BAHADIR POLAT-KRONOS7NEWS
Behram, yirmi yıllık spor gazeteciliği hayatına, onca günlük rutinine
rağmen dört önemli kitap sığdırmıştır. İyi bir dost, vefalı bir arkadaştır… Behram’ın
hayatımıza getirdiği güzellikleri, şimdi bu tecrid evreninde, yakıcı bir
özlemle hatırlamak da varmış kaderde.
Bizim mesleğin mümeyyiz vasıflarından biridir, vefasızlık. Gazeteciliğin en
bariz özelliklerindendir. Vefasızlık ya da çabuk unutulmak, mesleğini kaybetmiş
gazetecinin kaderidir. Bu meslekte değer hep kürke verilir. Şahsına yapılan
iltifatları, gösterilen alakayı kendinden bilirsen ve o kürk bir gün elden
giderse canın çok yanar. Gazeteci kendine gösterilen itibarı hep konumundan,
gücünden, kurumundan bilirse, meslek artık ‘eski meslek’ haline geldiğinde
ayakta kalmasını çabuk öğrenir. Yoksa bu işin psikolojisini taşımak zordur.
Bu girişi neden yaptım, belki bir dertleşme, halleşme, belki de iç sesimin
yankısını yansıttım size, emin değilim. Emin olduğum nokta, bu mesleği yıllarca
yapıp da vefasını hiç yitirmemiş dostların, meslektaşların varlığını bilmek.
İşte onlardan biridir Behram Kılıç. Şu bizim Laz uşağı, Of’lu kardeşim, hani şu
doğrudan Allah’a bağlı olanlardan. Behram’ı ne zaman tanıdım net hatırlamıyorum
çünkü kaynaşmamız çok hızlı olmuştu. İlk hatıralarım, ikimizin de Nedim Hazar
hayranlığımız döneminden kalmadır. Sanırım onun halesinde birbirimizi fark
etmiştik ilk önce. (Bu arada Nedim Abi yanlış anlama olmasın, ben hala senin
hayranlarından biriyim. Eminin Behram da öyledir.) Kalender Sokak’ta Nedim
Hazar’ın odasındaki o tadına doyulmaz ortaya karışık muhabbetlerin müdavimiydik
ikimizde. Evet, bir çoklarınız hatırladı dimi, hani o labirenti andıran tuhaf
bir girişe sahip, kitap, dergi ve gazete yığınlarıyla her daim karma karışık,
buram buram meslek kokan o odadan bahsediyorum. Her konu konuşulur, her hadisenin
ahkamı kesilir ama ana konu hep futbol olurdu. Nedim Hazar, o tabii liderlik
kabiliyeti ve bireysel cazibesiyle, normalde hiç yan yana gelmeyecek, en
azından arkadaşlık edemeyecek bir çok farklı karakteri, tek potada eritmeyi
başarırdı. İşte o potada eridik biz de Behram’la, mesleğimizin o çiçeği
burnunda yıllarında.
Behram Kılıç denilince aklıma neden ilk vefa kelimesinin geldiğini yazının
sonuna bırakayım. Önce onun meslek yaşamından biraz bahsetmeliyim. Zira mesleği
elinden zorla alınmış insanların, mesleklerini hatırlatacak her cümleye
ihtiyaçları var bu günlerde. Behram Trabzonlu olduğundan, kendi şehrinin
takımına gönül vermiş bir gazeteciydi. Sanırım o yıllarda basında spor müdürü
veya spor muhabiri konumundaki gazeteciler arasında, üç büyükler dışında
Trabzonspor taraftarı olanlar yalnızca Zaman’da bulunurdu. Bu durum bana her
zaman ilginç gelmiştir. İşin sosyolojisine bakıldığında bu durumu hep gazetenin
Anadolu’yla, Anadolu insanıyla gönül bağının derinliğine yormuşumdur. Artık
‘Anadolu insanı soslu’ bu tür sosyolojik tahlillere de hepimizin karnı tok,
onun da farkındayım. Neyse, biz Behram’a dönelim tekrar.
