ENES CANSEVER-İZLENİM
Bugün, Melbourne’den sonsuzluğa bir delikanlı
uçtu. Onlarca yıl,Anadolu’dan gelenleri
karşılayanların başında hep o vardı. Bu defa sıra değişti. İbrahim Ağabey’in
kucaklayarak, karşıladığı kader arkadaşları, onu omuzlayarak ötelere yolcu
ettiler. O göçüp gelen muhacirleri, renkli ve bayramlık giysilerle ve davul
zurnalarla karşıladı. Vefalı dostları ise, onu dualar, tekbirler ve
salavatlarla uğurladılar. Uzun ve bir o kadar da bereketli ömrünü toplum hizmetlerine harcayan bir
“Delikanlı”yı, sevenlerinin omuzlarında son mekanına uğurlarken, sadece kendi
milletinden insanlar yoktu. Pek çok milletten vefalı dostları da vardı ve
ellerini açıp ardından hayır dua eden
Sadece Türkler yoktu mezarlıkta, Asya’dan
Afrika’ya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya,
Avrasya’dan Uzak Doğu’ya… Pakistanlısı, Malezyalısı, Hintlisi, Endonezyalısı,
Arabı, Fijilisi, Boşnağı, Mısırlısı, Moritanyalısı, Kıbrıslısı hatta İtalyan ve
İrlandalısı bile oradaydı. Hepsi son vazifelerini yapmak için toplanmışlardı. Yaşadığı gibi vefat etti, güzel amelleriyle
de ebedi yolculuğa uğurlandı.
Tüm bu insanların bugün oraya toplanmasına
vesile olan İbrahim Dellal Ağabey, hayat boyu yaptığı güzel işleri ölümüyle de adeta
devam ettirerek, finalini yaptı. Müslümanların birlik olması, beraberce hareket etmesi ve el
birliğiyle ihtiyacı olan herkese koşulması…
Çünkü öyle diyor ona şahitlik eden torunu:
“Kendisinden yardım talep edenlere, el uzatmadığı nerdeyse kimse yok. Göçmen olarak
gelip, elinin değmediği, selam vermediği, yardım elinin uzatılmadığı nerdeyse
kimse kalmadı. Hiçbir eli boş çevirmedi. Buna şahidiz. Dedem çok farklı bir
insandı. Çok renkli biriydi.”
Yani Dellal, İslam kültürünü fiilleriyle
yaşayarak, Batı kültürüyle bir potada buluşturuyor ve günlük hayata
uyguluyordu. Konuştuğu, muhabbet ettiği genç-yaşlı fark etmez, muhatabına
“Delikanlı” derdi. Delikanlı sözünü çok kullanırdı, zaten heybetli görünümü, ve
şahin bakışlarıyla de hep bir delikanlı edası taşırdı. Hayatı boyunca dimdik
duran bu Delikanlı, ne paraya, ne makama eyvallah demişti. Bir zamanlar
kendisini alkışlayıp şimdi bir muhalif rüzgar esince selamı sabahı kesip yolunu
değiştirenler, hatta bir adım daha ileri giderek, nezaket sınırlarını aşanlara
bile, tavrını değiştirmemiş, bu “YOLUN KADERİ” diyerek, dimdik durmaya
ama yolunda en ufak bir zikzak çizmedi, inandığı yolda devam etti, son menzil
olan bugüne kadar.
Henüz 18 yaşında genç, delikanlı muhacir
olarak geldiği bu topraklarda daha sonra gönlü okyanuslar kadar geniş bir Ensar
ruhuyla hareket etmiş, tam bir Halili edayla ihtiyacı olan herkese gücü
nispetinde yardım elini uzatmıştı. Sağ eliyle verdiğini, sol eline
hissettirmemeye çalıştı.
“Ben bunlar gibi değilim, öyle
olmadığım için de avantajlıyım. O halde bana ait değerleri sahiplenmeli ve
insanlara da hatırlatmalıyım.“ sözlerinin gırtlak ağalığını değil,
hayatına gaye bilmiş ve tam bir aksiyona dönüştürmüştü.
