Prof. Dr. Cihangir İslam: “Görünüşte bir demokrasi dekoru oluşturarak ama sufleyle de insanları sindirerek yol almak istiyor. Bugünü Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder olarak anamayız sadece; Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Mehmet Altan… Bakın ne kadar farklı kesimlerden ne kadar çok insan sayıyoruz ve bunlar göz önünde olanlar sadece.”dedi.
Meclis’te yaptığı her konuşmasıyla AKPlileri panikleten Milletvekili Prof. Dr. Cihangir İslam Artıgerçek’e çarpıcı açıklamlarda bulundu. Saadet Partisi’nin son yıllarda öne çıkan isimlerinden Prof. Dr. Cihangir İslam, Türkiye siyasetini ve yaklaşan seçimlerle ilgili, Seran Vreskala’nın sorularını şöyle cevaplandırdı:
Son zamanlarda Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hüda Kaya ve sizin gibi dindar, muhafazakâr ama daha geniş düşünen isimler çok ön plana çıktı. Dindarlar olarak dincilere karşı İslam’ın namusunu mu kurtarmaya çalışıyorsunuz?
Sadece biz değil bu görüşte olan büyük bir çoğunluk var Türkiye’de. AK Parti iktidarı kadar İslam’a ve Müslümanlara zarar veren bir iktidar hiç olmadı. Ne ülkemizde ne dünyada. Bizler bu farkın her zaman bilincindeydik ve o hareketin hiçbir zaman içinde olmadık. Sadece bunun farkına varanlar zaten bu hareketin dışında isimler olmalı. Bu da olumlu bir aşamadır.
Samuel Huntington’ın ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabında bizim ülke için köyden kente göç edenlerin çok dışlandığını ve toplum dışına itildikleri için bildikleri tek unsur olan dine sığındığından ve bununla beraber İslamcı bir otoritenin oluşmasının kaçınılmaz olduğundan bahseder. Siz ne diyorsunuz?
Köyden kente hızlı bir göçün yaşandığı Müslüman bir coğrafyada İslamcılık adı altında bir şemsiyenin altına girmeleri çok doğal değil mi? İnsanların İslam’a doğru yönelmelerinin sebebi eşitliği aramalarıdır, bu insiyaki bir harekettir. İnsanlar opera ve bale binasında eşit bir ilişkide değillerdir ama mabetlerde öyledir. Bu insanın varoluşunun dünyaya bir cevabıdır. Din tarih boyunca en çok kullanılan araç olmuştur ama dinleri ortadan kaldıralım zihniyeti de kısa devre yapan bir zihniyettir. Kullanacak bir araca ihtiyacı olanlar başka bir araç zaten bulurlar. Bir şey piyasada güçlüyse bunun kullanılması işten bile değildir. Mesela Atatürkçülük de kullanılmıştır bu ülkede, 90’lı yıllarda. O zaman güçlü unsur oydu. Bugünkü iktidara bakın, 16 yıl içerisinde katmanlar arasındaki farkı arttırmaktan başka geçerliliği olmayan, kültürel faunada herhangi bir üstünlük elde edemeyen sözüm ona bir elit sınıf kurmaya çalışmıştır ama sonuç felakettir.
Eğer kentliler onları yeteri kadar sahiplenselerdi fanatik dinciler oluşur muydu peki? En azından arada bu kadar büyük bir uçurum olur muydu?
Türkiye’de o dönemlerde seküler entelijansiyanın üzerinde durduğu yegâne kavram çağdaşlık ve laiklikti. Bu, o insanlara hayatı ne kadar açıklıyordu? Köyden gelmiş, şehirde hayatını nasıl idame ettireceğini düşünen kitlede bir dayanışma hissi çıktı. İşsizlere iş bulmaya, evsizlere ev bulmaya çalıştılar. Bizler daha büyük problemlerle uğraşırken, onlar insanların problemlerini çözmeye çalıştılar. Bir birliktelik oluşturdular. Mesela Refah Partisi’nin yükselişi de o döneme denk gelir. O kadar çarpıcı bir seçim kampanyası yapmıştı ki seçimlerle ilgili reklam kanununu değiştirdiler. İş başına gelince de ücretliye tarihin en büyük zammını yaptı, bunu popülist bir kaygıyla da yapmadı.
