Senatör McCarthy, karşısında rahat tavırlarıyla oturan adama daha önce de başkalarına defalarca sorduğu gibi küstah ve de sinirli bir tonda sorusunu yöneltti. “Kominist partiye üye oldunuz mu?”
Daha 28 yaşında “En İyi Orijinal Senaryo” dalında Oscar ödülü alan Ring Lardner Jr. yüzlerce insanın hayatını karartmış acımasız senatöre tarihe geçen şu cevabı veriyordu. “Sizin sorularınıza istediğiniz gibi cevaplar verebilirim ama o zaman sabah olunca kendimden nefret ederim.”
Komisyona daha önce çağrılan yüzlerce aktör, yapımcı, senarist, sendikacı bu soruyla muhatap oluyor ve verdikleri cevaplara ya da ispiyonlayacakları isimlere göre “kara liste“ye alınıp alınmayacaklarına karar veriliyordu. Sessiz kalıp cevap vermeyenleri bekleyen ise yüklü bir para cezası ve 1 yıla kadar hapisti.
McCarthy, başarısız bir avukat ama hırsları yüksek bir adamdı. Demokrat Partiden kendisine iş çıkmayacağını anlayınca Cumhuriyetçi olmuş ve siyasetin basamaklarında hızla yükselmeye başlamıştı. Deniz piyadesi olarak masa başında geçirdiği savaş yıllarını, elinde silahla çektirdiği bir resmi kullanarak ranta çevirmiş, adeta bir savaş kahramanı olarak kendini pazarlayıp senatör seçilmeyi başarmıştı.
Amerika’da yükselen anti-kominist hareketin bayraktarlığını üstlenen McCarthy, ülkede amansız bir cadı avına başlamıştı. Başlarda sadece kominist ve sosyalist kimlikleriyle bilinen insanlar bu ava takılırken zamanla muhalif kimliğe sahip kim varsa bu avdan nasibini almaya başlamıştı.
Sendikacılardan yazarlara, akademisyenlerden eğitimcilere hatta müzisyenlerden aktörlere kadar muhalif bilinen kim varsa aynı engizisyon mahkemeleri gibi sorgulanıyor ve kendilerinden isim vermeleri yani çevrelerindeki arkadaşlarını ispiyonlamaları isteniyordu. Onuruyla bu kanunsuz ahlaksızlığa direnen bir avuç aydın ise ya hapislere atılıyor ya da “kara liste”ye alınıp aç bırakılıyor ve çalışmaları engelleniyordu.
McCarthy çantasında taşıdığı 205 kişilik bir “hain” listesi olduğunu söyleyip bunları kamuya açıklamakla tehdit ediyordu. Herkeste bir telaş başlamış, listede isminin olup olmadığını korkuyla öğrenmeye çalışıyordu. Senatör, sonra bu listedeki hain sayısını 57’ye çekmiş ama sıkıştırılınca tek bir isim bile verememişti.
McCarthy FBI başkanı Hoover tarafından da çok iyi kullanılıyordu. Muhalif isimler, haklarında suçlama yapılacak hiçbir delil olmadan ona sızdırılıyor, o da insanların hayatlarını karartmak için elinden geleni yapıyordu. Zamanla güç zehirlenmesi yaşayan McCarthy, Dışişlerinin elçi atamalarına kadar karışmaya başlamış ama kendisine dur diyecek kimse çıkmamıştı.
Ülkede onun yüzünden huzur kalmamış, ispiyoncular sayesinde neredeyse herkes şüpheli hale gelmişti. McCarthy kütüphanelere kadar el atmış, işleri sakıncalı gördüğü yazarların kitaplarını toplatıp yaktırmaya kadar ilerletmişti.
Hükümet yapılanları onaylamasa da engel olmuyor ya da olamıyordu. McCarthy sonunda orduya da el attığında işler değişmeye başlayacaktı. CBC’te hakkında yayınlanan bir belgeselde senatörün yalancılığı, kararttığı hayatlar ve yalanları sergilenince yaptığı bazı eylemler yüzünden senatoda hakkında soruşturma başlatıldı ve yapılan oylamada kınandı. Bu onun sonu oldu ve kendini içkiye verip karaciğer yetmezliğinden genç yaşta hayatını kaybetti.
Arkasından ise “Amerikan halkının kafasını karıştırıp saptırmak ve Amerika’nın dünyadaki itibarını düşürmek için hiç kimse onun kadar başarılı olamamıştır.” hükmü verildi.
Kullandığı iğrenç taktikler, yalanlar ve iftiralar aklı başında Amerikalılar tarafından tasvip edilmeyip rahatsız edici bulunsa da çoğunluk anti-kominist düşmanlığı içinde ona destek verip karşı çıkmamıştı.
McCarthy’nin kurbanlarının çoğu bir daha işlerine dönemedi, haklarında atılan iftira ve söylenen yalanlardan dolayı ruhsal bunalımlara düştü. İçlerinden bazıları haklarında atom sırlarını Sovyetlere verdikleri haberleri gazetelere düşünce kafalarına silah dayayıp intihar ettiler. Charlie Chaplin, Arthur Miller, Bertold Brecht, Orson Welles gibi dahi yönetmen ve yazarlar ise ülkelerini terk edip sürgünde yaşamayı seçtiler.
O dönemde onurlarıyla direnmek yerine ispiyonculuk yaparak kurtulmayı seçenlerden biri ise İstanbul doğumlu, Kayserili bir Rum ailenin çocuğu olan Elia Kazan‘dı. 8 arkadaşının ismini McCarthy’e veren Kazan, Hollywood’da yıllarca “hain” olarak anıldı. 1999’da Oscar kazandığında geçmiş peşini bırakmamış, Nick Nolte, Ed Haris, Tim Robins, Susan Sarandon, Jesica Lange gibi ünlüler salonu terk ederek aldığı ödülü protesto etmişlerdi. Oscar’ı kaldırırken Elia Kazan’ın dudaklarından ise sadece bir kelime dökülmüştü. “Utanıyorum…”
McCarthy dönemi sona erip ortalık durulduktan sonra Ring Lardner Jr. 1970’te tekrar Oscar almıştı, aynı acıları yaşayan bir diğer arkadaşı Dalton Trumbo gibi. Tek fark ise Trumbo, “Spartacus” ve “Roma Tatili” gibi Oscar kazanan filmlerinin senaryosunda kara listede olduğu için kendi adını kullanamamış ve müstear bir isimle yazmıştı ve bu yüzden ödül törenine de katılamamıştı.
McCarthy ismi şimdi Amerika ve tüm dünyada lanetle anılan bir isim ama karanlık ruhu ise hala güzel ülkemde etrafta dolaşmakta. Ne olursa olsun unutulmaması gereken bir gerçek var ki o da zulmün karanlığı kısa sürer, gecenin en karardığı an güneşin doğuşunun başladığı andır. Karanlık ruhlu yarasa vicdanlılar ne kadar çabalasa da şafağın ufukta ağarması yakındır. Bekleyin, göreceksiniz…fsemih.yilmaz@gmail.com