İki yıldır Silivri Cezaevi’nde bulunan Ahmet Altan’ın içeriden yazdığı notlar ‘Dünyayı Bir Daha Hiç Göremeyeceğim’ adıyla kitaplaştı. Kitabı Almanca’ya çeviren Ute Birgi-Knellesen kitap eline ulaştığı andan itibaren yaşadıklarını ve çeviri sürecini anlattı.
İki yıldır Silivri Cezaevi’nde bulunan Ahmet Altan’ın içeriden yazdığı notlar kitaplaştı. İngilizce, Almanca ve İspanyol olmak üzere üç dilde yayınlanan ‘Dünyayı Bir Daha Hiç Göremeyeceğim’ adlı eserin Almanca baskısı, merkezi Frankfurt’ta bulunan Fischer Verlag yayınevinde hazırlandı, Frankfurt’ta basıldı ve Almanya’daki tüm kitapçılara buradan dağıtıldı. Yayın tarihi Altan’ın tutukluluğunun (Eylül 2016) ikinci yılına denk getirilen “Ich werde die Welt nie wiedersehen”i Almanca’ya, Ute Birgi-Knellesen çevirdi. Dün akşam Youtube kanalı Bold Medya‘ya özel bir röportaj veren Birgi, kitap eline ulaştığı andan itibaren yaşadıklarını ve çeviri sürecini anlattı.
Ahmet Altan kitapta ne anlatıyor?
Kitap çok değişik şeyler anlatıyor. 19 ayrı denemeden oluşuyor. Roman, hikâye ya da bir anlatı değil. Tabi ki hepsi hapisle ilgili denemeler. Çok etkileyici bir kitap olduğunu söylemeliyim. Ahmet Altan’ı şahsen de tanıyorum. 20 yıl önce Kılıç Yarası Gibi romanını Almanca’ya çevirmiştim. Bu kitabı da seve seve, Ahmet Altan için çevirdim ama çok zorlandım aynı zamanda.
Neler zorladı sizi? Ahmet Altan’ın yaşadıkları mı, gazetecilerin durumu mu ya da Türkiye’de olan biteni düşünmek mi?
Tabi elbette bunlar da var. Ama denemeleri çevirirken tanıdığım Ahmet Altan gözümün önüne geldi hep. Çok değişik bir şey bu. Bayağı dokundu bana… Bunu anlatmak zor. Çünkü Ahmet Altan kesinlikle kimsenin kendisine acımasını istemiyor. İnsanlarda acıma duygusunu uyandırmak da istemiyor. Ama ben ister istemez bazen allak bullak oldum. Çeviriyi bazen bırakmam icab etti. Biraz uzaklaştım, sonra tekrar devam ettim. Gece uyandığımda da gözümün önüne geldi hep kendisi. Fakat çeviriyi tamamlayabildiğim için çok memnunum.
Ne kadar sürdü?
Benim için çok kısa denilebilecek bir zamanda bitirdim. İki aydan daha az bir sürede tamamladım.
Teklif size nasıl geldi? Ailesi mi ulaştı, yayınevi mi?
Yayıncı bana ulaştı. Ben o arada zaten Türkiye’de Datça’daydım. Ve aslında yanıma bilgisayar bile almamıştım. Çünkü katiyen çalışmak istemiyordum, yorulmuştum. Bel problemim var. Hatta Datça’ya gitmeden 14 gün termal su tedavisindeydim. Niyetim Datça’da üç hafta tatil yapmaktı. Fakat yayınevi Kılıç Yarası Gibi kitabının çevirisini çok beğendiği için ‘bunu da sizin yapmanızı istiyoruz’ dedi. Bana teklif geldiğinde kitabın metni henüz onların da eline ulaşmamıştı. Sadece New York Times’ta yayınlanan Yazarın Paradoksu adlı denemeyi biliyorlardı. Fischer’in editörü o denemeyi okuyunca yayınlamaya karar veriyorlar. Hakikaten de çok güçlü bir metindir. Birkaç gün sonra diğer tüm denemeler geldi ve ben de hemen bir fotokopi merkezinde bastırıp çalışmaya başladım.
