İnsan, en çok beyt-i Hüdâ olan kalbine dikkat etmeli, onu Allah’ın rızâsına kilitlemelidir. Kalbde Allah korkusu ve sevgisi varsa; o kalb itminan ve huzur içindedir.
Sonra niyet ve nazarını kontrol altına almalıdır.
Niyet ve nazar kalbin kontrolünde ise, akıl ve kalb de vahye bağlı hareket ediyorsa, insan Allah’a yakındır. Yoksa; şeytan kalbe nüfûz eder, vesvese verir; o zaman enâniyet, gurur ve kibir insanı adâletten, gerçek ve haktan uzaklaştırır.
Tevbe sûresi 23 ve 24.âyetlerde; “Ey iman edenler! Eğer küfrü îmâna tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî edinmeyin! İçinizden onları dost edinenler, zâlimlerin ta kendileridir.” (9/23)
“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticâret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise; o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.” (9/24) buyrulmaktadır.
İnsan, benliğine takılıp kalırsa ve o mevzûda inat ederse, zât-ı Ulûhiyete açılan kapılar kapanır. Ancak enâniyet ve gururunu terkedip, aczini, zâfını îtiraf ederek, Kudret-i Sonsuz’a karşı sıfırlığını kabullenip istiğfar ederek Cenâb-ı Haktan özür dilerse, o zaman Allah’ın kuluna karşı rahmetle muâmele edeceğine ümitle bakılabilir.
Temelde İslam’da boşluk yoktur. Problem ve boşluk, Allah’ın emânetini sû-i istimal eden insandadır. Onun için insan hayâtında, murâd-ı İlâhî esas olmalıdır. Yâni; Kur’an ve Sünnet’te yönlendirilen emir ve yasaklar esas maksat yapılmalıdır.
Şartlar ne olursa olsun mü’minin vazîfesi, hak bildiği, inandığı dâvây-ı İslâm’ı temsil ve tebliğdir. Binâenaleyh mü’min, kendi îmânını korumanın yanında, en yakından başlayarak en uzaktaki insanlara kadar, Allah ve Resûlüllah’ı sevdirmeli, onları dünyâda küfür ve dalâlet yangınından, âhirette ise Cehennemden kurtarmaya vesîle olmak için çalışmalıdır.
Hucûrat sûresi 15.âyette; “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ı ve Resûlünü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücâhede ederler. İşte îmanına bağlı, gerçek mü’minler bunlardır.” Buyrulmaktadır.
Gerçek mü’minlerin, kendilerine düşman nazarıyla bakanlara ve en büyük kötülük yapanlara bile muâmeleleri, düşmanca değil mecâzî anlamda, yani; şefkat mânâsında, acımak sûretindedir.
Onlar; ‘Allahım! Fırsat ver, Seni tanımayıp düşman olan ve Sana inananlara hakk-ı hayat tanımayan kullarına, gerçekleri duyurmaya, sevdirmeye bizi vesîle yap! Toplumun huzur ve güvenini sağlamada, birlik ve beraberlik ruhunu temin mevzuunda bize yardımcı ol Allahım!’ der, duâ ederler. Kalplerinde kimseye karşı düşmanlık, gayz, kin ve nefret taşımazlar. Dünya sulhuna katkıda bulunmaya çalışırlar.
Gel gör ki, Hz.Üstad’ın dediği gibi, ‘inadın gözü kördür. Meleği şeytan, şeytanı melek gösterir.’ Günümüzde bu gerçek, acı acı yaşanmaktadır. Ehl-i küfür, küfrünün gereğini yapmakta; münâfık, nifakını gerçekleştirmektedir. En önemli mesele, mü’minlerin birbirleriyle uğraşmadan, kendi vazîfelerini yapıp yapmadıklarının şuurunda olmalarıdır.
Kur’an-ı Kerim; “Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl suresi, 46) buyurmaktadır.
l-i İmran sûresi 101, 102 ve 103.âyetlerde; “Sizler (dinden uzaklaşıp) nasıl küfre dönebilirsiniz ki, önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın Resûlü bulunuyor? Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa, muhakkak ki o doğru yola konulmuştur.”
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının. Ona lâyık olduğu tâzimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.”
“Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, tâ ki doğru yola eresiniz.” buyrulmaktadır.