İttifaklarda farklı ideolojilere sahip partiler bir araya gelebiliyor artık. Yani sağ ve muhafazakâr bir parti sol ve demokrat bir partiyle ittifak kurabiliyor.
Sol-Sağ diye bir şey var mı siyasette artık? Yeni bir siyaset kuruluyor, bu da daha farklı bir modele evriliyor. Dünyada da durum böyle. Bir tarafta otoriter yönetim isteyen ve tek kişi yönetimine destek veren kitleler var, diğer tarafta demokrasiye inanan, insan haklarına odaklı, bir arada yaşamak ve eşitlik isteyen bir kitle var. Bizim seçimde de bunu yaşadık. İlginçtir, ülkede sağ demokrasinin itici gücü olmuştur hep. Merkez sağdan, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi geleneğinden bahsediyorum. Mili Görüş geleneğini de buna katabilirsiniz. Çok partili sisteme geçtiğimizden itibaren sağın öyle bir anlamı vardı; büyük kitleleri arkasına alarak ilerlemek sağ partilere nasip oldu. Bugün yeni dünya düzeninin ne yaptığına bakarsanız, bizdeki gibi iktidarlar üzerinden kendini güçlendirmek, vahşi kapitalist bir anlayışla kendini tahkim etmek istiyor. Bunun karşısında da daha demokrat bir cephe oluşuyor.
Son 24 Haziran seçiminde de bunun izdüşümünü gördük. Bütün siyasetler ikiye bölündü. Milliyetçiler MHP ve İYİ Parti olarak ayrıldı. Dindar, mütedeyyin kesimin bir kısmı Millet İttifakı’na katıldı. Türkiye’de sol diye bildiğimiz ulusalcıların bir kısmı da Erdoğan’ı destekledi. Bölünmeler yaşandı ama bu referandumda başladı aslında. AK Parti, MHP ve BBP’nin toplamı aslında %63 idi ama %51 oy alabildiler. O kesimden %12 demokrasi yanlılarına, otoriter sisteme karşı çıkan, tek adam yönetimine direnen ve bir arada yaşama isteğinde olan tarafa oy kullandı. Bu çok önemli bir ayrıntı ve işarettir siyasetin geleceği açısından. Bu anlamda bütün siyasi damarlar ikiye bölündü; Kürt siyaseti de dahildir buna. Kürtlerin bir kısmı AK Parti’de HDP’de ve bu tarafta yer aldı. Yeni siyaset bence, referandumda ‘Hayır’ diyenler, 24 Haziran seçimlerinde de Millet İttifakı ve HDP tarafında kalanlar üzerinden kurulacak.
Saadet Partisi son zamanlarda sessizliğini bozdu ve bir atağa geçti. Özellikle son seçimlerde partinizden bayağı düzgün isimler ön plana çıktı. Neler oluyor?
Niye şaşırtıyor ki bu insanları? Kimse Saadet Partisi görmedi ki daha. 2002’den beri temsil edilmeyen, bastırılmış bir hareket bu ama savunduğu politikada ahlak her zaman en ön plandadır.
Siz neden bu bastırılmış hareketin içindesiniz o zaman? CHP ile ittifakı destekleyecek kadar esnek ve geniş de düşünüyorsunuz.
AK Parti, Saadet Partisi ayrışmasında rahmetli Erbakan’ın tarafında kalmış bir insanım. Bizim cepheye bakarsanız gelenekçi bir damar gibi görünür ama evrenseldir, prensiplere dayalı bayrağı taşıyan ekip de aslında oradadır. AK Parti tamamen yeni dünya düzeninin kendine dayattığı siyaseti, yani vahşi kapitalizmin tahkimi, Büyük Ortadoğu Projesi, İsrail’in güvenliği gibi temaları kabul ederek yola çıkmıştır. Üstelik bir olağanüstü hâl partisidir. O yüzden olağanüstü halleri bu kadar zorluyor çünkü olağan döneme geçtiğimizde AK Parti’nin eridiğini görürsünüz. İçindeki bütün bileşenlerin ayrıştığını ve kendi mecralarına döndüğünü görürsünüz. AK Parti, Saadet Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katılmasını da istedi ama Saadet Partisi bilinçli bir tercihle katılmadı. Eğer AKP’nin MHP’nin ve BBP’nin olduğu tarafa Saadet Partisi de katılsaydı, Türkiye’de sosyolojik fay hattının üzerine siyasi bir kutuplaşma hattı inşa ederdiniz. İkisi üst üste binerdi ve bu çok tehlikeli bir yere gidebilirdi. AK Parti Başkanı çıkıp şunu diyebilirdi ‘bakın inananlar burada, diğerleri karşıda’… Saadet Partisi olarak inandığımız değerlerin başında insanlığı ve ülkeyi bir bütün olarak düşünmek geliyor. Asla kimlikler üzerinden bir ayrım yapmamız mümkün değildir. Dolayısıyla CHP ile ittifakımız çok isabetli bir karardır.
