Hz.Yusuf‘un (as); kardeş imtihanı, kuyu çilesi, kölelik dönemi, kadın tuzağı, yıllarca Medrese-i Yusûfiye hayatı, sâdık rüyalara getirmiş olduğu yorum ve hükümdar tarafından Mısır’da hazineden sorumlu ve yetkili bakan olmasına kadar; bunca imtihandan sonra, Allah’ın lütuf ve ikramına mazhar olması..
Hz.Yusuf‘un (as); kardeş imtihanı, kuyu çilesi, kölelik dönemi, kadın tuzağı, yıllarca Medrese-i Yusûfiye hayatı, sâdık rüyalara getirmiş olduğu yorum ve hükümdar tarafından Mısır’da hazineden sorumlu ve yetkili bakan olmasına kadar; bunca imtihandan sonra, Allah’ın lütuf ve ikramına mazhar olması..
„…Biz lütfumuzu dilediğimiz kimselere eriştirir ve güzel hareket edenlerin ücretlerini aslâ zâyi etmeyiz.“ (Yusuf sûresi, 56)
Hz.Yusuf (as) yıllarca çile çektikten sonra, eline geçen fırsatları avantaj olarak kullanmak suretiyle kardeşlerini ezmedi, üzmedi.. Kötülüklerine karşı mukabele-i bilmisille değil, bilakis onları afvedip iyilikle muâmalede bulundu.
Neticede; “…Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da ahirette de Mevlam yardımcım sensin. Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı dürüst insanlar arasına dâhil eyle.“ (Yusuf sûresi, 101) diyerek, emânetini almasını Allah’dan talep etti.
Günümüzün Yusufları, mü’min kardeşleriyle imtihan olmaktadırlar. Niceleri kuyu tuzağına benzer tuzaklara maruz kaldılar. Niceleri Medrese-i Yusûfiye’de Allah’ın inâyetini beklemektedirler. Nicelerinin yuvaları darmadağın edildi, âileler parçalandı, masum insanlar perişan hâle getirildi ve anne, baba, evlat, kardeş birbirine hem hasret, hem hasım hâle getirildiler.
Hakîm olan Allah’ın her icraatında hikmet vardır. Abes ve lüzumsuz iş yapmaz. Liyâkatı olan kullarına hakîkatleri duyurma adına Allah (cc) gönül erlerini, Kur’an hâdimlerini; güven ve itimat telkin etmek, ahlâk-I âliyey-I İslâmiyeye ile örnek olabilmek için cebr-i lütfî ile Anadolu’dan çıkartıp tohum gibi dünyânın her tarafına saçtı ve muhtelif pekçok yerlerde Muhâcir ve Ensar’ları buluşturdu.
Onlar; gittikleri bütün ülkelerde güven telkin ettiler. Kısa zamanda entegre olarak o ülkelere sevgi ve barış götürdüler. Onlar, „…Dünya hayatı, ahiret yanında geçici, değersiz bir metâdan başka birşey değildir.“ (Ra’d sûresi, 26) hakîkatinin farkında oldukları için, dünyâyı hiçbir zaman kalplerine koymadılar.
„İşte onlar, îman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.“ (Ra’d sûresi, 28)
„Ne mutlu îman edipde yararlı işler yapanlara! Eninde sonunda gidilecek güzel yurt onların olacaktır.“ (Ra’d sûersi, 29)
Îmanlarından güç ve ilham alan gönül mimarları, nice ölü kalpleri ihyâ etme adına, îman hakîkatlerine muhtaç, yaratılış gâyesine ulaşmak isteyen dünyanın bütün insanlarına gerçekleri, hakîkatleri duyurabilme gayreti içinde çırpınıp durmaktadırlar.
Rûhun maddeye, hakkın bâtıla, nûrun zulmete, îmanın küfre galebesi bir gerçek ve bir hakîkattir. Ne var ki; mü’minler inandığı gibi yaşayamadığı, kalplerini rızây-ı İlâhiye kilitleyemediği, iftirâka düşmeden gönülden samîmi olarak Allah’ın kelâmı Kur’an’a sımsıkı sarılamadıkları için derbeder ve perişan duruma düşmüşlerdir.
Bununla beraber İslâm âleminde hâlis, muhlis, vefâ ve sâdâkatle, engellere, tuzaklara takılmadan, hissî hareketlerden, gayz kin ve nefretlerden uzak kalıp, ahlâk-ı âliyeyi İslâmiye‘ye iyi örnek olunamadığından, muhtaç gönüllere hakîkatler ulaştırılamamaktadır. Bundan dolayı da, milyarlarca Allah kulları îmandan mahrum kalmaktadırlar.
Bugüne kadar nice büyüklerimiz, çelikten iman ve irâdeleriyle, hayatları boyu tazyik, tehdit ve işkencelere aldırmadan, küfr-ü mutlak ve zulüm karşısında başlarını eğmeden sabırla, tükenmeyen ses ve nefesleriyle Hakkı temsil etmişler ve bizlere ulaştırmışlardır.
Bugün de helâket ve felâketlerin, zillet ve sefâletlerin, yalan ve ihânetlerin zirve yaptığı bir asırda, yeni bir sahâbe rûhunu canlandırmaya çalışan, bu yolda kelle koltukta mücâdele veren, âilesini, çocuklarını ve kendilerini fedâ eden kahraman insanlar, fedâkar bacılar, ümit vaâd eden gençler; geleceği temsil edecek müstakbel nesiller adına, kıyâmete kadar örnek olacak bir hayat sergilemektedirler.
Îman ve Kur’an yolunda candan yardan geçen, dünyâ ve mâfîhâyı gönüllerine koymayıp aşk ve şevkle mücâhede edenler için Rabbimiz; Ankebût sûresi 69.âyette; „Bizim uğrumuzda gayret gösterip müc âhade edenlere elbette muvaffâkiyet yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah, iyi davrananlarla beraberdir.“
Mâide sûresi 35., 54., 55. ve 56.âyetlerde de; “Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücâhede edin ki, korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.” (5/35)
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücâhede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir).” (5/54)
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.” (5/55)
“Kim Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki, bunların teşkil ettiği Allah tarafı, mutlaka galip gelecektir. (5/56) buyurmaktadır.