Yazmak hele bir roman, hikaye ya da şiir yazmak, ayrı bir hayal gücü, iç derinlik ve birikimin yanında sıradışı olmayı da gerektiren işlerden biridir. Eline aldığında insanları farklı diyarlara ve hayal alemlerine götürecek eserler vermek, o yüzden herkesin harcı değildir.
Ne var ki bu işi başarabilen pek çok yazar ve şair de sıradanlığı aşmanın yanında tuhaf huylara sahip insanlardan çıkar. Bu sanatçıların beyinleri farklı işlediğinden kendilerinin normal gördüğü pek çok davranış aslında bizler için ilginç hatta bazen oldukça garip olabilmektedir. İşte sizlere onlardan bazılarına ait bir demet tuhaflık…
Edebiyatımızın ünlü hikayecilerinden Sabahattin Ali, diksiyon yanlışlarına asla tahammül edemeyen biridir. Hatta ünlü hikayeci bu yüzden eşi Aliye Hanımla ağız tadıyla bir kavga edememekten yakınır. “Kavganın en can alıcı yerinde hanımın yanlışlarını düzeltmeye kalkınca kavga da orada bitiyor.” diye söylenir.
Ünlü şairimiz Cemal Süreya, çocukluğunda üvey annesi tarafından zehirlenmiş hatta yemeklerine cam kırıkları atılmış biridir. Rakamlarla arası hiç iyi olmayan Süreya, saati bile ilkokul 5. sınıfta öğrenebilmiştir. Şairlerin çoğu sessiz, sakin huzurlu ortamlarda şiir yazabilirken o ise ancak gürültülü ortamlarda yazmaya alışıktır, hatta radyonun sesini sonuna kadar açıp şiirlerini yazar. Ama belki de onun en kötü huyu eşlerine şiddet uygulamasıdır. Kendisinden “yeşil zeytinli börek” yapmasını istediği eşi “Peynirli bilirim, olmaz.” deyince suratında patlayan tokatın şokunu daha atlamadan Süreya’nın onun bileklerini jiletle kestiğini fark eder.
Şiirimizin önemli isimlerinden Nazım Hikmet ise hep beyaz pantalon giymesiyle bilinir. Bunun sebebi ise şıklık değil bir ilham geldiğinde yanında daima taşıdığı kalemiyle pantalonunun üzerine not almak içindir. Hapishane dönemlerinde kendisine su işkencesi yapıldığı için Nazım yıkanmaktan hiç hoşlanmaz. Doktor olan üvey kızı Galina’yla bu yüzden sık sık kavga ederler. Galina, Nazım’ı temizlenmeye ikna ettiğinde ise onu salatalık losyonuyla silip temizler.
Ünlü romancımız Hüseyin Rahmi Gürpınar, anneanne, teyzeler ve dadılardan oluşan bir sürü kadının arasında büyüdüğü için nakış işlemeyi, dantel örmeyi, yemek ve reçel yapmayı bilir ve sever. Tam bir temizlik hastası olan Hüseyin Rahmi, eldiven takmadan asla dışarı çıkmaz, mikrop kapmaktan çok korkar. Romancının Avrupa’dan dantel örnekleri getirtip bunları kendi elleriyle işlediği en bilinen özelliklerindendir. Heybeliada’da bisiklete ilk binen insan olan Hüseyin Rahmi’ye bu aleti ilk defa gören adalılarsa “Şeytan arabalı” derler.
Bir diğer şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı, Galatasaray Lisesi yıllarında arkadaşlarının durmadan mektup almasını kıskanıp kendi kendine mektup yazıp yollayan bir delikanlıdır. Çocukluğunda babasının kendisini camdan boşluğa sarkıtmasından öyle bir korkar ki hayatı boyunca ölüm korkusunu bir daha yenemez.
Ünlü fikir adamı Cemil Meriç ise tam bir okuma hastasıdır. Gözlerindeki rahatsızlıktan dolayı görme problemleri yaşadığında ışığa daha yakın olabilmek için sandalyesini masanın üstüne koyup okumaya devam etmiş, nitekim bu hastalıktan gözlerini kaybettiğinde ise okuma aşkını asla terk etmemiştir. Talebelerini evine nöbetle çağırıp onlara kitap okutan Cemil Meriç’in kütüphanesindeki tüm kitapların hangi rafta ve kaçıncı sırada olduğuna kadar bildiği bir gerçektir.
Modern şiirimizin ilk temsilcilerinden olan Tevfik Fikret, döneminin adeta moda ikonudur. Kendi tasarımı olan elbiseler İstanbul sokaklarında en aranan parçalardan olmuştur. Fikret, özellikle Tolstoy’dan esinlenerek diktiği gömleklerini giymekten çok hoşlanır. Şairin bir diğer tuhaf alışkanlığı ise yaz kış buzlu su içmesidir. Arkadaşlarının daima sağından yürümesini isteyen Fikret’e bunun sebebi sorulduğunda ise kalbini işaret edip “Orada Nazime var.” demesi eşine olan sevgisinin en büyük delilidir.
Bir diğer şairimiz Özdemir Asaf, “r” leri söyleyememekten muzdariptir. Bir gün Karaköy’e gitmek için bindiği takside şoför “Neğeye biğadeğ?” diye sorunca şoförün de “r” özürlü olduğunu anladığında utanır ve “Karaköy” diyemez ve “Eminönü’ne” der ve sonra köprüden yürüyüp Karaköy’e geri döner.
Son dönemin en büyük şairlerinden olan Sezai Karakoç ise fotoğraf çektirmekten hoşlanmaz. Elimizdeki tüm fotoğrafları neredeyse şairden gizli çekilmiştir. Kitap imzalamaktan da haz etmeyen şair, kendisine verilen hiçbir ödülü almaya gitmemekle tanınır ki bunların içinde 2011 yılında layık görüldüğü Cumhurbaşkanlığı özel ödülü de vardır. İşte sizlere tuhaf sanatçılarımızın garip hallerinden bir demet, sizce hangisi daha ilginç? fsemih.yilmaz@gmail.com