Bu yüzden oy kaybettiniz ama.
Oy kaybetmiş olabiliriz ama Saadet Partisi’nin bu hareketi kaybettiği oydan daha değerlidir. İleride bunun etkisi ortaya çıkacak. Erbakan’ın bir araya topladığı taban Ak Parti tarafından sağcılaştırılmış bir tabandır. Bu mütedeyyin taban belki de 2’nci hatta 3’üncü kez sağcılaştırılmaya uğraşılıyor; bunun ilki Demokrat Parti döneminde, ikincisi 12 Eylül sonrası oldu. 50 seçimlerinde kaygı şuydu herhalde; iktidar el değiştiriyor, acaba devlete hâkim olacak kesime biz nasıl güvenebiliriz, nasıl inanabiliriz’den yola çıkarak, belki de bilinçli bir tercihle bu mütedeyyin tabanın milliyetçileştirilmesi üzerinde duruldu. Bu eskiden beri gündemde olan bir projedir ve şu anda Ak Parti’yle de bunun 3’üncü dalgasını yaşıyoruz.
Seçmen tabanı da buna hazırmış ama.
AK Parti, MHP’nin hatta Vatan Partisi’nin politikalarını savunuyor. Rasyonaliteye vurduğunuzda bu politikalar aslında onların politikaları olamaz, iş başına geldiğinde vadettiklerini düşünün. Konjonktürün ürettiği bir parti bu. Herkes birbirinden etkilenebilir, siyasette de durum böyledir ama politikaları bu kadar çelişen başka bir parti de yoktur. AK Parti 28 Şubat şartlarında ortaya çıkartılmış bir partidir.
Bir kaosun sonrasında ortaya çıktı.
Evet ama ortaya çıkmadı, çıkartıldı. O üretilen kaosun ardından sıkıştırılan sosyolojiye bir çıkış yolu olarak sunuldu. Hayat normalleştikçe AK Parti şansını kaybeder. Kaosun sonrasında kaosu devam ettirmek zorunda. Niye bu kadar kutuplaştırıyor diye soruyorlar, çünkü başka türlü başarılı siyaset yapması mümkün değil. Bakın hala eski defterler açılıyor, CHP tek parti dönemine falan atıf yapılıyor ama o dönemi aratmayacak baskıları aslında biz bu dönemde yaşıyoruz ve bunu dillendiren yok. KHK’lıları ele alın mesela, bu o dönemde bile görülmemiş bir uygulama. Geçmişte bunun bir örneği yok.
TÜRK: ‘NE MUTLU TÜRÜK’ DERSE, KÜRT’TE ‘NE MUTLU KÜRDÜM’ DER
Bu tip söylemlerinizden dolayı hakkınızda re’sen soruşturma başlatıldı. Erbakan da bundan nasibini almıştı 28 Şubat sürecinde. Siyasetiniz değil kaderiniz de aynı çizgide gidiyor gibi.
Doğru. “Okullarda çocukları ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diye bağırtıyorlar. Bu yanlış. Türk böyle derse Kürdün de ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ deme hakkı doğar” sözleri siyasi hayatına mal oldu. Bu kadar da objektif düşünebilen bir insandı.
Ülkenin en zeki siyasetçilerinden biriydi.
Ama zekâ tek başına yeterli değil, vicdan da gerekir. Erbakan iyi bir insandı da. İnsanı ve içinden çıktığı halkı severdi.
Bundan dolayı ilk ona sunulmuş olmasına rağmen AK Parti projesini kabul etmedi.
Tabii çünkü iyi bir insandı. Zekâ, güzellik, karizma tek başına bir değer değildir. Bunları neyin hizmetine sunduğunuzla alakalı. Karizma çok çekici bir unsur olmasına rağmen çok da tehlikelidir. Aklı başından alabilen ve insanları peşinden sürükleyebilen bir şey olduğu için analitik ve eleştirel yaklaşılmalıdır.
