“Andolsun ki, Yusuf ve kardeşleri kıssasında soranlar için ibret alacak âyetler vardır.” (Yusuf Suresi, 12/7)
Yusuf Suresinin nüzul sebebi hakkında rivayet olunur ki, Yahudi bilginlerinden bazıları, Mekke Müşriklerinin ileri gelenlerine, “Muhammed’e sorun bakalım, İsrailoğulları Mısır’a hangi sebepten dolayı geçmişlerdir. Muhammed buna ne diyecek?” diye telkinde bulunmuşlar, onlar da sormuşlar, bunun üzerine işte bu Yusuf Suresi nâzil olmuştur. Muhtemelen bu soru bir tevafuktur… Çünkü büyük boykot hadisesinden, Hz. Hatice’nin (r. Anhâ) ve Ebu Talib’in vefatından sonra yaşanmaz hâle gelen Mekke’den Medine’ye Efendimizin (S.A.S.) hicrete karar verip hazırlıklara başladığı bir zamanda nâzil olmuştur.
Kıssa bir komplo tablosuyla başlıyor:
“Hani Yusuf’un üvey kardeşleri dediler ki: ‘Babamız, Yusuf ile öz kardeşini (Bünyamin’i) bizden daha çok seviyor. Halbuki biz sayıca çok güçlü bir grubuz. Şüphe yok ki, babamız açık biçimde hata ve yanılgı içindedir. Yusuf’u ya öldürünüz, veya ıssız bir yere bırakınız; o zaman babanızın rakipsiz sevdikleri olursunuz, arkasından da tevbe eder iyi kimseler olursunuz. Üvey kardeşlerden biri dedi ki, ‘Yusuf’u öldürmeyiniz, eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, onu bir kuyunun dibine atınız da yoldan geçecek kervanlardan biri onu çıkarıp alsın.” (12/ 8-9-10)
Kabaran çekememezlik duygusu yoluyla şeytan onların yüreklerine sızı veriyor. Onları emri altına alıyor ve artık istemediğini yaptıracak hale getiriyordu. Onlar yüreklerindeki kıskançlığın baskısı ile onlar tüyler ürpertecek şeyleri normalmiş gibi icraya kalkışıyorlardı.
Hiç çekinmeden babaları Hz. Yakup Aleyhisselama, bir ismi de İsrail olan İsrail oğullarının babasına, ismet sıfatı bulunan Peygambere “Babamız (haşa) gaflet, yanılgı ve hata içinde bulunuyor” diyecek kadar ileri gidebiliyorlar. Çekememezlik işte böyle bir şey… Şu yaşadığımız süreçteki haksızlıklara hukuksuzluklara, gadir ve zulümlere işte bu açıdan bakalım…
Zâlimlikleri, gaddarlıkları, hasetleri kendilerine hoş gösterse de yine de vicdanları onları rahat bırakmıyor. Onun için “Tevbe eder, iyi kimseler olursunuz” dedirtiyor şeytan. Aynen bu günün Müslüman görüntülü zalimleri de; “Bir hacca, umreye gider, tevbe ve istiğfar eder, iyi insanlar şeklinde görünmeye yine devam ederiz.” diyorlar.
Ama içlerinden sadece birisi tir tir titreyen vicdanının sesini dinleyerek, akıllıca, onların da kabul edecekleri bir teklif sunuyor: “Yusuf’u öldürmeyin; eğer mutlaka bir şey yapacaksınız onu, susuz bir kuyunun dibine atın, gelip geçen kervanlar onu çıkarıp götürsünler.” diyor.
Kitleler Psikoloji kitabının yazarı Gustav Le Bon çocukluğunda Paris’te böyle bir olaya rastlar. Algı operasyonu ile vatanın gizli belgelerini satan hain bir insan imajı veren bir zavallının üzerine kandırılmış kızgın kalabalıkları üzerine saldırtıyorlar. Çıldırmış gibi üzerine doğru hücum eden kalabalıkların karşısına Paris’in tecrübeli meşhur bir avukatı çıkar. Bakar ki, haritalar satan bu kişi normal bir iş yapmaktadır aslında. Ama o azgın-taşkın kalabalıklara onun suçsuz olduğunu söylese ikisini de parçalarlardı. Onun tabiriyle beyinlerinden değil de, murdar iliklerinden aldıkları emirle hareket eden bu şuursuz güruha, ‘Siz vazifenizi yaptınız. Siz Fransa’nın vatansever yiğitlerisiniz. Artık bu saatten sonra ben onu ülkemizin âdil mahkemelerinin karşısına çıkarıp gereken en ağır cezayı verdireceğim… Siz artık işinize gücünüze bakıp işi bize bırakınız!.” deyip adamın elinden kavradığı gibi doğruca mahkemeye götürüyor… Kalabalıklar dağılır, milletin aklı başına gelir. Adamın yaptığı işin sıradan normal bir şey olduğu; onun hainlikle ilgisinin olmadığı ortaya çıkar. Uygun bir vakitte de âdil mahkeme onu serbest bırakır.
“Bunun üzerine üvey kardeşler, babalarına dediler ki, ‘Ey babamız, niçin Yusuf konusunda bize güvenmiyorsun? Halbuki biz onun sadece iyiliğini istiyoruz. Yarın onu bizimle birlikte gönder; yesin-içsin, eğlensin biz ona kesinlikle göz-kulak oluruz.’ Babaları dedi ki, ‘Onu götürmeniz beni üzer, ayrılığına dayanamam; ayrıca korkarım ki, siz farkında olmadan onu kurt kapar.’ Üvey kardeşler dediler ki: ‘Bu kadar çok kişi olmamıza rağmen eğer onu kurt yerse yandık demektir; hüsrana uğrayanlardan olmuş oluruz.” (Yusuf Suresi, 12/11-14)
Babalarından Yusuf’u koparabilmek için iğneli sözlerle dil dökmeye başlıyor, babalarını bir nevi baskı altına alarak, onu kendileriyle göndermesini sağlayacak bir tutum içine giriyorlar. Bütün emelleri, iğrenç tuzaklarını gerçekleştirmek. Siz bu gün Türkçe Olimpiyatlarındaki sözlere “Bu ayrılık bitsin!… Gel artık içimize dön!..” mealindeki sözlere bakınca benzer çok şey bulabilirsiniz.
Hz. Yakup Aleyhisselam da onların bu kınama yüklü sorularına ve sözlerine karşı, evlatları hakkında hiçbir güvensizliğin söz konusu olmadığını göstermek için Yusuf’un onlarla gitmesine izin veriyor.
Aslında işleyen Kader Planına katkıda bulunuyor ister istemez. Zaten kader gelince gözler görmez olur, olacaklar da böylece gerçekleşir.