HASAN CÜCÜK -TR724.VOM
6 Ocak 2017 Cuma Saat:
18.15Yeni yılın ilk hafta sonu. Sıradan
geçmesini beklediğimiz bir Cuma akşamı. Evde eşim ve kızımla beraberiz.
Oğlum bir arkadaşında kalacak. Gelen bir telefon, her şeyi altüst etti.
Saat 18.15’i gösteriyordu. Rehberimde kayıtlı olmayan ve “31” ile
başlayan bir numaraydı. Telefondaki kişi “Kopenhag polisinden arıyorum.
Hasan Cücük’le görüşecektim,” dediğinde kendimi tanıttım. “Önemli bir
konu var seninle görüşmemiz lazım. Neredesin?” cevabını aldım. Evdeydim.
Ses, “5 dakikaya geliyoruz,” dedi.
Eşime eve polis geleceğini söyledim.
Malum ev hali. Hazırlandı. Tam 5 dakika sonra evin zili çalı. Kapıyı
açtığımda iki sivil polis beni bekliyordu. Kimliklerini gösterip,
istihbarattan (PET) geldiklerini söylediler. Salona geçtiğimizde
güvenlik bölümünden olduğunu belirten kişi “Hafta sonu birileri seni
ortadan kaldırmak istiyor. Seni güvenli bir yere almak zorundayız,”
dedi.
Şaka mı?
Bu cümleyi kim duysa bir şaşkınlık
yaşar. “Bu bir şaka mı?” dediğimde “Maalesef şaka olmayacak kadar ciddi
bir konu,” dedi. Güvenli bir yere gitmeyi kabul edeceğimi ancak ailem
olmadan gitmemin söz konusu olmadığını söyledim. “Tabi ki aileni de
yanına alabilirsin,” dediler. Bu arada eşim de salona gelip konuşmalara
şahit olmuştu. Hazırlık yapmak için yanımızdan ayrıldığında, polis bana
çeşitli sorular sormaya başladı. “25 yıllık gazeteciyim. Benim kim
olduğumu size söylememe gerek yok,” dedim. “Biz seni tanıyoruz,
biliyoruz. Yanlış yapan sen değilsin, siz değilsiniz. Yanlış yapan
onlar. Kimse bizim ülkemizdeki bir vatandaşımızı rahatsız edemez. Biz
buna müsaade etmeyiz,” karşılığını aldım.
Oğlum arkadaşında olduğu için onu
arayacağımı söyledim. “Lütfen arkadaşınıza renk vermeyin,” dedi.
Komşumuz oğlumu park yerine kadar getirmişti. Gidip getirmek için
ayaklandığımda, “Bu saatten sonra güvenliğinden biz sorumluyuz, seninle
gelmek zorundayız,” uyarısına maruz kaldım. Yanımda iki korumayla park
yerine gitmek işleri daha da kötü hâle getirebilir diye komşudan rica
ettim ve oğlumu apartman girişinden aldım.
Dünyayla iletişimi kestik
Evden çıkmak için hazırdık. Bütün
elektronik cihazları evde bıraktık; telefon, laptop, iPad. Tam
çıkacakken iletişim aracından ‘iniyoruz’ komutunu verdiler. Apartman
girişinde iki kişi bekliyordu. Park yerinde ise yine iki kişinin olduğu
bir minibüs. Biz minibüse bindik, diğer araç ise bize eskortluk yaptı.
Farklı bir rota takip edip, otoyola düştük. Yol kenarındaki bir
benzinliğe girdik. Yavaşladı ancak durmadan yola devam etti. Takip
edilmediğimizden emin olmak istiyorlardı. Varış noktamız olacak şehre
girmeden ters istikamette biraz mesafe aldık. Sonra da şehrin
sokaklarından 30-40 kilometre hızla devam ettik. Bir otelin önünde park
ettik. Odamız hazırdı, bizim yerimize rezervasyonu yaptıran kişi lobide
bekliyordu.
Otele girer girmez, bahsedilen kişi
bizi karşıladı. 4 kişilik odamıza geçtik. Bana eski bir Nokia telefon
verdiler. Sürekli arayabileceğim bir numara bıraktılar. Ayrıca kredi
kartımı kullanmamam gerektiğini söyleyip, 4000 kron nakit para verdiler.
Kimseye haber vermemiştik. İki günde bir mutat aradığım anneme ulaşıp,
merak etmesinler diye, “Son dakika ucuz bir bilet bulup, yurt dışına
tatile çıktık. Bulunduğumuz yerde telefonlar iyi çekmiyor. Ben seni
ararım,” dedim.
