’21 ay sonra tahliye oldum ve benim için bitti. Ailemin yüzü güldü… Ama gülemeyen aileler varken nasıl yüzümüz güler ve mutlu oluruz? Evet, bitecek bu zor zamanlar her şey geride kalacak… Bu yüzden, unut gitsin diyorlar… Ama ben, unutturma Allah’ım diyorum. Unutturma!’
15 Temmuz sonrası hukuksuzluğa uğramış on binlerce insanın hikâyesi yazılmamış tarih sayfalarında yer almaya başladı. Hiçbir suçu olmadan cezaevi parmaklarının arkasına konulan anne babalar ve onların çocuklarının acılarına şahit olduk. İşte bu da öyle bir mektup. Cezaevinin demir kapılarının sesi kulaklarında çınlayan birisinin mektubu sessiz kalabalıkların duygularına ses olmuş.
26 yaşında ‘terör örgütü kurma, yönetme’ suçlamasıyla tutuklanan ve 21 ay sonra tahliye olan birinin yazdığı bu mektup içeridekilerin sesi aynı zamanda. Sorulan soru herkesi ilgilendiriyor: “Bu zor günler ve acılar unutulur mu?”
BENİM İÇİN BİTTİ AMA NASIL UNUTULUR?
“Ne yazmak gerekir şu satırlara, ne olursa doğru olur bilmiyorum. Gönlümden geçen her şeyi dile getirmek çok zor. 21 ay geçti bitti hamdolsun. Benim için bitti, ailemin yüzü güldü ama gülemeyen nice aileler varken nasıl rahat olunur, mutlu olunur? Evet, bitecek bu zor zamanlar her şey geride kalacak, unut gitsin diyorlar ama ben, unutturma Allah’ım diyorum.
Medrese-i Yusufiye’de yaşadıklarımı, sıkıntılarımı unutturma!
Ailemin yanından gözaltına alındıktan sonra bir polis aracı ile götürdüler beni. 2 erkek 1 kadın polis nezaret etti. Yolda erkek polisler kendi aralarında konuşurken biri diğerine “Ağabey erkeğin ayıbı olmaz” dedi. O dakikadan itibaren yanımda kadın polis olmasına rağmen diken üstünde 7 saat yolculuk yapmamızı, “Allah’ım ailemi, iffetimi, aklımı, kalbimi hepsini sana emanet ediyorum emanetin gerçek sahibi Sensin” deyip emniyete gidene kadar dua etmemi unutamıyorum!
CEZAEVİNDE ÜZERİMİ ÖRTEN ABLAYI UNUTAMIYORUM
Cezaevine ilk geldiğim gün ilk aramada yapılan muameleyi, utanmamı unutamıyorum! Cezaevinde ilk gece -haberim daha sonra oldu- bana yatağını veren arkadaşı, gece gelip sanki evladıyım gibi üzerimi sessizce örten öğretmen ablayı, sabaha karşı gece daha fazla ayakta kalmaya dayanamayıp ayakucuma kıvrılan ayakları buz tutmuş ablayı unutamıyorum!
‘SENİ DOĞURURKEN BİLE BÖYLE ACI ÇEKMEDİM’
İlk açık görüşte annemin feryatlarını, ağlamalarını, babamın sessiz sessiz ağlamasını, 21 ayda en az 5 yıl yaşlanmalarını, annemin “ben seni doğururken bile böyle acı çekmedim” demesini, babamın “Baban her şeye dayanır kızım “deyip ağlayıp beni de ağlatmasını unutamıyorum!Önceden gelenlerin yeni gelene ev sahibi gibi misafirperverlik yapmasını, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmasını unutamıyorum!İki kişilik ranzalarda dört kişi kalmamızı, yüz metre kare evler bile bazen dar gelirken aynı ranzanın üstünü hem yatak hem de çok fonksiyonlu olarak kullanmamızı unutamıyorum!
