu aktarmaya çalışacağım.
Esasında
dünümüzü anlatırken, tıpatıp benzerlikler, tarihin tekerrürü denecek, ‘değişmeyen
makus’ ahlar çekilecektir.
Bir
askeri darbeyi hatırlarken, dünü bugünle beraber yaşayacak, bu kadar benzerlik
de olmaz diyeceksiniz.
Facialar,
ocaklara düşen ateşler, kanayıp duran yaralar, hortlayıp, capcanlı karşımızda
duran karanlık bir zihniyet…
Askeri postallı veya sivil kravatlı, pek farklılık arz etmiyor.
Bu
gaddar devirlerin ve hercümerçlerin ortak özelliği, doludizgin bir
ötekileştirme, şeytanlaştırma, hedef ve düşman olarak algılananın insafsızca
imhası…
*İhtilal
denice;
Işkenceler,
ölümler, karanlık zindanlarda zulmün her türü çalınan yılları, dağılan aileler,
sönen ocaklar…
Sürgünler,
mecburi kaçışlar, travmalar, göçebelikler, sığınmalar, muhaceret
ve belirsizlikler akla gelir.
*Darbe
denince;
İçli
hikayeler, çalınan hayatlar, yaslı anneler, eksik aşklar, kısacası gözyaşı ve
ahlar…
Sevdaları
yarım kalmış genç yürekler, gelincikler hatırlanır(dı), darbeciler ve darbeler
denince…
*Darbeler
denince;
Bozuk
para gibi harcanan vatan evladı, kanı üzerinde siyaset devşirilen ve çarçur
edilen bir nesil, gözardı edilen, kıyıma uğrayan insan sermayesi, yıkıma
uğrayan koca koca emekler…
*Darbeler
denince;
Göç
göç olup yola koyulan yurdum insanı, geride kalan harabeler, perişan
hanumanlar, yurt yuvaların baykuşlara terki-viran edilen derbeder bir memleket dile
gelir.
*Darbeler
denince;
Karanlık
zindanlar, ceza ve tutuk evleri, buralarda yaşanan insanlık dışı uygulamalar
konuşulur(du).
*Darbe denilince;
Cumhuriyet tarihinin önemli büyük
trajedilerinden, kin ve nefret jeneratörü gibi herkesi yakıp yıkan, canına
okuyan cellat bir dönem. Terörle ilgisi olmayan, eli kalemli, ilim ve irfan
sahibi, kaliteli ve kalifiye yüzbinlerce insanın, bu lanetli parantezin içinde
hapsolunduğu ve inim inim inletildiği bir kara tarih…
*12 Eylül denince;
Diyarbakır ve Mamak gibi cezaevleri akla
gelir. İşkencelerin her türlüsü, duvarların kanla boyandığı, inlemelerin arşa
dayandığı sızılar,feryadu figanlar, darpedilmiş vucutları anımsatıyoruz.
*Cezaevleri denince;
Laboratuvar tahlil için toplanan balgamların,
mutfakta yemeklere karıştırıldığı, ekmeğin üzerine krem niyetine deterjanların
sürüldüğü, suların toz deterjanla köpürtülerek insanlara içirildiği gayri insani
bir dönem aklımıza geliyor.
*Dünün 12 Eylül’ü denince;
Henüz akıl-baliğ olmayan, yaşları kütükte büyütülen çocukların elektrik
işkencesiyle, elleri-kolları sırıklara bağlanarak, saatlerce havada
‘Filistin askısı’nda tutulduğu, falakaya yatırıldığı, her türlü fiziki işkencelerin yapıldığı, lağım suyunda
günlerce çırılçıplak bekletildiği, genç yaştaki delikanlıların onuruyla
haysiyetiyle oynandığı, onursuz bir dönem aklımıza geliyor.
*Bugünün 12 Eylül’ünde ise;
Başta Silivri cezaevinde olmak üzere
Edirne’den Karsa, Sinop’tan, Hatay’a kadar, memleketin dört bir yanında, aşkla, iştiyakla inşa edilen
cezaevleri, 17 bin kadın, 700’den fazla çocuk ve anneleriyle doldurulan
tutukevleri, inlemelerin ve ağlamaların arşa dayandığı işkence merkezleri, eş
ve evlatların sorgu merkezlerinde taciz ve tecavüzlere uğradığı, yada
tehdit edildiği karanlık odalar, video çekimleri eşliğinde küfür
seanslarının yapıldığı rezil, alçak ve haysiyetsiz bir dönem aklımıza geliyor.
Her
facia sonrası zarar tespiti yapılır, zarar ziyan kayda geçirilir.