İki gün diye başladık ama…
Böylece “güvenli ortamda”
geçireceğimiz günler başlamıştı. Planlanan süre iki gündü. Ancak
soruşturma uzuyordu. Kaldığımız otelin bulunduğu şehirde de Türkler
vardı ve yarısı beni tanıyordu. Bu sebeple otelden pek ayrılmamam uygun
görülüyordu. Süre uzayınca bizi başka bir şehre, yazlık bir eve
naklettiler. Yine benzer güvenlik önlemleri alınmıştı. Oteldeki gibi
başka birisinin adına kiralanmıştı burası da. Bu sefer bize 3 adet iPad
getirdiler. Sosyal medya ve e-posta hesaplarımızı kullanmamamız
gerektiğini söylediler. Çocukların can sıkıntısını gidermek içindi
bunlar sadece.
Bilmediğimiz bir şehirde günlerimiz
geçiyordu. Paramız bitince yine nakit bırakıyorlardı. Her gün iki kez
telefonda konuşuyorduk. İki günde bir ziyaretimize geliyorlardı. Sürecin
böyle ilerlemesinden ötürü rahatsızlıklarını iletseler de, her
sorgulama bir başka kapıya götürüyordu onları.
Sabah çalan o telefon
“Güvenli ev” günlerimiz bir Cuma günü
sabah saat 8.05’te gelen bir telefonla kesildi. “Hazırlanın, iki saate
gelip sizi evinize götüreceğiz” cümlesini duyunca rahatladık. Önce bana
durumu izah ettiler. “Sana yönelik tehdit ortadan kalktı. Normal
hayatına dönebilirsin,” diyen sorumlu kişi, tehdidin politik kaynaklı
olduğunu da ekledi. Sorularımın çoğuna cevap alamadım.
Sorumlu kişi, “Burada ifade özgülüğü
var. Yaşadıklarını yazabilir veya basına anlatabilirsin. Senden tek
ricamız bunu hemen anlatmaman olur,” dedi. Bunu tarihe not düşmek adına
zamanı geldiğinde mutlaka yazmak istediğimi belirttim. İşbirliği ve
gösterdiğimiz uyumdan dolayı teşekkür etti. “Sizin gibi aileleri korumak
bizim görevimiz,” dedi. Karşımdaki, ülkenin üst düzey isimlerinin
koruma görevini üstlenmiş bir kişiydi.
‘Erdoğan Türkiye’sinde hapis’ kitabına anlattık
6 Ocak’ta başlayan süreç, 20 Ocak
saat 14.30’da evimize varmamızla nihayete erdi. Çok az sayıda kişi
yaşadıklarımızı öğrendi. Zamanla yeni isimler duydu. Danimarka basınına
isimsiz olarak yaşadıklarımızın bir kısmını anlattık.
Ancak bütün bunları detaylı olarak
ilk kez 20 Kasım’da piyasaya çıkan “Erdoğan Türkiye’sinde hapis”
(Fængslet i Erdogans Tyrkiet) adlı kitapta konuştuk. Güvenli eve alınan
Türk ailenin biz olduğumuzu orada dile getirdik.
Kitap, Erdoğan rejimi tarafından
baskı ve zulme maruz kalan Aslı Erdoğan, İdil Eser, Nuriye Gülmen, Roger
Caxer ve benim 15 Temmuz öncesi ve sonrasında yaşadıklarımızı ele
alıyor.
Bizim de nasibimize bu düştü
Bütün bunları tarihe not düşmek için
yazdım. Bu süreçten bizim de nasibimize bu düştü. Mayıs ayının sonunda
kayınvalidemi, Temmuz başında biraderimi kaybettim. İkisinin de
cenazesine gidemedik. Bir bedel ödediğimi düşünmüyorum. Zira çok ağır
bedel ödeyenler var. Benim de bu süreçte bir hikayem olduğu için kendimi
o mazlumlar arasında sayabiliyorsam ne mutlu.
Son olarak, güvenli evde bulunurken
TR724 ile nasıl iletişim kurduğumu yazayım. O günlerde günün
şartlarından dolayı müstear isimle yazıyordum. Benden yazı gelmeyince ve
ses çıkmayınca arkadaşlarımın endişe edeceğini düşündüm. Ortadan
kaybolduğumuzun 4. günü iPadler gelince aklıma bir fikir geldi. Herhangi
bir yazının altındaki yorum bölümüne iyi olduğumu ve güvenli bir
ortamda bulunduğumu okuyucu yorumu olarak yazdım. İletişim böylece
sağlanmış oldu. Yazılarımı da daha sonra yine yorum kısmına yazıp
gönderdim.
15 Temmuz’dan sonra çok sayıda tehdit
aldım. En nihayetinde işin suikasta kadar vardığını görmekten ülkem
adına üzüntü duydum. Ben sıradan biriyim. Koca devletin benim peşime
düşmesi utanç olarak yeter. Geriye, benim adıma, film gibi bir 14 gün
kaldı.