Elli sekiz (58) metre karelik bir alanda 58 kişinin aynı yerde yatmasını, nöbetleşe uyumalarımızı, eksi 20 derecelerde havasızlıktan duramayıp pencere açmalarım, yer yataklarında yatarken yağan kar tanelerinin yüzümüze yağmasını unutamıyorum!
’25 GÜN HAVALANDIRMAYA ÇIKARILMADIM’
Kaldığımız ilk koğuş önceden depo olarak kullanılıyormuş. Avlusu yoktu. Burada 17 ay kaldık. Memur odasına çok yakındı. Merdivenlerden çıkınca demir parmaklıklardan görebiliyorlardı bizi. 17 ay boyunca bin bir nazla bizi günde belki 1 saat havalandırmaya çıkarıyorlardı, bir ara tam 25 gün hiç çıkarmadılar. 17 ay sonra sayımız azalınca bizi avlusu olan diğer koğuşa aldılar. Avlusu olan koğuşa geçince bana burası hapis gibi gelmedi, en azından hareket alanımız daha genişti, gökyüzü vardı… Bizi ilk kaldığımız koğuştan çıkarmalarından 20 gün sonra kadınlar günüydü. Eski koğuşu düzenleyip adli mahkûmlar için kuaför getirdiler. Bize zulüm için kullandıkları o odayı onlara lütuf olarak kullanmalarını unutamıyorum!
İlk kaldığım koğuşta daha 2. ayda astım teşhisi konuldu. Koğuş havasız, rutubetli, ilaçlarım düzenli gelmedi. Defalarca çok ağır ataklar geçirince halime üzülen bir ablanın rutubetten kararmış duvarları silmesini unutamıyorum!
Koğuşta kalp krizi geçiren ablayı, dizlerinin ağrısından yürüyemeyen teyzeyi, çok bunalıp sinir krizi geçiren arkadaşları, şeker hastalığı sebebiyle günlerce yatağından kalkamayanları, banyoda bayılan arkadaşı, genç bir arkadaşın kadın hastalıkları sebebi ile ciddi sıkıntılar geçirip, kullandığı ilaçlar ve rahatsızlığı sebebiyle ileride çocuk sahibi olamama ihtimalini unutamıyorum!
‘BAŞKALARINA ÜZÜLMELERİMİZİ UNUTAMIYORUM’
Evli ablaların biz gençlere “sizin burada ne işiniz var daha çok küçüksünüz” demesini, gençlerin de “sizin burada ne işiniz var çocuklarınız var” demesini, insanların kendine değil karşısındakine daha çok üzülmesini unutamıyorum!Eksi 20’leri gören bu soğuk memlekette toprak namına tırnak kadar olmayan bu koğuşun pencere kenarında o soğuk havada iki küçük filizin yeşerip bize ümit olmasını ve arkadaşların “Âlim zatlar geldikleri yerleri yeşertirler “demelerini unutamıyorum!
12 AYLIK TARIK’IN KAPIYA VURUP ÇIKMAK İSTEMİSİNİ UNUTAMIYORUM
12 aylık minik Tarık’ın annesi ile beraber gelişini, geldikten 10 gün sonra yürümeye başlamasını, bir arkadaşın kucağında kapıya giderek, arkadaşın kapıya vurup “bakar mısınız kapıyı açar mısınız” deyince Tarık’ın gülüşünü ve sonra ne zaman bakar mısınız diye seslensek Tarık’ın kapıya vurup çıkmak istemesini unutamıyorum!
2,5 aylık minik Azra’nın annesinin saatlerce sütünü sağmasını ve kızını hafta içi her gün yalnızca 1 saat görmeye izin verilmesini unutamıyorum!
Bizim hazırladığımız kahvaltı sofralarını görüp imrenen memurları, ikram etmek istediğimiz zaman yasak deyip almamalarını, sizin elinizde imkânınız çok, buradaki imkânlarla bu kadar oluyor diyen arkadaşlarımı unutamıyorum!
GARDİYANIN SARILIP TESELLİ ETMESİNİ UNUTAMIYORUM
Bir memurun arkadaşlardan birine “Kiminiz öğretmen, kiminiz doktor, hepiniz makam sahibi insanlarsınız yarın öbür gün çıkarsanız yüzümüze bile bakmazsınız” demesini unutamıyorum!