Siz de karizmatiksiniz.
Estağfurullah, öyle bir iddiam yok. Söylediklerim dikkate alınıyorsa, analiz edilmekten ve eleştirilmekten yanayım. Erbakan’la kaderiniz bir dediniz ya, Türkiye’de muhalefet eden herkesin kaderi birbirine benzer zaten. Sayın Demirtaş mesela, siyaseten içeridedir. Eskiden siyaseten katl diye bir olay vardı, muhalifler yok edilirdi; şimdi siyaseten tecziye, cezalandırma var. Bu bizim ülkede eski bir gelenektir.
Soruşturmanızda son durum nedir?
Bana daha bir şey gelmedi. Eğer varsa bir şey, öncelikle Meclis Başkanlığı’na gelecektir, dosyalar orada birikiyor. İktidar da aklına estiği zaman o dosyaları harekete geçiriyor. İşin o tarafıyla ilgilenirseniz, hiçbir şey yapamazsınız. Bir hedefe koşuyorsanız önünüze bakmanız gerekir, takılıp düşmemeniz için. Arkamdan kim geliyor, beni kim kovalıyor diye arkanıza bakarak koşarsanız, hedefe ulaşmanız mümkün olmaz.
Korku ve panik durumu var mı bu cezalandırmalarda?
E tabii, sistem insanları korkutmak üzerine kurulu. Görünüşte bir demokrasi dekoru oluşturarak ama sufleyle de insanları sindirerek yol almak istiyor. Bugünü Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder olarak anamayız sadece; Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Mehmet Altan… Bakın ne kadar farklı kesimlerden ne kadar çok insan sayıyoruz ve bunlar göz önünde olanlar sadece.
Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Ahmet Şık, Şebnem Korur Fincancı, Metin Akpınar…
Evet. Ahmet Şık -ki çok demonstratif bir vakadır- hem Ergenekon’dan hem F..’den yatırılmıştır. Sistem kendi içinde bu kadar tutarsız olabiliyor. Bütün araçlarla, ideolojik ve baskıcı aygıtlarla üzerinize geliniyor. Devletin bütün güç unsurları üzerinizde kullanılıyor. Bu tip durumlarda demokrasiden, çok seslilikten, insan hakları hedefinden kopmadan ama tepkiselliğe de yani bunların karşısında hakaretamiz, karşıyı aşağılayan bir dil tuzağına düşmeden, oto sansür de uygulamadan zihnimizdekileri olduğu gibi ortaya koymalıyız. Daraltılmaya çalışılan o çemberi bizler genişletmeye çabalayarak, tartışma kültürünü bu ülkeye yerleştirmeliyiz.
‘İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ZATEN SİZİN ONAYLADIĞINIZ DEĞİL ONAYLAMADIĞINIZ İNSANLARIN KONUŞMASI İÇİN GEÇERLİ BİR ŞEYDİR’
Hakaretamiz bir dil derken, 15 Temmuz hakkında söyledikleriniz yüzünden siz de bayağı kötü yorumlara mahsur kaldınız.
Ben insanın her halini gördüm. Tıp mesleğinden gelen biri olduğum için gerçekten de her halini gördüm ve her şeyin insan tarafından yapılabileceğini idrak ettim. Yaşım da artık belli bir noktada, o yüzden o kötü üslubun bana hissettirebileceği fazla bir şey yok! O sözleri söyleyenler daha büyük bir problem bence. Bir şeye üzüleceksek o sözlere değil, o sözler söylenebildiği için üzülmeliyiz.
Siyasetteki zarafet kayboldu.
Türkiye’de değil sadece, dünyada durum böyle artık. Toplumlar sultanın dinindendir diye bir laf vardır. Halklar liderini taklit ederler. Bizim en üst merciiye baktığınızda, referandumda ‘Hayır’ diyenlere hain diyen, karşısındaki ittifaklara isim ve lakap takan, sıfatlarla suçlayan bir otorite var ve gelenekte bir başkasına isim, lakap takmak kötü bir şeydir. Meclis kürsüsünde de söyledim bunların hepsini. Bizim cenahımızdan çok şükür insanlara küfür ve hakaret duymazsınız. Niye? Çünkü yıllarca bizim önderliğimizi yapan Erbakan’ın ağzından bir tane bile kötü söz çıkmamıştır. Başkanımız Sayın Karamollaoğlu da böyledir. Hayatın da içinden bir insan. Endüstri mühendisi, İngiltere’de tahsil görmüş, ahlakından ödün vermeyen bir insan… Liderlik böyle bir şeydir; içimizdeki en olgun, en vasıflı kişi lider olmalıdır.