Ahmet Altan güçlü bir yazar ve Türkiye’de iktidarın hazetmediği isimlerden. Böyle bir yazarın kitabını çevirdiğinizde siz de iktidarın projeksiyon tuttuğu alana girmiş oluyorsunuz.
Aynen… Ben Türkiye’yi çok seviyorum, çok bağlıyım Türkiye’ye, oradaki insanlara. Her yıl en az iki kere birkaç hafta kalmak üzere Türkiye’ye gidiyorum. Birçok çevirimi de orada yaptım. Datça güzel, sakin bir yer. Deniz kenarına yakın, hep aynı pansiyonda kalıyorum. Yazı masam, her şey orada. Rahat çalışabiliyorum. İlk kez bu yıl gitmedim. Kitap çıktıktan sonra canım gitmek istemedi. Tuhaf bir duygu bu.
Sadece canınız mı istemedi, yoksa güvenlik endişesi de var mı?
E tabi biraz endişe oldu ama belki böyle bir endişeye, mübalağaya da gerek yok. Ama malum belli de olmayabilir… Ahmet Altan çok cesur bir adam, onun cesaretinden biraz bize de lazım…
Ahmet Altan tasvir yeteneği güçlü bir yazar. Kitapta nasıl bir cezaevi fotoğrafı ortaya koyuyor? Silivri’yi nasıl anlatıyor?
En fazla kullandığı kelimeler demir kafes ve demir parmaklıklar. Oranın havasızlığı, gökyüzünü tek görebildikleri yer olan avlu… Hep babasının yazılarına atıf yapıyor. Bir tutam gökyüzü diyor mesela. Ahmet Altan korkunç şeyler yaşıyor ve her şeye rağmen dik duruyor. Kitapta ise tüm bunları normal şeylermiş gibi anlatıyor. Bu daha da dokunuyor insana.
Türk edebiyatında ‘cezaevi edebiyatı’ diye bir olgu var. Benim en çok çevirdiğim yazar Sabahattin Ali’dir. Onun Sinop Cezaevi’nde yazdıkları da korkunçtur. Tabi daha başka pek çok isim… Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Sevgi Soysal… Türkiye’de kalemi güçlü olan herkes hapse girmiş. Sevgi Soysal’ın maalesef sadece Tante Rosa kitabını çevirebildim. Barış Adlı Çocuk’u çok çevirmek isterdim fakat bunlara yayınevi bulmak kolay değil. Şunu demek istiyorum; ben Türkiye’de hapse girmedim ama o hapishaneleri çok iyi biliyor ve tanıyorum. Kitabı okuyunca da göreceksiniz; Ahmet Altan plastik bir masada ve sandalyede oturup yazıyor.
Kaldığı hücreye dair detaylar da var…
Var tabi. Yere sabitleştirilmiş yataklar, hücrede geçirdiği ilk gece… Tabi şimdi bütün kitabı anlatamam…Almanya’da kitapla ilgili nasıl değerlendirmeler yapılıyor?
Gazetecilerden Christiane Schlötzer var, Süddeutschland Zeitung’tan. Türkiye’yi çok iyi bilen ve orada uzun yıllar yaşamış bir gazetecidir. Daha önce de benim kitaplarımın eleştirilerini yaptı. Telefonla görüştük ve bir yazı yazdı. Çevirilerimi de beğeniyor. Çeviri tabi ki, sorumluluk isteyen bir iş. Ben Almanya’da Ahmet Altan’ın sesiyim. Onun söylediklerine sadık kalarak güçlü bir edebiyat eseri ortaya çıkarmaya çalıştım, galiba başardım. Şimdiye kadar duyduğum şeyler bu yönde. (https://www.sueddeutsche.de/kultur/urteil-erschwerte-haft-lebenslang-1.4154429)
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Benim en büyük isteğim; kitabın bahtı güzel olsun, çok okunsun. Türkiye’de de inşallah yakın bir zamanda yayınlanır.