Abdullah b. Mübarek çok ibadet eder, geceleri sabahlara kadar namaz kılardı. Bütün bir gece bir ayet-i kerimeyi tekrarlayıp durduğu olurdu. En sevmediği şey malayani ve laubalilikti. Birisi kendisine Ya imam nasihat eden kaldı mı? diye sorar. İmam Sen nasihat kabul edeni biliyor musun? diye cevap verir. Allah’ın azabından çok korkar ve her hadise O’na ahiret hayatını ve azabı hatırlatırdı.
Kasım b. Muhammed diyor ki: Bir seferde Abdullah b. Mübarek ile beraberdik. Çok hatırıma gelirdi ve kendi kendime derdim ki, bu zatın bizim üzerimizde fazileti nedir ki, insanlar arasında bu kadar şöhret buldu. O namaz kılıyorsa biz de kılıyoruz, o oruç tutuyorsa biz de oruç tutuyoruz, o gaza yapıyorsa biz de yapıyoruz, o hac yapıyorsa biz de yapıyoruz? Sonra diyor, Şam yolunda uğradığımız yerlerden birisinde akşamleyin lambamız söndü. Sonra bir kısmımız lamba yakmakla meşgul olduk ve lamba yanınca baktım ki O, ahireti hatırlamadan ötürü sakalından aşağı gözyaşları akıyor ve sakalını ıslatıyor. İşte nefsime dedim. Bu zat bu korkusundan dolayı bize üstün oldu. Lamba sönünce karanlık oldu ve kıyameti hatırladı.
Dünya sevgisinin girdiği kalbe hiçbir hayrın giremeyeceğini beyan eder, hele ehl-i ilmin bundan çok uzak durmasını isterdi. Çoluk çocuğu için helal kazanan ve onların maişetini temin etme mevzuunda çalışan insanın büyük mükafata nail olacağını beyan ederdi. Haramdan ve haram kazançtan son derece sakınırdı.
Hasan b. Arafe diyor ki, bana Abdullah b. Mübarek şöyle dedi: Ben Şam’da birisinden bir kalem emanet aldım ve onu sahibine iade etmeden Merve geldim ve baktım ki, kalem yanımda. Tekrar Şam’a gidip kalemi sahibine iade ettim.
Haram lokmaya karşı titizliğini anlamak için Risale-i Kuşeyri’de nakledilen şu vaka bize bir kanaat verebilir. Abdullah b. Mubarek’in kıymetli bir atı vardı. Çok pahalı idi. Öğle namazını kılmak üzere, atını bırakıp namaz kılmaya başlamıştı. Bu esnada at arazi-i emiriyeden yani devletin mera arazisinden otlamıştı da Abdullah b. Mübarek, atı terketmiş artık ona binmemişti.
Nuaym b. Hammad diyor ki: Abdullah b. Mübarek çok ağlayan bir insandı. Allah korkusundan o kadar çok ağlardı ki, bayılır kalırdı. Kitabu’r Rikak’ı okuduğu zaman o kadar ağlardı ki, bizden birimiz yanına yaklaşmaya adeta korkar, ondan bir şey sormaya cesaret edemezdik, ağlamaktan boğazlanan sığırların sesi gibi ses çıkarırdı.
Abdullah b. Mübarek aynı zamanda ticaret yapar ve çok kazanırdı. Cömertliği ile de devrinin insanları arasında dikkati çekmiştir. Merv‘de büyük bir evi vardı, insanları davet eder onlara bolca yemek yedirirdi. Hizmetçisi diyor ki, bazen 25 sofra kurardık ve gelen insanlara bolca yemek yedirirdik. Her sene aynı zamanda fakirlere yüz bin dirhem para dağıtırdı.
Her türlü cimrilikten kaçınılmasını tavsiye ederdi. Hatta ilimdeki cimrilikten de sakınılmasını, yoksa Allah’ın verdiği ilmi, ilimde cimrilik edenin elinden alacağını beyan ederdi. Zayıfların, borçluların ve sahipsizlerin imdadına koşup onların ihtiyaçlarını görmeyi dini bir vecibe bilirdi.
Nitekim bir adam Abdullah b. Mübarek’e gelerek borcunun ödenmesini istedi. Vekil adama borcunu sorunca borcunun 700 dirhem olduğunu söyledi. Bunu duyan vekil tekrar Abdullah’a yazarak bunda bir yanlışlığın olduğunu söyledi. Vekil’e kızan Abdullah b. Mübarek, yeniden o zata bu defa 7000 (yedi bin) dirhem ödenmesi gerektiğini belirtti. Vekil bu paranın ödenmesi halinde bütün hasılatın biteceğini beyan eden mektup yazdı İmama. Tekrar Abdullah b. Mübarek vekile: Bütün hasılat bitse de, eğer sen benim vekilim isen bunu ödeyeceksin. Ömür bitiyor, hasılatın bitmesinin sözü mü olur? şeklinde cevap vermiştir.
