AHMET KURUCAN-tr724.com
Dünya, Washington Post yazarı Suud’lu Cemal Kaşıkçı’nın, İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesi hadisesini konuşuyor.
Cinayetin siyasi yönü konunun uzmanlarına ait. Fakat takip edebildiğim kadarıyla bu alanda konuşan birçok uzman sözü İslam dini, İslam toplumu, İslam kültürü, İslam-siyaset ilişkisi, İslam siyasetindeki iktidar-muhalefet ilişkisi gibi konulara getiriyor ve kendilerine göre yorumlarda bulunarak meseleyi farklı bir platforma taşıyorlar.
Doğru mu bu yaklaşım? Hem yanlış hem de doğru. Yanlıştan başlayayım. Eğer cinayet İslam dini ile irtibatlandırılıyorsa yanlış; çünkü son tahlilde Suud hükümetinin de kabul ettiği, sorumlularını açığa aldığı, cezalandıracağını söylediği bir cinayetten söz ediyoruz. Güncel ve aktüel bir olay. Bunun İslam dini ile ne alakası olabilir ki? İslam mı emrediyor Kaşıkçı’nın veya özellikleri her ne ise, o özelliklere sahip kişilerin öldürülmesini? Hangi ayet, hangi hadis, hangi Hz. Peygamber uygulaması? Bugün cereyan eden bir hadiseden 14 asır önce nazil olan bir dini sorumlu tutmanın tutarlı bir mantığı yansıttığı söylenebilir mi?
“Ortada bir insan hayatı söz konusu. İslam’da yok deyip kestirip atamazsınız.” Tamam ben de aynı şeyi söylüyorum. Kestirip atılmasın. En azından cinayetin aydınlatılması için güvenlik güçleri başta konu ile alakalı yetkililerin yapacağı araştırma ve sonuçları beklensin. Bu cinayet İslam’a saldırı için bahane olmasın.
Bu yaklaşıma şöyle bir itiraz yapılabilir; “Bu araştırmalardan ne bekliyorsunuz ki? Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Nitekim şimdiye kadar yapılan çelişkili açıklamalar, duvarların boyanması, konsolosun ülkesine elini kolunu sallaya sallaya geri dönmesi vb. şeyler, gerçekleri olduğu gibi yansıtan doğru sonuçlar çıkmayacağının göstergesi.
Buna itiraz veya cevap sadedinde diyebileceğim hiçbir şey yok. Dudaklarımdan “siyasetin ahlakı” deyimi çıkıyor. Maalesef günümüz dünyasında siyasetin ahlakı bu. Yalan söylemenin fazilet sayıldığı, “size sizin vergilerinizle oluşan bütçenizi kullanarak hizmet edeceğiniz” vaadiyle iktidar olmuş insanların vatandaşlarına söyledikleri yalanlara “liderlik bu işte” denildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ne diyebilirim ki? Keşke diyeceğim şeyler olsaydı. Keşke bu itiraza çok güçlü argümanlarla itiraz edebilseydim. Ahlaklı insanların siyaset yaptığı, iktidar veya muhalefette olduğu bir dünyada insan hayatının, insan haklarının, kul hakkının korunduğunu, “Devlet böylesi durumlarda bütün güçleri ile mazlumun yanındadır. İstihbarat, güvenlik ve adalet mekanizması el ele verir, gerçeği bütün çıplaklığı ile açığa çıkartır, suçlular cezalarını bulur” diyebilseydim. Böyle olmuyor. Böyle olmadı. Ve ihtimal Kaşıkçı cinayeti de dahil böyle olmayacak.
Pekâlâ İslam kültürü, İslam-siyaset ilişkisi, İslam siyasetindeki iktidar-muhalefet ilişkisi ile irtibatlandırma? Bu başta yaptığım tasnifteki “doğrudur” kısmının da cevabını teşkil edecek. Tekrara düşme pahasına açık ve net olarak bir kez daha ifade edeyim, Kaşıkçı cinayetinin İslam dini ile irtibatlandırılması yanlıştır ama Müslümanların tarihsel siyasi tecrübesi ile irtibatlandırılması doğrudur. İslam; bağlayıcı hükümleri, değerleri ve ilkeleri ile Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber pratiğinin adıdır. Müslümanların tarihsel tecrübesi ise onların İslam’dan anladıklarını söz ve eylemle ortaya koyduğu şeyin adıdır. Bu açıdan bakınca Müslümanların tarihsel siyasi tecrübelerinde görüyoruz ki iktidarı elde etmek, elde edilen iktidarı ve gücü başkalarına devretmemek, bu uğurda muhalefetin sesini kesmek ve öldürmek de dahil her türlü yola müracaat etmek inkarı kabil olmayan bir gerçekliktir. Burada da ağzıma “siyasetin doğası” deyimi pelesenk oluyor.
