Ömer A Ergi,
Hz Bediuzzaman 21. Lemada ihlasın kazanılmasında atılacak ilk adımın, amellerde rıza-ı İlahiyi gözetmek olduğundan bahseder. Hayatlarını Allah rızasını kazanma endeksli yaşayanlar, Hakk’ın adamı olma şerefine ermiş, mutmain ruhlardır.
Onlar için halkın teveccühü, Allah rızası olduğu müddetçe değerlidir, aksi takdirde milyonların alkışları ve pöh pöhlemelerinin zerre kadar kıymeti yoktur. Bu nedenle Hakk’ın adamı olmak, halkın adamı olmaktan daha değerlidir, hatta bu mesele kıyas bile edilemez, çünkü Bediuzzaman hazretlerinin belirittiği gibi, Hakk razı olduktan sonra tüm dünya küsse bir ehemniyeti yoktur. Meseleye diğer taraftan bakılırsa, Hakk razı olmadıktan sonra dünya lideri olsanız, altın saraylarda yaşasanız, milyonların teveccüne mahzar olsanız, bir kıymeti yoktur.
Gerçi lider konumunda olan insanların adalet ve hukuku savunarak, halkın haklarını koruma gibi önemli sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getiren liderler halkın teveccüne mazhar olabilirler ve herkes tarafından sevilebilirler. Bunun aksini yaparak, hak hukuk gözetmeden, sadece dünya saltanat peşine, malına mal katma gayretine düşen, halka zulmeden dünyaperest liderlerse, tarih boyunca lanetlerle anılırlar. Bu şahıslar peşlerine milyonları da takmış olsalar akibetleri hep aynıdır. Demek ki halkın adamı olan herkese Hakkın adamı denilemez. Bunun en büyük sebebi, halkın adamları halkın profiline göre şekillenirler. Yani elma ağacı elma, zakkum ağacı zakkum verir. Dolayısıyla, halkın adamı olduğunu idda eden herkesin doğru yolda olduğu söylenemez. Aksi takdirde Firavunların, Haccaların, Yezidlerin, Stalinlerin, Hitlerlerin doğru yolda yürümüş halk adamları olduğunu söylemek gerekirdi ki bu çok absürt bir iddia olurdu. Evet, Peygamberler müstesna, bu genel bir prensiptir ki toplumlar kendi değer anlayışlarına göre lider üretirler. Süt neyse kaymağı odur, süt gibi saf, bembeyaz toplumlar Ebu Bekirler, Ömer bin Abdulazizler, Alpaslanlar, Yavuzlar üretirken, ruhları zift gibi karamış olan toplumlar kaymak değil, üzerinde kapkara baloncuklar oluşmuş, nahoş kokulu tortular üretir, daha doğrusu oluştururlar. Üzülerek ifade etmek zorundayım ama bu gerçeği anlamak için İslam aleminin bugün ki durumuna bir göz atmanız yeterli. Evet, bugün genel anlamda Müslüman ülkeleri yöneten insanları tahlil ederken, onların kendi toplumların bir mahsülü olduklarını unutmamak lazım.
Ne yazık ki Müslümanlar ne zaman ahireti unutup dünyayı gaye-i hayal yapmışsa, İslam alemi karanlıkta kalmış, suyu kesilmiş bir ağaç gibi çürümeye yüz tutmuş ve içler acısı bir vaziyete düşmüştür. Dolaysıyla, manevi değerlerini yitirmiş olan toplumların, Ömerler yetiştirmesini beklemeyin. Vaziyet ortada, günümüzün İslam dünyası genel anlamda ilim ve irfandan uzak, adalet anlayışı iflas etmiş, Kur’an’ı yüzünden okusa bile, manasını idrak edemeyen, dini, siyasi emellerine ulaşmak için bir araç gibi kullanan ve tulu emellerinin gerçekleşmesi için Müslümanlara vicdansızca zulmeden iktidarlar tarafından yönetiliyor. Genelleme yapmamak lazım ama günümüz liderlerinin büyük bir kısmı Hakk’ın adamı olmadıkları gibi, aslında halkın adamı da değillerdir, çünkü bunların yönettikleri ülkelerdeki Müslümanlar hukuksuz ve adaletsiz iktidarlar yüzünden zulüm altında inim inliyorlar. İşin daha da ilginç tarafı, bu ülkelerde yaşayan ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayan insanlar da, ya iktidar korkusuyla veya istikbal korkusuyla yapılan zulümler karşısında “Allah aşkına, bu kadarda olmaz” diyemiyorlar. Hatta entellektüel veya alim geçinen bazı bedbahtlar da makam, mansıb uğruna, masum ve madurlara zulmedilmesine cevaz verip, ahireti, hesap gününü düşünmeden yapılan zulümlere ortak oluyorlar. Bu hazin tablo bana Akif’in şu dörtlüğünü hatırlatıyor:
Müslümanlık nerede! Bizden geçmiş insanlık bile.
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hepsi makberdedir,
Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir.
Bugün dünya devletleri arasındaki kıyaslamalarda insan hakları, adalet, özgürlük, fikir hürriyeti, hukuk, eğitim seviyesi, ilim, irfan istatistiklerine bakıp, Müslüman ülkelerin listelerde hep en alt sıralarda olduğunu gördükçe, her ne kadar içimden haklısın ey koca Akif diye haykırmak gelsede, böyle bir ümitsizliğe düşmememizin gerektiği kanaatindeyim. Lakin, Akif başka bir şiirinde:
Yeis öyle bir batak ki düşersen boğulursun,
Azmine sımsıkı sarıl, bak ne olursun, diyor…
Yıllar önce İzmir Yamanlar’da Hoca Efendiden işitmişdim, emniyet (yani insanın kendini garantide görmesi) küfür olduğu gibi, yeis de küfürdür, demişti. Yani Müslüman Allah’tan ümidini kesmez. La taknetu min rahmetillah, evet Kur’an, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz buyuruyor, hele hele kendizinizi O’nun yolunda hizmet etmeye adamışsanız, O’nun rızasının peşindeyseniz, dolaysıyla Hakk’ın adamı olmayı kendinize en büyük hedef olarak belirlediyseniz…
Aldanmış değil, adanmış ruhlar bilirler ki, Allahın nusreti, yardımı yakındır, çünkü Allah her zaman doğru yolda olanlarla olmuş, yani müttakilerle beraberdir. Peki bu süreçte yapılması gereken nedir? Benim acizane fikrim, rüzgar yemiş ekin gibi süratle doğrulmak ve Hoca Efendinin bir kaç hafta önce Bamtelinde ifade ettiği gibi gölgeyi arkaya alıp güneşe dönerek istikrarlı adımlarla yürümek ve kök salacak verimli topraklar aramaktır. Evet, en ağır şartlar altında bile…gece, deniz, balık size karşı ittifak etmiş olsa da, önünüze deryalar çıksa da, içine atılmanız için ateşler yakılmış olsa da, sığındığınız Sevr’in önüne gözü dönmüş kanlı katiller dikilmiş olsa da, Allahtan ümidi kesmemeli, tam aksine la tahzen innellahe meane demeli ve yılmadan, yorulmadan yola devam edilmelidir. Zaman gösterecek ki, tarihte yüzlerce defa tekerrür ettiği gibi zalimler hakkettikleri akibete, saidler de Kuran-ı Kerimin kendilerine vaad ettiği cennet yamaçlarına kavuşacaklar. Allah doğru yolda kararlıkla yürüyenlerle ve sabredenlerle beraberdir…