Karamollaoğlu’nda karizma veya liderlik ruhu var mı sizce?
Elbette var ama onu törpüleyip insanlara sunmaması bambaşka bir meziyettir. İnsanların vasıflarıdır önemli olan. Bir insanın etiketlerini, malını mülkünü, çevresini, sahip olduğu ne varsa hepsini alın, geride hala iyi bir şeyler kalıyorsa o iyi bir insandır. Tabiri caizse özüne inmişsinizdir ve alamayacağınız tek şey insanın iyiliğidir. İnsanlığını alamazsınız. Böyle bakarsanız, Temel Bey’de kalacak olanların çok değerli olduğunu görürsünüz. Bunu genele uyguladığınızda, ulaştığı makama ya da mülke tutunan birçok insanın, onlar elden gidince varoluşsal açıdan buharlaştığını görürsünüz.
Devletler de böyle değil midir?
Doğru. En zengin devlet olamayabiliriz. Teknolojide, refah düzeyde en üstte de olmayabiliriz ama hala adil, adaletli olabiliriz. Bunun karşısındaki tek engel biziz. Türkiye böyle anılan bir ülke haline getirilebilir. Üstelik bunun maddi bir bedeli de yok.
İç güvenlik yasası yüzünden de insanlar ses çıkaramaz halde.
Polislere o yetkiyi veren yasa vahim bir yasa. Meclis kürsüsünde buna onay verenleri empatiye çağırdık. Aynı derecede vahim olan Kumar Yasası’nı da çıkarttık ve tatile girdik ayağımızın tozuyla. İyi olmayan bir hatırayla başladık Meclis hayatımıza. İnsanı şoke eden bir şey bu. Burada bireysel bir tercihten bahsetmiyoruz, topluma yönelik kumarın yaygınlaştırılması ve daha çok ikramiye dağıtılmasından bahsediyorum. İnsanların bu illetin içine çekilmesinin yollarının açılmasından bahsediyorum. Bir devlet kendi vatandaşına bunu yapar mı?
Ama demokraside yasak olur mu?
Yasaklayamazsınız böyle şeyleri pratikte ama en azından belli yerlerde yaparsınız bunu. Riskli grupların, çocukların, gençlerin oraya kapılmaması için gerekli tedbirleri alırsınız en azından.
Adil düzen diyorsunuz ama 77 yaşındaki Metin Akpınar’a soruşturma açılabiliyor.
Adil bir düzenimiz var demiyorum ama yapabiliriz bunu diyorum. Mesela Erbakan dönemindeki siyasetçilerin mizahı kaldırır, eleştiriye açık bir tarafları vardı. Bedri Koraman, Demirel’e karikatürünü hediye edebiliyordu. Erbakan’ın karikatürünü çizen insanlar, onunla oturup çay içebiliyorlardı. Burada acı olan ifade özgürlüğünde soruşturmanın yerinin son derece kısıtlı olmasıdır. Ancak açıktan bir suçu ya da cinayeti teşvik soruşturma dahilinde olmalı.
Sedat Peker’in yaptığı açıktan suça teşvik değil miydi mesela?
Hah, oraya geleceğim. Sayın Akpınar’ın paylaştığı sadece kendi kişisel tecrübesidir. Kendi toplumunu bundan korumak için kendi tecrübelerini halka aktarmasıdır. Beğenmiyor olabilirsiniz ama mesele bu değil; ifade özgürlüğü zaten sizin onayladığınız değil onaylamadığınız insanların konuşması için geçerli bir şeydir.
Peki, bu yerel seçimlerde neden ittifaktan uzak durup, dirsek temasıyla yetiniyorsunuz?
Normal bir seçimde ittifak çatısına oy verdiğinizde kendi partinize de oy vermiş olursunuz ve oyunuz görünür halde kalır. Fakat bu seçimde öyle bir imkânı ortadan kaldırdılar. Saadet Partisi’nin tek başına başarılı olabileceği bölgeler var. AK Parti’nin bir alternatifi olarak kendimizi gösterme şansımız var.
Hangi bölgelerde başarı bekliyorsunuz?