Behram Kılıç, spor basınında emekçi tabirini en fazla hak eden
gazetecilerden biridir. Her zaman sahadadır, olayın tam içindedir. Futbol adına
onu ilgilendiren ne varsa yerinde izlemiş ve yazmıştır. Öyle ya, Trabzon
stadında maçtan sonra çekirdek çitlerken Genel Yayın Yönetmenine canlı yayın
kamerasından yakalanan ve fırça yiyen kaç gazeteci vardır! Ya da gariban Özgür
Düşünce Gazetesi’nin spor müdürüyken, cebinde beş kuruş harcırah olmadan, kendi
imkanlarıyla uçak ve maç biletlerini alarak, Avrupa şampiyonası izleyebilecek
kaç spor müdürü vardır bu ülkede? Evet, Behram Kılıç rüştünü ispatlamış bir
fikir işçisidir. Onun gazeteciliğini anlamak için, Seul’e kadar peşinden gidip
haberlerini, portresini yazdığı, yıllarca başarılarından gurur duyduğu, adeta
üzerine titrediği hemşerisi Şenol Hoca’ya sormak bile yeter zaten. Fazla söze
ne hacet!
Behram, yirmi yıllık spor gazeteciliği hayatına, onca günlük rutinine
rağmen dört önemli kitap sığdırmıştır. ‘Araftaki Kramponlar’, ‘İstanbul’un Yüz
Spor Olayı’, ’70 Milyonda Bir’ ve rahmetli Hacı Hasdemir’le birlikte kaleme
aldıkları ‘Yıldızların Dünyası’ onun imzasını taşıyan ve bu ülkenin spor ve
futbol dünyasına damga vurmuş isimlerin hayatlarına yakından bakan, o
dünyalarda keşifler yapan çalışmalardır. Bu yönüyle Behram, hiçbir zaman
haberini gönderip, mesaisini tamamlayıp evine giden bir gazeteci olmadı. O
kitaplar için verdiği emeğin yakın şahitlerinden biriyim. Sporla ilgilenen
gazetecilerin meslekte daha yüzeysel kaldıkları önyargısına inat, o hep rutin
haberden fazlasını yazmaya, üretmeye devam etmiştir.
İnsani yönüne yani başta bahsettiğim vefasına gelince, işte asıl anlatmak
istediğim bu. Aslında bunca sözün varmak istediği yerdeyim şimdi. Sonda
söylenecek hükmü baştan ilan edeyim, meslektaşlarımızın dillerinde pelesenk
ettiği o meşhur sözün, benim kafamdaki karşılığı Behram Kılıç’tır. O, önce
insan, sonra vefalı bir dost ve bunlardan sonrada gazetecidir. İnsani yönü o
kadar baskın, o kadar gelişmiştir ki, ben yıllarca onu hep birilerine yardım
ederken, arkadaşlarının derdini çözmeye çalışırken, yaralara merhem olurken
bulmuşumdur. Buna yüzlerce örnek verebilirim. İyilik evreni o kadar geniştir
ki, onu kah İstanbul’daki dünya basketbol şampiyonası’nın final maçını izlemek
isteyen genç bir meslektaşına bilet bulmak için kendini paralarken, kah işsiz
kalan bir arkadaşını işe sokmak için ekonomi muhabirlerini devreye sokarken,
kah vefat eden arkadaşının ailesinin sorunlarını çözmeye çalışırken buldum hep.
Onun iyilik atmosferinde nefes aldım, umut depoladım.
Behram çevresindeki insanlar, meslektaşları ve arkadaşları arasında hep
toparlayıcı role sahip olmuştur. Kimsenin kıyıda köşede kalmasına, unutulmasına
gönlü razı olmazdı. Gazeteden ayrılan arkadaşlarını mutlaka arar sorar, ziyaret
eder, araya fiziki ve manevi mesafeler girmesine izin vermezdi. Hatta bu konuda
gevşeklik gösterdiğimizde bizi nazikçe uyarmasını bilir, ‘şu arkadaşı aradın
mı, ben görüştüm geçende kimse arayıp sormamış, çok üzgün’ der, bağlantıları
yeniden aktif hale getirirdi. Onun sayesinde ihmal ettiğim bir çok arkadaşı aramış,
dostluklarımı tazelemiştim. Behram’ın hayatımıza getirdiği güzellikleri, şimdi
bu tecrid evreninde, yakıcı bir özlemle hatırlamak da varmış işte kaderde.
Sevgili Behram, sen Silivri’de çile doldururken bile ben senin
iyiliklerinden, senin insanlığından, senin dostlarına sahip çıkmalarından
teselliler devşiriyorum gönlüme. Biz sana ne kadar sahip çıkabiliyoruz
bilmiyorum ama şimdi çıksan, sana yapılanı veya yapılmayanı sorgulamaya gerek
bile duymadan, yine darda olanların yardımına koşacağından, dertlilere derman
olacağından hiç şüphem yok