Kısacası, 12 Eylül 1980 ihtilali denince:
Bir dönemin araştırmacılarının kaleme aldığı aşağıdaki istatistikler ve dökümler karışımıza çıkıyor:
*650
bin kişinin göz altına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği,
*210
bin davada 230 bin kişinin yargılandığı,
*7 bin
kişi için idam cezasının istendiği,
*517
kişiye idam cezasının verildiği, 50 gencin idam cezasıyla asıldığı,
*98
bin 404 kişinin örgüt üyesi olmakla suçlanarak yargılandığı,
*30
bin kişinin ‘sakıncalı’ damgasını yiyerek işten atıldığı,
*14
bin kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığı,
*388
bin kişiye pasaportun verilmediği,
*30
bin kişinin ‘siyasi mülteci’ olarak yurtdışına çıkmak zorunda kaldığı,
*300
kişinin kuşkulu bir şekilde, 171 kişinin de işkenceden öldüğü.
*23
bin 677 derneğin kapatıldığı,
*3 bin
854 öğretmen,
*120
öğretim Üyesinin ve 47 hâkimin işine son verildiği,
*400
gazetecinin yargılandığı ve 4 bin yıl hapis cezasının istendiği,
*gazetecilere
toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezasının verildiği,
*31
gazetecinin cezaevine girdiği, 3 gazetecinin silahla öldürüldüğü, gazetelerin
300 gün yayın yapamadığı,
*39
ton gazete ve derginin imha edildiği,
*12
Eylül sürecinde cezaevlerinde 299 kişinin yaşamını yitirdiği,
*144
kişinin kuşkulu bir şekilde öldüğü,
*14
kişinin açlık grevinde öldüğü,
*16
kişinin kaçarken vurulduğu, 95 kişinin çatışmada öldüğü,
*73
kişiye doğal ölüm raporunun verildiği,
*43
kişinin ise intihar ettiği şeklinde…
BUGÜN İÇİN YAPILAN HASAR TESPİTLERİ DAHA BELLİ DEĞİL:
Doğrusu
bugünler için tam bir hasar tespiti yapma imkânı şimdilik yok.
Öylesine
karartılmış ki her şey, doğru bilgiye ulaşma imkânı neredeyse yok. Ama
teknoloji asrında olmayacak anlamına da gelmiyor. Failler tek tek ve isim isim
muhakkak bir gün aydınlığa çıkacak.
Bütün
bu karartmalara rağmen şunları kayda geçmek mümkün:
*Devletin
çeşitli kademelerinde çalışan 170 bine yakın insan, işini kaybetti,
*81417
kişi gözaltına alındı, milyonlarca insan fişlendi,
*50
binden fazla insan tutuklandı,
*3003
adet okul, yurt ve üniversite kapatıldı, sonra el kondu,
*6021
akademisyen,
*4463 savcı,
hâkim ve yargıç işini kaybetti,
*189
medya kuruluşu kapatıldı,
*319
gazeteci tutuklandı, binlerce şirket, holding ve özel kuruluşa el
kondu,
*61
kişi işkence sonucu hayatını kaybetti.
BAŞARISIZ DARBEYİ ESASINDA ‘ERBABI’ ÇOK İYİ BİLİYOR!
38 yıl önce yaşanan darbe ile 2016 karanlık Temmuz’unda
yaşananlara başarısız darbe girişimi deniyor…
Esasında erbabı biliyor ki, Temmuz’da da yaşanan bir darbeydi, yarım kalmış
bir proje tamamlanıyordu, vatan evladı yük olarak görülüyordu, karanlık komiteler işbaşındaydı, 150
yıldır büyük bir özenle, fazilet, güzellik ve doğruluk atkıları örülüyordu ve
bu ışık rencide ediyordu birilerini…
Hasılı bal gibi bir darbeydi, yarım kalan tamamlanıyordu.
Söyleyeceğim son söz, darbenin tüm çeşitlerini, sivilini, askerisini, kravatlı veya postallısını,
başarılısını başarısızını lanetliyorum. Bunda rol alan, arka kapılarda destek
veren, kısacası darbenin her türlü nimetlerinden, sebep ve sonuçlarından nemalanan, istifade eden Babam
da olsa, ayıplıyor ve kınıyorum.
Yazıyı, 1977 yılında henüz 19 yaşında bir lise öğrencisiyken Ulucanlar
Cezaevi‘nde tutuklanan, mahkeme reisinin; “masumdur” şerhine rağmen, 8 Ekim
1980’de asılarak idam edilen Necdet Adalı şiirine ayıralım. Şair Nevzat
Çelik’in Adalı için kaleme aldığı şiiri, sürgünde
hayatını kaybeden Ahmet Kaya, dokunaklı sesiyle “Şafak Türküsü” olarak
seslendiriyor.
Özel’de Adalı için yazılan o ünlü
şiir, aslında bugün bebekleriyle birlikte suçsuz bir şekilde dört duvar arasında, veya tek başına hücrede yatan
17 bin annenin, 700’e yakın bebeğin ve gelecekleri
karartılan Türkiye’deki cezaevlerinde 70
bini bulan tutuklu öğrencilerin, gençlerin ve ötekilerin anneleri için yazılmış. Esasında bu şiir
tek başına ANAdolu’nun dününü ve bugününü en güzel şekilde resmediyor:
ŞAFAK TÜRKÜSÜ…
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice…