Yusuf Suresinde, Hz. Yusuf Aleyhisselam’ın sıkıntılı, acılı hayatı noktalandıktan sonra konforlu, yüksek yetkili, otoriter durumuna geçiliyor:
“Kral ‘Getirin onu bana, onu has daireme alayım’ dedi. Yusuf ile konuşunca da ‘Muhakkak ki sen artık bugün bizim yüksek mevkili ve güvenilir bir adamımızsın’ dedi. Yusuf, krala ‘Beni ülkenin hazinelerini yönetmekle görevlendir. Çünkü ben hazinelerinizi titizlilikle korurum ve onların nasıl yönetileceğini iyi bilirim.’ dedi. Böylece Yusuf’un o ülkedeki konumunu sağlamlaştırdık, artık o ülkenin dilediği yerinde oturabilir. Biz rahmetinizi dilediğimiz kimselere sunarız ve iyi davranışlıları ödülsüz, ücretsiz bırakmayız. Ama iman edip kötülükten sakınıp takva dairesine girenler için ahiret sevap ve ödülü daha hayırlıdır.” (Yusuf Suresi, 12/54-57)
Yusuf Aleyhisselam’ın omuzundaki umumî, kudsî, ağır yük en başta iman ve tevhid hizmeti idi. Bunu insanlar içinde rahat yapabilmesi için o topluma bir faydası ve hayrı dokunması gerekiyordu. Onun için hizmete, idareye talip oldu. Onların o zaman kıtlık, açlıkla karşı karşıya kaldıkları çok ciddi bir problemlerini çözmeye talip oldu. İşte bütün bunlar için de o toplumu bütün katmanları ile hakkalyakin tanıması gerekiyordu. İşte bu yüzden kuyuya atıldı, köle pazarında satıldı, saray hayatının bütün iç yüzüne şahit oldu ve mahkumlarla beraber bir zindan hayatı yaşadı artık o toplumun her şeyini bilip yaşamış bir parçası oldu.
Toplumun sevdiği ve bildiği bu saygın insan, dedeleri Hz. İbrahim Aleyhisselam, İshak Aleyhisselam ve babası Yakup Aleyhisselamın getirdikleri güzellikleri kendisi de bir peygamber olarak takdim etti ve kabul gördü. Bu tesir sadece 30-40 sene kendisini göstermekle kalmadı; bilakis 400 sene sonra Musa Aleyhisselam’ı öldürmeye kalkan Firavun’a karşı, ona iman etmiş (Firavun’un akrabası veya eşi Asiye validemizin ağabeyi Genel Kurmay Başkanı konumundaki ) zat tarafından (Mümin Suresinde de anlatıldığı üzere) ve onu müdafaa ederken “Daha önce Yusuf da size açık açık delillerle gelmişti.” (40/30) demişti. Yani Hz. Yusuf Aleyhisselam’ın tesiri 400 sene sonra bile o sarayda kendisini gösteriyordu.
İşte bu noktada bilhassa bu süreçte dünyanın her tarafına dağılan, özellikle de günümüzün Mısır’ı mesabesinde olan demokrasi ve medeniyet merkezlerinde bulunan Hizmet mensuplarına çok işler düşüyor. Bizler bağlı olduğumuz güzellikleri yaşayarak temsil etmeliyiz… Bizleri kabul eden, bizlere AŞ, İŞ ve yerine göre EŞ veren bu topluma karşı üzerimize düşen her şeyi en güzel şekilde yerine getirmeliyiz… Gettolaşıp problem olmak şöyle dursun; bilakis toplumun problemlerini çözen insanlar olmalıyız… Yük olan değil; yük alan fedâkarlar olmalıyız.
