Geçtiğimiz 21 Şubat Dünya Anadil Günüydü. Unesco tarafından 2000 yılından beri kutlanan bu günün hikayesi 21 Şubat 1952’ye dayanıyor. Bangladeş’in henüz Pakistan’dan ayrılmadığı dönemde Bengalli bazı gençlerin anadil hakkını savunurken çıkan olaylarda öldürülmesi üzerine o günün anısına UNESCO tarafından 1999’da kutlanma kararı alınmış.
Şu anda dünya üzerinde 6000 kadar konuşulan dil olduğu tespit edilmiş. Bunun 3000‘den fazlasının ise konuşan sayısı 10 binden az.
Dünya üzerinde her iki haftada bir dilin yok olmaya yüz tuttuğu istatistiklere geçmiş. 1950’den bu yana 200‘den fazla dil ortadan kalkmış, artık dünya üzerinde o dili konuşan kimse yok. Yine Pakistan’da sadece 3 kişinin konuştuğu “Bendaşi” dili de her an yok olmakla yüz yüze kalan dillerden biri.
Bir dilin ortadan kalkması aynı zamanda o dili konuşan bir milletin de yok olması demektir. Bu yüzdendir ki dillerine sahip çıkmayan milletler, kültürlerini, milli değerlerini ve milliyetlerini de zamanla kaybedip başka milletlerin dillerinin etkisiyle asimile olup giderler.
Türkiye’de yaşanan zulüm sürecinin pek dile getirilmeyip belki de henüz fark edilmeyen etkilerinden biri de bu süreçte yurt dışına çıkan ailelerin çocuklarının Türkçe sorunları yaşamaya başlaması oldu.
Yeni bir ülkede hiç bilmediği ve anlamadığı bir dille karşılaşan bu çocuklar iletişim sıkıntıları yaşadıklarından dolayı içlerine kapanmaya, kimsenin olmadığı kendi dünyalarında sıkışıp kalmaya başladılar. Ailelerinin aksine kısa sürede o ülkenin dilini öğrenmeye başladıklarında ise artık konuşmak için Türkçeye ihtiyaç duymaz hale geldiler.
Yurt dışında yıllardır Türkçe öğretmeye çalışan biri olarak bu çocuklardan pek çoğuyla muhatap olmuşluğum var. İçlerinde çok iyi Türkçe bilmesine rağmen ısrarla anadilini konuşmayıp İngilizce konuşan bir çocukla yaşadığım deneyim ise beni derinden etkiledi.
Türkçe sorduğum tüm sorulara İngilizce cevap veren bu yavrumuz, kendisinden niye böyle yaptığını açıklamasını istediğimde “Türkiye’deki insanlar babamı ve pek çok sevdiğim insanı hapse attılar, bizi evimizden çıkarıp kovdular, gittiğim okulu da kapattılar. Ben bir daha o insanların dilini konuşmak istemiyorum.” deyince başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Daha sonra ailesiyle bu durumu paylaştığımda evde de kendileriyle Türkçe konuşmadığını ve sorulan her soruya sadece İngilizce cevaplar verdiğini öğrendim. Bu belki size uç noktada bir örnek gelebilir ama bu durumun çocuklarımızın arasında yayılmaya başlaması acı bir gerçek.
Bunun yanında ister gurbette yaşayan aileler ister süreç nedeniyle yurt dışına çıkmış olanlar olsun önemli bir sorunumuz var ki o da “aynı evde ayrı diller“in konuşuluyor olması. Anne baba arasında Türkçe konuşulurken, aile çocuklarıyla yarı İngilizce yarı Türkçe, kardeşler ise aralarında sadece İngilizce konuşuyorlar ki bu durum anadilimizi zamanla gurbet ellerde kaybedeceğimizin en uğursuz habercisidir.
Belki cahillikten belki de kompleksten kaynaklanan bir durum var ki o da bazı ailelerin çocuklarıyla Türkçe konuşmak yerine özellikle İngilizce konuşmaya çalışmaları. Bu çocuklar okulda, dışarıda, arkadaşlarıyla zaten İngilizce konuşup ilerletecek ve unutmayacaklar ama kendi anadillerini hiç olmazsa evde konuşmazlarsa bunun sonuçları çok ağır olacaktır.
Unutmayalım ki çocuk anadilini konuşamazsa içinden geldiği topluma ve ailesine yabancılaşır. Bu yabancılaşma zamanla akraba çevresine sirayet eder. Çocuğun dedesi, ninesi ve akrabaları vardır ama onlarla konuşamadığı için bir yandan da tümüyle kimsesiz kalır ve insanlarla ilişkilerine hep bir mesafe koyar. Diliyle arasına koyduğu bu mesafe zamanla, diniyle, kültürüyle, tarih ve milletiyle arasında ciddi mesafeler oluşmasına yol açar.
Ne yazık ki etrafımızda bunun pek çok canlı örneği bulunmakta. Türk ismi taşımasına rağmen tek kelime Türkçe bilmeyen, telefonda dedesi ve ninesiyle hasret giderecek kadar konuşamayan, diline yabancılaştığı için kültürünü de tanımayıp unutan ve bu sebeple kaybolan bir nesil, hem Avrupa’da hem Amerika’da hem de yaşadığım ülke Avustralya’da mevcut.
Sözün özü yaşanabilir özgür bir dünyada insanlığa hizmet için nice acı, gözyaşı ve kederle hicret yollarına çıkan bu güzel insanların, dünyayla entegre olurken kendi kimliklerini ve değerlerini dillerine sahip çıkarak korumaları çok büyük önem arz etmektedir. Dünyaya Sevgi Dili Türkçe öğretme mefkureleri taşıyan bir topluluğun daha kendi çocuklarına bunu öğretememeleri asla hoş görülemez.
fsemih.yilmaz@gmail.com