Geçmişe de bakarsanız, birçok bölgede aldığımız belediye başkanlıkları var. Şu anda Saadet Partisi kendi ve yeni gelecek seçmenini kendi ve güçlü adaylar etrafında toplamaya çalışıyor. Taşranın ve yerelin kendine özgü kuralları var. İlçeler özellikle. Oralarda sonuç alıcı ittifakların önüne geçmeyeceğiz zaten, dirsek temasları için açık kapı olması iyidir.
MHP ile AKP arasında gerilimler ve istifalar mevcut son zamanlarda. Cumhur İttifakı davası hakkındaki son söylemlerinden dolayı Cumhurbaşkanının da yönlendirmesiyle Hakan Karaduman görevden alındı. Erhan Usta da büyük ihtimalle ihraç edilecek. Sizce bir korku ve panik durumu mu hâkim?
İki parti arasındaki ilişkiler hakkında yorum yapmak istemem, bu nezaketsizliğe girer. Ama görünen şudur; AK Parti 7 Haziran’da ilk darbesini alarak bir uzvunu kaybetti. 1 Kasım’da bu uzuv re-plantasyon ameliyatıyla yerine dikildi fakat tutmadı. Vücut kabul etmedi, damarlar çalışmadı. 24 Haziran’da ise biz AK Parti’nin bu uzvunu kaybettiğini ve bundan sonra tek başına hayatiyetini sürdürebilecek bir parti olmadığını anladık. Makineye bağlı olmasa da yürüyebilmek için bir koltuk değneğine ihtiyaç duyuyor. Şu anda AK Parti Meclis’te tek başına yasa çıkartamıyor. 600 milletvekilinin 301’i yok elinde. Cumhur İttifakı’nın hedefi 300’ün üstünde milletvekili çıkarmak, anayasayı Meclis’te yazıp, başkanın oylamasıyla geçirebilmekti ama bu hedeflere ulaşamadılar, dolayısıyla koalisyonsuz ayakta duramayacak ve basit bir yasa bile çıkartamayacak durumda oldukları için böyle gerilimler normal.
Ben MHP milletvekillerinin büyük bir çoğunluğunun bu siyasette zorlandığını gözlemliyorum çünkü kendi tabanlarıyla ters düşüyorlar. Tabanlarında infial var ve buna payanda olmak istemiyorlar. MHP köklü siyaset partilerinden biridir ve oy aldığı kitlenin sizden benden pek bir farkı yoktur. Otoriter bir yönetimin bir parçası olmak istemiyorlar.
CHP ve İYİ Parti’nin HDP ile kaçak güreştiğini düşünüyor musunuz?
Anayasanın ve yasaların güvencesi altında ve onlarla uyumlu olarak çalışan herhangi bir siyasi partiye ayrımcı bir muamele yapmadım ve yapmam da. İnsanlar arasındaki eşitlik bizim için olmazsa olmazdır. Farklı düşünebiliriz ama eşitiz. Her konuda HDP ile aynı düşünüyorum anlamına gelmez bu ama HDP’nin siyaset yapması için gereken desteği veririm. Siyaset demek kavgadan uzak çözümlerin peşinde koşmak demektir. HDP’nin siyaset yapması konusunda Genel Başkanımız Sayın Karamollaoğlu’nun da beyanları açıktır. CHP’yi de Sayın Kılıçdaroğlu’nu da bu konuda bugüne kadar hiçbir olumsuz tavırda görmedim açıkçası.
Siz de kendisine bu konuda bayağı destek verdiniz; özellikle Adalet Yürüyüşü’nde yan yanaydınız.
Siz de az değilsiniz diyorsunuz yani. (Gülüyor)
Yani muhafazakâr kesimin CHP’yi pek sevmediği çok aşikar.
Saadet Partisi’nin dayandığı siyaset geleneği olarak hiçbir zaman fanatizme bulaşmadık. Adil Düzen bizim Türkiye siyasetine soktuğumuz bir mottodur. Siyasetin hedefi adaleti sağlamak olmalıdır. Adalet Yürüyüşü’nde hem bizlerden hem HDP’den yani her kesimden insan vardı. O dönemde İYİ Parti olmamasına rağmen milliyetçi kesimden de insanlar vardı.
O yürüyüş Enis Berberoğlu’ndan önce Demirtaş hapse atıldığında yapılsa daha iyi olmaz mıydı?