Abdullah b. Mübarek zaman zaman Rakka’ya uğrar ve orada konakladığı yerde hadis rivayet eder ve ilim öğretirdi. Orada kendisinden ders dinleyenlerden bir genç dikkatini çekerdi. Bir defasında geldiğinde o gencin olmadığını fark etti. Hemen çarşıya çıkarak o genci soruşturdu. Sonra borcunu ödeyemediğinden dolayı hapse atıldığını öğrendi. Borç sahibini bulup o gencin kendisine ne kadar borcu olduğunu sordu ve on bin dirhem borcundan ötürü hapis yattığını öğrenince mal sahibine gencin on bin dirhem borcunu ödedi ve mal sahibine tembih etti, sakın Abdullah ölünceye kadar bunu kimseye söyleme dedi ve Rakka’dan ayrıldı.
Abdullah b. Mübarek’in Rakka’ya geldiğini öğrenen genç hapisten çıkarılınca hemen onu aramak üzere yola koyuldu. Nihayet Rakka’ya yakın bir mesafede İbn-i Mübarek’e yetişti. Hapiste olduğunu ve bundan dolayı dersine iştirak edemediğini bu arada Rakka’ya gelen biri tarafından mal sahibine borcunun ödenerek hapisten çıkarıldığını Abdullah’a anlatınca, İbn-i Mübarek sakın bunları artık Abdullah ölene kadar kimseye anlatma, hapisten seni kurtaran Allah’a çok hamd-ü senada bulun diyerek nasihatte bulundu.
Sofrada yalnız oturup yemek yemeyen İmam, belde halkını toplar hacca gitmek üzere herkesin yanında bulunmalarını isterdi. Yolculuğu esnasında ne kadar insan varsa onları yedirir içirir, Medine-i Münevvere’ye geldikten sonra da herkese Medine hediyesi ve Mekke’den Mekke hediyesi alarak herkesin ismini yazar ve dönüşlerinde memleketlerinde onlara takdim ederdi. Çok hac yapmış ve her haccında Fuzayl b. Iyaz’la sohbet edip birbirlerinden istifade etmişlerdir.
Onun cihadı hakkında şu enteresan hadise anlatılır: Abede b. Süleyman anlatıyor: Diyor ki: Biz bir seriyede Abdullah b. Mübarekle beraberdik. Düşmanla karşılaştık. Düşman tarafından bir savaşçı bizim taraftan bir savaşçı istedi. Bizden onunla savaşmak üzere çıkanı şehit etti. Bir daha istedi ve neticede üç savaşçımızı şehit ettikten sonra yine savaşçı istedi. Bu arada ağzı gözü örtülü birisi meydana çıktı ve bir hayli dövüştükten sonra düşman savaşçıyı yere serdi. Sonra bu savaşçının kim olduğunu herkes merakla ona doğru yürüdü ve izdiham içinden ben o zatın Abdullah b. Mübarek olduğunu gördüm.
Yüzlerce kerameti nakledilen Abdullah b. Mübarek’in duasını da Cenab-ı Hak anında kabul ederdi. Ebu Vehb diyor ki, Abdullah b. Mübarek bir yere giderken yolunu bir kör adam keserek Ya İmam bana dua et de Allah Taala gözlerimi açsın. Abdullah b. Mübarek dua etti ve anında adamın gözleri açıldı. Ben de bu vakayı gözlerimle gördüm.
Abdullah b. Mübarek’in hocası İmam Azam’a karşı çok büyük saygısı ve sevgisi vardı. Şöyle dediği rivayet edilir. Bir meselede İmam Azam’la Süfyan-ı Sevri birleşirse artık o mesele üzerine başkasının delil ikame etmesi mümkün değildir.
İbn-i Mübarek’in zamanında bir insanın görüş beyan etmesi eğer söz konusu ise bunu ancak İmam Azam yapabilir sözü oldukça manalıdır.
İbn-i Mukatil diyor ki, İbn Mübarek, Ebu Hanife’yi andığı zaman, O’na olan muhabbetinden dolayı ağlardı.
İmam Mâlik’in hakkında O, asrımızın imamıdır dediği Abdullah b. Mübarek’in şu sözü de hüccettir: İlmin temeli niyettir, sonra dinlemektir, sonra anlamaktır, sonra onunla amel etmektir, sonra neşretmektir.
Vefat edeceği zaman bir ara gözünü açmış ve gülerek şu ayeti okumuştu. Meali “Çalışanlar bunun için çalışsınlar” Saffat a.61.
Abdullah b. Mübarek’in vefatı bütün büyük insanları ve ehli ilmi kedere salmıştır. Halife Harun Reşid alimlerin seyyidi vefat etti diyerek üzüntüsünü belirtmişti. Fuzayl b. Iyaz da O’nun vefat haberi gelince ağlamaya başlamış ve O’nun için: Ey Abdullah arkanda yaşanmayacak bir hayat bıraktın ve gittin. Allah rahmet etsin, demiştir. Bir ramazan ortalarına doğru sefere hazırlanırken hicri 181 yılında Heyt’te vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Kabri asırlarca ziyaret edilir bir makam olmuştur. Allah rahmet eylesin.