İki hafta önce hasta yatağında bile
kendisiyle ilgilenen doktora, Kur’an’ın
özüne ait mesajlar vermeye çalışmış ve gözyaşlarıyla kendisini dinleyen doktoru
Kur’an okumaya ikna etmişti. Vefatına iki hafta kala, yanına uğrayan vefalı
dostlarından biri, şu taze hatırayı aktardı mezarının başında; “İbrahim Ağabey,
hasta yatağında bile, kirletilmeye çalışılan İslam’ın temiz çehresini, asıl
yüzünü anlatıyordu. Bakımevindeki doktoru Hristiyan inancına sahip bir bayan.
Kur’an-ı Kerim’in güzelliklerini ve içeriğini, sosyal hayattaki yerini ve
önemini anlatınca, hanım doktor çok etkilenmiş, gözyaşlarına hâkim olamamış ve
İbrahim Abiye, Kur’an-ı Kerim’i incelemeye ve okumaya söz vermiş.”
Bu sözü Doktor hanımdan aldıktan sonra,
Berzah Âlemi’ne doğru kanat çırpmış. Seyit soyundan gelen ama bu yönünü büyük
bir sır gibi saklayan, kimseyle paylaşmayan Dellal, sadaka-i cariyenin önemine
çok inanırdı. Yani; öldükten sonra da, amel defterine sevap yazdıran sadakadır. Bunlar
cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmi eser bırakmak gibi insanlara
faydası dokunan her çeşit iyi işlerdir.
Ruhunun ufkuna yürüdükten sonra kapanmayacak
bir âmel defteri için hayatı boyunca elinden ne gelirse yaptığını, dün herkes
“şahidim” diyerek ifade etti. Kabrinin başında elinde bidonla, kabrine su döken
siyahi lise talebesi yavru, İbrahim Dellal’ın adını taşıyan okulun
fidanlarındandı. İnanıyoruz ki, farklı milletlerin safa durduğu cenaze
namazında “şahitlik” yaptığı bu hayırseverin samimi hizmetlerini Cenab-ı
Hakk’da, asla zayi etmeyecektir.
ORHAN ÖĞRETMENLE KOMŞU,
İKİ DELİKANLI
O, cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşmesi
duasıyla verdiğimiz kabrinde de şimdi yalnız değil. Şimdi Melbourne’deki
Fawkner Müslüman Mezarlığı, aynı yolun yolcusu olan, yan yana yatan iki kader
arkadaşını ağırlıyor.
Orhan Öğretmen ve İbrahim
Ağabey birbirine komşu oldu, inşallah öte tarafta da, her ikisi, ‘Efendiler
Efendisi’ne komşu olurlar.
Orhan Öğretmen, amansız bir hastalığın
pençesinde geçen yıl ruhunu rahmana teslim etmişti. İbrahim Dellal’ı uğurlayan vefalı
dostlar, Orhan Hoca’nın mezarına da uğrayarak, dualarında unutmadılar.
Mezarının başucunda kalbi yaralı iki büklüm Annesi, hüzün içinde dua ediyordu.
Sürekli Anne’nin hayalinde olan Orhan’ını, İbrahim Ağabeyin vefatından bir iki
gün önce ağırlamış rüyasında. Yitik evladı Orhan’ının evine çok muazzam bir
kalabalık misafir ve misafir gurubu gelmiş.
Hem de Anne’nin evladıyla ilgili gördüğü
rüya…
Galiba gelen misafir(ler) Fawkner Müslüman
Mezarlığı’nın yeni müdavimi, İbrahim Ağabey ve onu uğurlayanlardır.
Hep hizmet ve Allah rızası için koşturmayla
geçen, nispeten sıkıntılı ama öbür aleme bakan neticeleri itibariyle,
hayırlarla ve kapanmayan amellerle dolu yaşadıkları bu semereli hayat, yan yana
yattıkları bu mezarlıkta bitse de biliyoruz ki, onlar isimleri ve gayretleriyle
hep önümüzde birer ışık olacaklar.
Rahmeti sonsuz Rabbimizden duamız, bu iki
muhacir ve dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimizi affı ve mağfiretine
mazhar etsin. Makamları cennet, kabirleri de pür nur olsun inşallah.
Son söz:Tüm
duygularını ve yaşantısını ‘Evrensel İnsani Değerler’ üzerine bina
etmiş, ‘Delikanlı’ bir Osmanlı Efendisi’nin, ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirisi‘nin kabul edilişinin 70.yıl dönümü olan 10
Aralık’a denk gelmesi ve tevafuk etmesi
bir tesadüf olabilir mi? Bence hayır, ya sizce…?