Bu tartışılabilir ama burada Sayın Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim etmek gerekir. O yürüyüş Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük eylemidir. 25 gün boyunca çekirdek kadro değişmeksizin, Ankara’dan İstanbul’a 2 milyon kişiyle yürüyüş yapılmış ve 300 bin kişiyle İstanbul’a gelinmiş ve ciddi bir miting yapılmıştır.
Gezi’den sonraki en büyük eylem aslında…
Bazı şeyler mukayese edilmez, Gezi’yle mukayese etmenin bir anlamı yok. O yürüyüş her kesimi içine almış bir eylemdir.
BÜTÜN MUHALİFLERE F… DEMENİN İNANDIRICILIĞI KALMADI
Gezi de öyleydi.
Onu tartışmak istemiyorum çünkü şu an Gezi üzerinde birtakım manipülasyonlar yapılmaya çalışılıyor, birtakım iddianameler hazırlanıyor; bu durumda herhangi eleştirel bir yaklaşıma girmek istemiyorum.
Mehmet Ali Alabora bu yüzden hapis cezası aldı ya, Gezi tekrar hortladı.
Bütün muhaliflere F…’cü demenin bir inandırıcılığı kalmadı, başka bir senaryodan girmek gerekiyordu, fakat o da tutmadı. Bana öyle geliyor. Böyle bir dönemde ise işin kritiğine girmek istemem, siyasi mertliğe sığmaz. Belli yönlerini eleştirsem de tümüyle Gezi’nin karşısında olmadım hiçbir zaman.
Peki, açıklanan enflasyon oranları hakkında ne düşünüyorsunuz? Ekonomistler bu konuda açıklanan enflasyonla halkın enflasyonu birbirini tutmuyor diye bir beyanda bulundular. Ocaktan sonra hakikaten dibe vuracak mıyız sizce?
Bunlar tabii bir temenni olamaz. Toplumun krizle terbiye edilmesini, krizle uyanmasını temenni eden bir insan değilim. Aklı başında kimse böyle bir temennide bulunamaz. Bakın bir yazar, şair ateşi çok güzel tasvir edebilir ya da bir ressam ateşin müthiş bir resmini çizebilir ama ateşi deneyimlemenin en basit yolu içindeki bir kor parçasını avucunuzun içine almaktır. Kriz de böyle bir şeydir. Temenni olmamakla birlikte inşallah daha rasyonel daha aklı selim içerisinde hareket eden bir toplum haline geliriz.
Bu enflasyon rakamları doğru olabilir mi?
Bugüne kadar bize sunulan hangi veriye inanıyoruz ki bunu tek başına değerlendirelim? Önemli olan şu anda insanlar pazara gittiklerinde filelerini doldurup dolduramamalıdır. Akşamları insanların ne yemek pişirdiğidir. Esas mesele budur. Bir bilgisayar ekranında yazan rakamlar beni ilgilendirmiyor, mutfakta ne hissediliyor, baba çocuğuna harçlık verebiliyor mu, o önemlidir.
Bu yüzden intihar eden insanlar var ülkede.
Bunlara ve tepkilere bakarak toplumu değerlendirmek gerekir.
‘SARAY’ GİBİ BİR DUVAR KARŞINIZA ÇIKTIĞINDA DUYGULARINIZ, DUVARIN İÇİNE GİREMİYOR
Toplum yoksulluğun derecesini görebiliyor mu sizce? En son Bingöl’de bir öğretmen bir öğrencisinin battaniyeden yapılan çantasını sosyal medyada paylaştığı için ihraç edilmişti.
Maalesef. Halının altına süpürmekle kötülüğü yok ettiklerini sanıyorlar ama öyle değil. Kötülük aslında orada kuluçkaya yatıyor ve daha büyük bir şekilde halıyı delerek ortaya çıkıyor. Yoksul bir ülke olabilirsiniz ama önemli olan sizi yöneten insanlarla halkın bir anlamda rezonansa girmesi… Bir sıkıntı varsa onu paylaşabilmesi… Bolluk, refah varsa yöneticilerin bundan daha az pay alıp halka daha çok sevk etmesi… Tek başına krize girmek, yüksek enflasyon bile temel belirleyici bir mesele değildir ama saray olmasa değildir. Saray gibi bir duvar karşınıza çıktığında, sizin duygularınız o duvarı geçip sarayın içine giremiyor, o duvarda patlayıp size dönüyorsa, elbette reaksiyonunuz bir yerde değişecektir.
