ERHAN BAŞYURT-TR724.COM
Washington ve İstanbul’da ‘gönüllü sürgün’ hayatı yaşayan muhalif Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, planlanmış vahşi bir suikasta kurban gittiği netlik kazanıyor. Suudi istihbaratının Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğu binasında gerçekleştirdiği suikast, ‘’7 dakikada henüz daha canlı iken vücudu parçalara ayrıldı’’ iddiası kan dondurucu.
***
60 yaşındaki gazeteci Kaşıkçı, köklü bir aileden geliyor ve Suudi Kraliyet ailesi ile ters düşüne kadar da çok iyi ilişkilere sahip.
Cemal Kaşıkçı, dünya sosyetesinin önde gelen isimlerinden ünlü ‘silah tüccarı’ Adnan Kaşıkçı’nın yeğeni. Yine, Prenses Diana ile aşk yaşadığı iddia edilen ve Paris’te Diana ile aynı araba kazada hayatını kaybeden Mısır asıllı Dodi El Fayed ile kuzen…
Kaşıkçı’nın gazetecilik kariyeri de hayli renkli. 8 yıl Al Madina gazetesinin genel yayın yönetmenliğini, 4 yıl da Arab News gazetesinin yazı işleri müdür yardımcılığını yaptı.
Ardından Londra’ya büyükelçilik görevine atanan Prens Türki el Faysal’ın ‘basın danışmanlığı’ görevini üstlendi. Prens Türki, Washington’a atanınca onunla birlikte o da Amerika’da aynı görevi sürdürdü.
Prens Türki, dayısı Kemal Ethem’den devraldığı Suudi Arabistan İstihbarat Teşkilatı’nı 1977’den 2001’e kadar yönetti. Prens Türki, El Kaide’nin kurucusu Üsame Bin Ladin’in ortaya çıkmasına neden olan isim olarak çeşitli çevrelerde ağır suçlamalara maruz kalan bir isim… Gazeteci Kaşıkçı da, 1987 ila 1995 arasında Afganistan ve Sudan’da bir kaç kez Ladin ile röportajlar yaptı. Kaşıkçı’nın bu röportajlar da Suudi yönetimi ile Ladin arasında ‘arabuluculuk’ yaptığı ve Prens Türki’nin mesajlarını da ilettiği iddiası mevcut.
Prens Türki’nin annesi Türk… Kaşıkçı’nın dedesi de Kral Abdülaziz’in özel dokturu Kayserili Muhammed Kaşıkçı… Kaşıkçı ailesi Fransa’dan Amerika’ya dağılmış, çoğu ülkede çok tanınan mensuplara sahip… Gazeteci Cemal Kaşıkçı, son olarak Hatice Cengiz isimli bir Türk bayan ile İstanbul’da nişanlanmış ve evlilik hazırlıkları yapıyorlardı…
Gazeteci Cemal Kaşıkçı ile ilgili dikkat çeken bir ayrıntı da, sadece Suud Kralı Selman ve veliaht prens ile ters düşmediği, son dönemlerde Suud Krallığı ile ciddi kriz yaşayan Katar Emiri ile yakınlaştığı şeklinde. Kaşıkçı’nın son olarak yazılara başladığı Washington Post gazetesinin de Katar ortaklığı olduğu ve kendisine yazılar yazması imkanının Emir’in girişimiyle açıldığına dikkat çekiliyor.
Tüm bu iddiaların Suud yönetiminin öfkesinin daha da fazla kendisine yönelmesine neden olduğundan şüphe yok. İlginç olan, gazeteci Kaşıkçı’nın Washington’dan İstanbul’a ‘eski dostu’ Prens Türki’nin yönlendirmesi ile gelmesi… Sonrasında da vahşice tuzağa düşürülüp, katledilmesi…
***
Görünen o ki, Türkiye başından beri cinayetten haberdar. Belki de planlama aşamasından beri takipte… Ya da Konsolosluk istihbari amaçla zaten hep takipteydi ve Türkiye yaşananlara bizatihi şahit oldu.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı bire bir tanıdığını Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı. Kaşıkçı’nın AK Parti içinde Yasin Aktay gibi ‘güvendiği’ dostları olduğu da açık… Sonuçta, Kaşıkçı’nın da Türkiye’ye kendisini güven içinde hissederek geldiğinden şüphe yok!
