Çok sevdiğim Hak dostu ve hep Hak yolunun yolcusu olmuş 87 yaşında aynı zamanda Seyyid olan piri faniyi hastane de ziyaret ettim. Kendisi Kıbrıs’ın son Osmanlı Müftüsü Şeyh Mehmet Abdul Al’ın torunu. 1950’de Avustralya’ya göç etmiş. Ne cami var, ne de dernek. Dost araştıra arıştıra Fawkner Mezarlığı’nda daha önce göç etmiş, Afgan Deveciler için yapılmış 7-8 kişinin namaz kılabileceği Muhamedan Chapel diye anılan yeri bulmuş ve yıllarca orada 3-5 kişi ile Cuma kılmış. Sonra Carlton, Preston, Coburg, Sunshine camilerinin ve beş kampüşlü Işık (Sirius) Koleji’nin kurulmasında aktif rol oynamış. 1968’de göç eden ilk kafile Türkleri havaalanında çocuklarına milli kıyafet giydirerek karşılamış. Onlara her aşamada yıllarca yardımcı olmuş.
1990 yılında Mehmet Ali Şengül Hocaefendi’nin Coburg Camii’ndeki muhabbet konulu vaazını dinledikten sonra “yıllardır aradığımı buldum” deyip yaklaşık 27 yıldır gönüllü olarak Hizmet kervanına katılmış. Okul demiş, burs demiş öğrenci demiş, öğretmen demiş, da’vam demiş başka bir derdi olmamış. Onun derdi hep, dertlilere derman olmak olmuş.
Şimdi piri fani olarak hastanede yatıyor. Yanına kısa bir ziyaret için vardım. Fakat o hasta yatağında hala burs diyor, eğitim diyor, Avustralya’nın her eyaletine üniversite açılması lazım diyor. Hasta ziyareti kısa olur, fakat o beni bırakmadı. Baktım ümmetin derdi ile dertli. Bir defacık olsun kendi hastalığından bahsetmedi. Sormasam halini söylemeyecekti.
Onunla 2007’de Kanada’ya bir seyahatimiz olmuştu. Los Angeles’ta gümrükte baktım bekletiyorlar. Zannedersem 15 dakika kaldı. Sonra “abi ne oldu, beklettiler sizi” dedim. Bana “hayır’’ dedi. Gümrükteki görevli İslamiyet’ten sordu. Bende fırsat bilip İslamiyet’i anlattım. Amerikalılar İslamiyet’i yanlış biliyorlar” dedim.
Kendisi ABD’de Hocaefendiyi de ziyaret ediyor. Onun namaz kıldığı seccadesini bana verse diye içinden geçiriyor. Biraz sonra Hocaefendi seccade ile onun kaldığı odaya geliyor.
Son süreçte ehli dalalet ve ehli hasedin Melbourne’daki yan kolları kendisine bir makam ve yüklü bir para teklif etmişler. Ama o “imanımı para veya makam ile satamam” deyip reddedip, hakkı tercih etmiş.
Hastanede “hem hemşirelerden öğreniyorum, hem de onlara öğretiyorum” diyor. Bu güzel insanı dinlerken sahabeden Uhud’ta şehid olan Hz. Cabir’in babası Abdullah hatırıma geldi. Geride ağlayan yetimlerini gören Peygamberimiz Hz. Cabir’e “Allah babanı huzuruna aldı. Dile benden ne dilersin” diye sordu. Hz. Abdullah “Ya Rabb beni dünyaya tekrar gönder, tekrar şehit olayım’’ dedi. Cenabı Allah “Ben, şehitler geri dönmeyecekler, diye hükmettim” buyurdu.
Öyle kanaate vardım ki; eğer bu Hak dostunu Allah huzuruna alıp aynı soruyu sorarsa, o da “ beni tekrar dünyaya gönder. Okul yapayım. Fakir öğrenciler için burs toplayayım, insanlığa tekrar hizmet edeyim” diyecektir.
Evet, bu yolun yolcularının büyük bir kısmı Yunus Emre’nin şiirini biraz değiştirerek;
Eğer hizmet erini öldüreler
Külünü göğe savuralar
Toprağı anda çağıra
Onlar hizmet hizmet gerek
diyeceklerdir. Tıpkı hastanende yatan bu hak dostu gibi. Varsın mevki, makam ve para ile dinini satanlar anlamasın. Hak biliyor yeter. O bilse, bütün dünya bilmese ehemmiyeti yok. O’nun rızası için olmazsa bütün dünya alkışlasa hiçbir kıymeti yok. Fakire hak dostunun biyografisini yazmak nasip olmuş ve 2010 yılında basılmıştı. Çok ilginç bir hayat hikayesi var. Merhum Şeyh Nazım Kıbrısi’yi hapisten kurtarmış ve yurtdışına çıkması için ikna etmiş. Bugün belki yüzün üzerinde 30-40 ülkede dergahları var. Barış Manço’yu 1977 yılında Melbourne’deki Coburg Camii’nde namaz kılarken görüp tanışmış. Humeyni’yi Kum kentinde ziyaret etmiş. Avustralya’nın pek çok başbakanı ile görüşmüş. Kraliçe’den topluma olan hizmetlerinden dolayı madalya almış. Daha neler, neler. Meraklıları için kitabın linki;
https://www.academia.edu/1884993/The_Struggle_of_Ibrahim_Biography_of_an_Australian_Muslim
Mazlumu Zülcenaheyn anlatıyor
Zulüm görenler İstanbul’daki havaalanının bodrum katının kan gölü olduğunu görmüşler. Havaalanında yakaladıklarına günlerce işkence ve eziyet ediyorlarmış. Ne kadarını öldürdükleri ise belli değil.
Altı ay boyunca hapishanede Kur’an vermemişler. Yaşlı ve hasta olanları aylarca doktora göndermemişler. Kimisini sorgu esnasında özellikle Ergenekoncuların hakim oldukları şehirlerde çok işkence etmişler ve namusları ile tehdit etmişler.
Fakat bütün bunlara rağmen, hapishane medreseyi Muhammediyye’ye (Efendimiz rüyalara girerek bu ifadeyi buyurmuş) dönmüş. Bütün vakitlerini hâk yolunda Hâk’ka yönelerek geçirmişler. Cenabı Hak inayet ve keremiyle onları kemale erdirmiş. Büyük bir kısmı bir mürşidi kâmil seviyesine çıkmış. Onların bedenleri hür değil, fakat beyinleri Allah’a kul olduklarından dolayı tam hür. Onlara zulmedenler ise bedenleri hür ama beyinleri yüzlerce çesit şeye kul, köle ve esir.
Evet evet, öldürseler bile ruhlarımız “Hakk’a ve halka hizmet” diyecek.
Yine Yok
Time Higher Education tarafından açıklanan üniversite sıralamasında Türkiye’den hiç bir devlet üniversitesi ilk beş yüze giremedi. Suudlar iki, Katar, Kuvait, Kıbrıs Rum tarafı dahi girdi.yucelsalih@yahoo.com