Başka bir ülkede olsa istifa mekanizmalarının çalışacağı skandalların üstünü örtmeye çalıştıkları bir krizle seçime gidiliyor bu defa. 2014’e göre farklı bir tablo bekliyor musunuz?
Elbette bekliyorum. Neticede bu toplumun aklı başında bir toplum olduğunu biliyorum ve bu duygudan uzaklaşmamak istiyorum. Bu toplum 50 seçimlerinde Menderes’i iktidar yapabilmiş, 83’te Özal’ı bir gecede 3’üncü partiden 1’inci parti yapabilmiş bir toplum.
Ama sonra Menderes’i de asmış bir toplum.
Asıl cuntadır Menderes’i asan ama toplum buna tepki göstermedi diyebiliriz. Bir kişi penceresini açıp da cuntaya bir küfür sallamadı. Bu önemli bir şey. Bu tepkisizlik toplumumuzdan yavaş yavaş kalkıyor. Bir gecede demokratik sol partiyi birinci konumdan %1,5’a indirmiş bir toplum sonuçta. Bunları da unutmamak lazım. Siyaset yapıyorsanız topluma küsme gibi bir şansınız yok. Bizim kaynağımız toplumun kendisidir. O yüzden toplumdan umut kesmiyoruz, kesmeyeceğiz de. Muhalefet olarak düşünmemiz gereken husus şudur; bu kadar kötü şartlarda yöneten bir iktidara karşı acaba niçin herhangi birimiz çıkıp alternatif olamıyoruz?
Nasıl bir tablo çıkar sizce?
Sonuçların nasıl olduğu önemli değil, bu toplum AK Parti’ye ciddi bir uyarıda bulunacaktır. Benim kanaatim odur. Her şeye rağmen AK Parti’ye onayı devam ederse, bizim her şeyi yeni baştan düşünmemiz gerekecektir.
ŞU ANDA CEZAEVİNE GİRMEK İÇİN HERHANGİ BİR SUÇ İŞLEMEK GEREKİYOR MU?
NY Times Gazetesi 2 gün evvel ülkemizdeki beyin göçünü haber yaptı. Göçün sebebini kayırma ve artan otoriterleşme olarak göstererek özellikle varlıklı insanları ve üst düzey ailelerin ülkeyi terk ettiğini yazdı. En son Sabancılar da Malta vatandaşlığına geçti.
O konuyu bilmiyorum ama bu ülkeye yabancı sermayenin girişini bırakın, yerli sermaye de dışarı kaçıyor artık. İngiltere’ye, Romanya’ya, Polonya’ya, belki de Malta’ya kaçıyor. Kaçmamak lazım. Burası hepimizin ülkesi, burayı hepimiz için yaşanabilir hale getirmek hepimizin görevi. Bu doğrultuda demokratik bir mücadeleye girmek dışında başka seçeneğimiz olmamalı.
Kaçmalarının sebebi kendilerini güvende hissetmemeleri olabilir mi?
Hangimiz güvende hissediyoruz ki? Bizim dokunulmazlığımız bile mutlak bir şey değil. Bugün kaç tane milletvekilinin hapiste olduğunu siz de biliyorsunuz. Şu anda cezaevine girmek için herhangi bir suç işlemek gerekiyor mu?
Hayır. Somut bir delil de gerekmiyor.
Gerekmiyor. Risk hepimizi aynı şekilde kapsıyor. Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramlarının üstünde durarak yolumuzda ilerlemekten vazgeçmemeliyiz. İyi günde nasıl berabersek kötü günde de beraber kalmalıyız. Burada kalmak bu yüzden önemli, demokratik bir yolla mücadele etmeye devam etmeliyiz.
İnsanlar artık mücadeleden yorulmuş da olabilir.
Olabilir, ben kimseyi kınamıyorum. Mola alma ihtiyacı çok insani bir durum. Ama genel tavır olarak bir arada yaşama kararı olan insanların bir araya gelip, birbirlerine saygılı bir şekilde bu alanı genişletmeye çalışmaları lazım. Bu tip baskıların üzerinden ancak dayanışmayla gelinir. Yok sen dindarsın, sen laiksin diye birbirimizin gözünü oyacağımıza birlikte yaşamayı deneyeceğiz.