Bu gözlükle gayri-Müslim dünyaya baktığımızda da farklı bir manzara karşımıza çıkmıyor. Bakın isterseniz Hıristiyanların tarihsel siyasi tecrübesine. Katolik kilisesinin devlete hâkim olduğu yıllara. Siyasi erke muhalif olan vatandaşlarını aynı dine inanmış olmalarını dikkate almaksızın nasıl bertaraf ettiklerine, nasıl zulümler, eziyetler ve işkenceler yaptıklarına. Orta çağ Avrupası bunun örnekleri ile dolu.
Bu cümlelerimle Müslümanlarda var ama Hıristiyanlarda da var demek istemiyorum. Öyle bir kolaycılığa düşmek istemem. Aksine siyasetin doğası diyorum. Demek ki güç, iktidar, hükmetme makamına gelen insanlar oradan bir daha inmek istemiyor ve bu uğurda orantısız güç kullanarak muhaliflerini sindiriyor, bastırıyor, hapsediyor ve nihayet öldürüyorlar.
“Müslümanların tarihsel siyasi tecrübesinde var” cümleme geri döneyim. Eğer seçici bir tarih okuması yapmaz, tarihi inanç alanı ve tarihi şahsiyetleri inanç nesnesi haline getirmezseniz –ki bu ikisi de tarihi doğru anlama adına hayatî öneme sahip iki yaklaşımdır- bunu görebilirsiniz. Hz. Peygamber’den sonraki erken dönem siyasi tecrübeye bakın isterseniz. Hz. Ebu Bekir’in ‘Beni Saide’ bahçesinde devlet başkanı seçilmesi ile sonuçlanan tartışmalarla başlamıştır bu süreç. “Halifeler Kureyş’tendir” yaklaşımları bu tartışmaları sembolize eden beyanlardır.
Hz. Ömer, Hz, Osman ve Hz. Ali gibi Müslüman oldukları andan itibaren İslam dinine çok büyük yararlılıkları dokunan, Hz. Peygamberin arkadaşı, yeğeni, damadı ve kayınpederi sıfatlarına haiz olan insanlar öldürülmüştür. Hz. Ali döneminde cereyan eden 80 bine yakın insanın ölümü ile neticelenen iç savaşların hepsi de Müslümanların tarihsel siyasi tecrübesinde gördüğümüz iktidar-muhalefet savaşlarının sonucudur. ‘Şeyhu’l İslam’ fetvaları, kazasker onayları ile Osmanlı’lar döneminde öldürülen şehzadelere ne demeli? Hele bu fetvaların “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizamı alem için katletmek münasiptir” fermanları ile kanunlaştırılması ve ardından “siyaseten katl” kavramları ile meşrulaştırılması?
Diyelim ki iktidarı elde etme, padişah olma uğruna girdiği silahlı mücadelelerle halkın huzurunu bozan şehzadeler mer’i kanunlara göre öldürülmesi normal; pekâlâ beşikte öldürülen şehzadelere nasıl açıklama getirilecek?
Hasılı, seçici okuma yapmaz ve yukarıda dediğimiz gibi tarihi ve tarih içinde yerine alan ve bugünlere gelmemizde çok büyük emekleri olan şahsiyetleri kutsallaştırmazsanız bu gerçekleri görebilir, onlarla yüzleşebilir ve dediğim gibi İslamda değil ama Müslümanların tarihsel siyasi tecrübesinde muhalifleri yok etme vardır hükmüne varabilirsiniz. Yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemesi için tekrar edeceğim, siyasi iktidarlar için devlet gücünü arkasına alarak muhalefeti sindirme, bastırma, ortadan kaldırma İslam dininde, dinin temel değerlerinde, Hz. Peygamber pratiğinde yoktur ama Müslümanların tarihinde vardır. Hem de dine rağmen vardır.
Kaşıkçı cinayetinin bunla alakası var mıdır? Bu soruya Kaşıkçı’nın Suud rejimi ile olan münasebetlerine bakarak cevap verebilirsiniz. Bu bakış açısı ile elde edeceğiniz malumatlar ise soruya evet cevabını vermenizi gerekli kılar. Zira Kaşıkçı’nın en önemli özelliği Suud halkı için takındığı özgürlükçü makale, konuşma ve davranışları ile tam bir rejim muhalifi olması. Dolayısıyla İstanbul Suud konsolosluğunda öldürülmesi de haklı olarak bununla irtibatlandırılıyor. Bizim söylediğimiz şey de bunun Müslümanların tarihi siyasal tecrübesinde var olduğudur. Küçümsediğim, önemsemediğim için değil ama benim için hiç de şaşırtıcı olmadı. Sadece 14 asırdan beri var olagelen ‘siyaseten katl’ zincirine bir halka daha eklendi. Hepsi bu. Hesabı da ahirete kaldı. Çünkü dünyada bunun hesabını görecek, gerçek manada suçluları cezalandırabilecek ne bir irade ne de bir idare var vesselam.