Tam yetki ile göreve başlayan Hz. Yusuf Aleyhisselam için; “Böylece Yusuf’u arz’da yerleştirdik” (12/56) buyuruluyor. Temkin, yerleştirmek, muknet vermek, yönetim hürriyeti içinde dilediğini yapacak imkan vermek mânalarına gelmektedir. Yani “Böylece Cenab-ı Hak, onu arz’a sağlamca yerleştirdi. Ayaklarının sağlam zemine basmasını sağladı. Ona belirli ve itibarlı bir konum bağışladı. Sözü edilen ARZ’dan maksat Mısır da olabilir, bütün yeryüzü de olabilir. Çünkü Mısır, o günlerde yeryüzünün en önemli ülkesi idi.” (Fî Zılâli’l-Kur’an)
Dikkat edersek Kehf Suresinde önemli üç ana mesele anlatılıyor:
1-Ashab-ı Kehf yani Mağara Yüranı… Bunlar, Dâru’l-Erkam’ daki gençler gibi, imanlarını sağlamlaştırmak üzere bir serada toplanmış, inkâr ve yanlış davranışlardan korunup kollanmak için seraya, koruma yerlerine, sohbet-i cânâna alınanlar.
2-Hz. Musa Aleyhisselam ile Hz. Hızır Aleyhisselam’ın arasında geçen ibretli olaylar. Hz. Musa beş büyük peygamberden birisi Hz. Hızır ise, ledün ilmine vakıf bir zat… Bu kıssada olayların arka planları anlatılıyor. Yani dünyada dönen çarkların arkasında olan gerçekler…
3-Zülkarneyn Aleyhisselam’ın kıssası… Hz. İbrahim Aleyhisselam döneminde Hızır’dan ders almış yaşamış bir cihangir… Mazlumlara kol kanat geren ve Allah tarafından te’yid edilen bu mübarek zatın, son seferi şöyle anlatılıyor: “(Kendisine geniş imkânlar, ihtiyaç duyduğu her konuda kendisine sebep ve vasıtalar ihsan edilen Zülkarneyn) nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu. Onlar ‘Ey Zülkarneyn Ye’cüc ve Me’cüc, bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle, onlar arasında bir SET yapman için sana bir vergi vermeyi teklif ediyoruz, ne dersin?’ dediler. O da, şöyle cevap verdi: ‘Rabbimin bana verdiği imkânlar, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir set yapayım. Demir kütleleri getirin bana!’ Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince, ‘Körükleyin!’ dedi. Tam onu bir ateş haline getirince de, ‘Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim.’ dedi. Artık o Ye’cüc ve Me’cüc’ün ne seddi aşmaya ne de onda bir delik açmaya güçleri yetmedi.” (Kehf Suresi, 18/93-97)
İnsanî evrensel değerlerini kaybetmiş, saldırgan, talancı, anarşist ve terörist topluluklara karşı, ancak kıyamette yıkılacak böyle bir sağlam bir set yapan Zülkarneyn Aleyhisselam gibi, dünyayı kana boyayıp İslamiyetin temiz çehresini simsiyah yağlı lekelerle anarşi ve terör ile karartmaya çalışan saldırılara karşı da Hizmet hareketi Sedd-i Kur’anî ile bir engel koymaya çalışacaktır. Dünya gemisini delmek isteyen ve batırmaya çalışanlara karşı, el birliği ile sulh-i umumiyi isteyenlerle kenetlenmemiz icap etmektedir.
Üstad Hazretlerinin Kastamonu Lâhikasında bahsettiği bir kale var. Bin senedir, sağından solundan üstünden altından tahrip edici darbelerle yaralanan, aşındırılmaya çalışılan bu kalenin tamirinde bizlere çok büyük iş düşüyor. Çünkü bu İnsanlık Kalesidir. Zira ondan bahsederken Üstad her bir taşı dağ değil, dağlar büyüklüğünde bir kale dedikten sonra, “İçinde İslamiyetin de bulunduğu kale” tabirini kullanıyor. Demek ki, bütün insanlığı ilgilendiren bir tamir hizmetimiz olacak.