Peki, olayın daha ilk günü Kaşıkçı’nın öldürülüp parçalara ayrıldığı bilgisini uluslarası ajanslarla paylaşan ‘güvenlik kaynakları’, olayın üzerinden 2 hafta geçmesine rağmen neden suikastı henüz aydınlatmadı? Faillerin ülkeyi terk etmesine, Konsolosluk’taki delillerin yok edilmesine göz yumdu?
Ankara, ‘suçüstü’ yaptığı Suud Kraliyeti’ni, Türkiye ile yeniden iyi ilişkiler geliştirmeye, Suriye, Katar ve Mısır politikalarında ters düştüğü Suud Yönetimi’ni yeniden leyhte politikalar izlemeye yönlendirmeye çalışıyor. Yani Kaşıkçı suikastını, Suudi Arabistan’ı tüm dünyada sıkıştıracak bir vahşeti, iki ülkenin krizine dönüştürmeden ülke çıkarlarına uygun kullanmaya çalışıyor.
Aslında benzer bir durum, ABD için de geçerli. Gazeteci Kaşıkçı, ABD’de süresiz oturum hakkına sahip. Suud Yönetimi’nin onu kaçırmaya çalıştığına dair ellerinde istihbari dinleme kayıtları olduğunu Washington Post gazetesi yazdı. Neler yaşandığını biliyorlar, ancak ABD’den 110 milyar dolar silah alımı yapan Suudi yönetimi ‘altın yumurtlayan tavuğu’ bu şekilde açıkta yakalamışken kaybetmek değil, yeni kazanımlar elde etmek peşindeler.
Yakın zamanda, üstü örtülemeyen bu suikast Trump’ın açıkladığı gibi ‘haydut katiller’e yıkılarak, Kral Selman yönetiminin olaydan sonradan haberdar olduğu ve çok üzgün olduğu açıklanıp, bir kaç istihbaratçı görünürde ‘feda’ edilerek üstü kapatılırsa kimse şaşırmasın! Bunun ardınan Suudi Yönetimi’nin ABD, Türkiye ve imaj düzeltmek için bazı Batılı ülkelerde yeni yatırımları ve alımları söz konusu olacaktır…
Suudi Arabistan’a yaptırımı zor kılan bir diğer unsur, halen dünya ham petrol üretiminin yüzde 11’ini, İran’ın günlük üretiminin 3 katını gerçekleştiriyor olmaları. Suudi Arabistan’a yönelik yaptırımlar, dünya petrol fiyatlarını artıracak, bu da en fazla ithalat yapan Batılı ülke ekonomilerini vuracaktır. Tüm bu enerji kaynaklarının kontrolünün Çin ve Rusya’ya kayması endişesi de bir sınırlayıcı etken ve ‘’ahlaksız ve ilkesiz dış politikayı besleyen unsur’’ olarak öne çıkıyor.
Yine Suriye’de yaşanan ‘’Yeni kontrollü lider kim olacak?’’ sorusuna henüz cevap bulanamamış olmasıdır.
Herşeye rağmen, hassaten Veliaht Prens Selman ile ilgili soru işaretleri büyüyor. 100’ün üzerinde prens ve Suud işadamını ‘rehin’ alan ve yüklü ödemeler karşılığında serbest bırakan, Yemen’de sivil katliamlardan, Lübnan Başbakanı Hariri’yi alıkoymaktan ve son olarak da Kaşıkçı cinayetinden o sorumlu tutuluyor. Önümüzdeki dönemde Suud Yönetimi’nde, Batılı ülkelere komplikasyonları az olan sürpriz gelişmeler olması şaşırtıcı olmayacaktır.
***
Sonuçta, Kaşıkçı suikastı da, diğer barbar gazeteci cinayetleri gibi örtülecek ya da Suud Yönetimi sorumlu tutulmadan bir suçlu ekip belirlenecek gözükmektedir.
Sadece 2017’de 39 gazetecinin cinayete kurban gittiği, Avrupa’nın göbeğinde Malta’da yolsuzlukları ortaya çıkaran bir kadın gazetecinin aracına bomba konularak katledildiği ve aydınlatılmadığı dikkate alınırsa korkunç bir tablo ortaya çıkıyor.
Cesur gazetecilik yapmak, muhalefet etmek artık ölümü göze almakla eşdeğer hale geliyor. Sadece otoriter rejimlerin değil, Batılı ülkelerin de evrensel ilkelere ve ahlaki dış politikaya karşı duyarsızlığı mesleği icra edilemez bir noktaya sürüklüyor.