İlerleyen zamanlarda gelen yeni memurların, bizi revire götüren yeni memurlardan biri yol verince bir arkadaşımın “Memur Hanım size sıkıntı olmasın önümüze geçin” demesini unutamıyorum!
Bir infaz memurunun telefon görüşü sonrası ağlayan arkadaşımıza kameranın görmediği kör noktada sarılmasını, teselli etmesini, bir öğretmen arkadaşımızdan çocuğu için tavsiyeler almasını ve ‘Siz nasıl insanlarsınız böyle aslında ben de biliyorum suçsuz olduğunuzu demesini unutamıyorum!
Gardiyanın yan koğuşta ki adli suçlulara, “Bayanlar okuma yazma öğrenmek isteyenler dilekçe yazıp versin” demesini ve çoğumuzun öğretmen olup da boş oturmamızı, “İmkân verseler bize, biz öğretiriz” diye kendi aramızda konuşmalarımızı unutamıyorum!
DUALARIMIZI UNUTAMIYORUM
Cezaevinde zamanın nasıl geçtiğini soruyorlar. Aynı suçlamayla tutuklu olsak da çok farklı insanlar vardı, kimisi okuyarak, kimisi örgü örerek, kimisi uyuyarak geçirdi zamanını. Ama zaman gerçekten çok hızlı geçiyordu. Bu geçen zamanda en çok “Allah’ım kalplerimizi kaydırma, yolunda sabitkadem eyle” diye yaptığımız duaları unutamıyorum!
Koğuşumuzun Nene Hatun’u 55 yaşında bir ev hanımı vardı. Bizimle birlikte 15 ay kaldı. Hâkim mahkemede “Burs himmet vermişsin” deyince parmağındaki yüzüğünü gösterip “35 senedir ben parmağımdaki yüzüğü değiştirmemişim, dediğiniz o paraları nereden bulup vereyim” dediğini unutamıyorum!
Küçücük mutluluklar için yapılan doğum günü pastalarını, bulgur pilavından yapılan kısırı, yenmeyen köfteyle yapılan sözde tantuniyi, karavana ile verilen bulgur pilavını, nohudu, fasulyeyi yıkayıp muhafaza edip semaverde yapılan aşureleri unutamıyorum.
AĞLAMAYIN BU DA GEÇER
23 yaşında bir arkadaş telefon görüşmesinden ağlayarak geldi. Banyoda yarım saatten fazla ağladı. Banyo yalnız kalabildiğimiz tek yerdi maalesef. Yan koğuştan adli suçlu bir bayanın “Ablalar ağlamayın bu da geçer” demesini unutamıyorum!
Daha babasının gölgesinden korkup şefkatine sığınırken, terör örgütü kurmuş ve yönetmiş suçlamaları ile yargılandık. Avukatlardan birinin hepiniz kurup yönettiyseniz o zaman üyeler nerede demesini, 14 ay boyunca mahkeme tarihimin belli olmamasını ve mahkememin sürekli ertelenmesini unutamıyorum!
21 ay sonra hâkimin tahliye kararını, mahkemeye gelen kardeşlerimin beni askerlerin arasında görünce ağlamalarını, tahliye kararına sevinemeyip cezaevine gidene kadar ağlamamı, koğuşa gelince utandığım için tahliye olduğumu söyleyemediğimi unutamıyorum!
İlk evime gelince, hep bir sözüm vardı. Asıl gurbete gidenler dönünce vatanlarının toprağını öperler ben de çıkarsam toprağı öpeceğim diyordum. Eğilip toprağı öpmemi unutamıyorum!
Tarık b. Ziyad eski eşyalarını atmamış ve nefsine “ey Tarık nereden geldiğini unutma” demiş ya, yarın zaman ne gösterir, ne yaşarız bilemiyorum ama her ne yaşarsak yaşayalım ben de bu zor günleri bize unutturma Allah’ım diyorum.”kronos7.news