1927’de Eskişehir’in Belpınar köyünde doğan Abdülvahid Tabakçı Ağabeyimiz 1950’lerde Nur Risalelerini ve Bediüzzaman Hazretlerini tanıdı ve zaman zaman onu Eskişehir’deki evinde misafir etti…
Üstad Hazretleriyle ilgili hatıralarını şöyle anlatırdı: “1935’te Eskişehir hapsinde bulunan bazı akrabalarım Üstadın hârika hallerinden bahsederdi. Bilahare ağabeyim ve annem de Emirdağ’a ziyarete gittiler. Kayınpederim Şuayip Efendi Risale-i Nur eserlerine ve Üstad’a çok bağlıydı. Sabah namazını kıldıktan sonra öğleye kadar Risale yazardı.
“Üstad’la üçüncü görüşmemiz Eskişehir’de Yıldız Otelinde olmuştu. Otelin hademesinden kaldığı odayı öğrenip yanına çıktım. İçeri girip selam verdim. Kaşları çatık vaziyette baktı. ‘Otur’ işareti yaptı. Kendisi Cevşen okuyordu. (…) Bu arada söylediği sözü de hiç unutmam: “İhlas ile imanı kazanmak kolay, ama muhafaza etmek çok güç.’
“Kafkasyalı ve Tatar olduğumuz mevzu bahis edildiğinde çok iltifat etmişti. Şöyle demişti: ‘Ben Tatarları beş vakit duama dahil etmiştim. Bir zamanlar esarette iken, Kosturma’da iki ihtiyar Tatar kadını, bir küçük pencereden benim yiyeceğimi getirip, bana yardım ediyorlardı. Belki de onlar benim kurtulmama ve Risale- Nur Külliyatını yazmama vesile olmuşlardı. Bütün Tatar kabilelerini beş vakit duama kabul etmişim. Hatta 1948’de bana zehir veren Afyon Savcısı da Tatar’dı. Abdülvahid, sen neredeyse onu ara bul, mektup yaz. Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem, ondan hak talep etmeyeceğim. Hakkımı helâl ettim.’
“Üstad’ın bu dersinden sonra, o zaman Gaziantep’te bulunan o zata mektup yazdım ve Üstad’ın sözlerini naklettim.”
“Bir ara mühim, üç müşkilim vardı. Bunlar sabah namazına kalkamam, hasta oluşum ve dedem ile ilgili olarak görmüş olduğum bir rüya idi. Bunların halli için Üstad’dan medet bekliyordum. Ancak bir türlü fırsatını bulup söyleyemiyordum.
“Bir gün, daha ben derdimi söylemeden Üstad şöyle dedi: ‘Oğlum Abdülvahid, namazlarını bırakma. Bilhassa sabah namazlarını. Sen merak etme, annen veya refika-i hayatın sabah olunca seni kaldırsınlar. Hastalık insan için bir temizleyicidir. Zâhir ibadetlerden daha sevaplıdır. İnsanın yüksek mertebeye çıkmasına vesile olur. İbadetine, hizmetine engel olmadığı müddetçe üzülme.’
“Sonra da, ‘Ben bir zamanlar anne ve babamı şöyle bir rüyada görmüştüm:’ diyerek rüyasını anlattı ve sözlerini şöyle tamamladı: ‘Maşâallah, senin anne ve baban bahtiyardır.’
“Bütün bu konuşmalarıyla üç derdimi de halletmiş oluyordu. Ondan sonra hizmetlere daha şevkli koştum.
“Üstadın bizim evde kalmasını arzu ediyorduk. Hatta evi hazırlamıştık. Ancak o zaman Eskişehir’de ön saflarda bulunan Saatçı Şükrü Kardeşin kalbine bir şeyler gelir endişesiyle bir türlü arzumuzu tahakkuk ettiremiyorduk. Bir gün Üstad onlara gelmiş. Ancak onlar evde yokmuş. Biz de o gün evde yok idik. Üstad, ‘Ben Abdülvahid’in evine gideceğim’ demiş. Gelmişler, üst kata çıkmışlar. O gün de poyrazdan esen rüzgar sobayı tüttürmüş. Üstad üşüyor, rahatsız. Ben ise evde yokum. Ağabeyler de hararetle beni arıyorlarmış. Ben durumdan habersiz eve geldim. Hemen bir kazma ile diğer cihetten bir delik delip, sobanın istikametini değiştirdik. Ve öylece Üstad bizim evde kalmaya başladı.
“Bir gün Üstad eve geldiğinde, ‘Bu evin kirası kaç para?’ diye sordu. Ben ne cevap vereceğimi bilememenin sıkıntısı ile kıvranırken Zübeyir Ağabey imdada yetişti. ‘Üstadım, buradaki kardeşler hissedar olmak istiyorlar’ dedi. Üstad, ‘Bana bu gece ihtar edildi. Hiç olmazsa, beşte birini vereyim. Kaç liradır buranın kirası?’ diye tekrar sordu. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Evin normal aylığı olan 150 lirayı söylemem mümkün değil. Az söylesem yalan olacak. Yine Zübeyir Ağabey imdada yetişti. ’20 liradır, Üstadım. Beşte bir dört lira yapar.’ dedi. Üstad, ‘Ben altı aylığını vermem lâzım dedi ve 25 lirayı çıkarıp verdi…”
Abdülvahid Ağabey, İslama, Kur’an’a, Üstad’a ve Risale-i Nurlara hayatı boyunca sadakattan hiç ayrılmadı. Onunla İstanbul’da ve Amerika’da beraber hizmetlerimiz oldu. Allah rahmet eylesin, vefat haberini öğrendim. Amerika’da gıyabî cenaze namazı kılmışlar. Allah kabul etsin ve Abdülvahid Ağabeyimizi de Cennetü’l-Firdevsine alsın.
Gerçekten çok hizmetleri olmuştur. Son dönemler sabah namazından çıkar 41 Yâsin-i Şerif okur. Cebine doldurduğu şekerlerle oturan ve gelen geçenlere “Ben sizin şekerlerinizin hammalı mıyım? Alın şu okunmuş şekerleri!..” der, dağıtırdı. Bazen, “Pamuk sopamı elime alırım!..” diye yanlış yapanları ikaz ederdi… Hep insanlığa, insanlarımıza hayırlı hizmetlerde bulundu. Bütün yakınlarına, dostlarına en başta evlatlarına baş sağlığı diler, hepimizi Cennet’e Efendimizle (S.A.S.) beraber buluştursun. Âmin…