Bugün Türkiye’yi her gün bir baskınla cehenneme çeviren ve adeta ‘polis devleti’ görüntüsü verenler, lanetle anılacaklar hiç kuşkusuz.
Bundan asla şüphe yok. Tıpkı dün üniversite kapılarında genç kızların başörtüsünü zorla çıkaranları, rezil uygulamaları eşliğinde anıyorsak, bugünün iğrenç zulümlerini de yarınki kuşaklara öyle anlatacağız.
Ülke bir gün sahili selamete ulaşır, kazara medeni dünyanın gelişmiş bir ülkesi olursa tabi ki…
O zaman, Türkiye’nin bugünkü güç sarhoşlarının iğrenç uygulamalar dönemi, kıpkızıl bir utanç dönemi olarak kayda geçecek muhakkak.
Yapılan bu iğrenç işkencelere destek verenler kadar, yapılanlar karşısında pusudaki şeytana bürünenler de bu karanlık karenin içinde yerlerini alacaklardır.
Bu utanç bir tasma gibi boyunlarında asılı duracak hep.
Zira binlerce masum; amansız bir cenderede inim inimken, ‘bir tekme de bizden’ alçaklığını tercih edilebiliyor bazı insan bozmaları…
Dindarlığını, kindarlıkla yoğurmaya devam edenler azdıkça, süklüm büklüm olmayı tercih ediyorlar.
Bin bir terbiye yöntemi ve yalan dolanla tirübünlere doldurulan ve algılarıyla oynanmış seyirciler, bin bir entrikayla büyülenmiş hallerini sürdürüyorlar.
Tirübünlerde derin bir sessizlik.
Bu tirübünlerin şakşakçıları; meydanlarda, arenalarda, televizyon kanallarında, masum insanların malına ganimet diyenlere, söylemleriyle hararetle destek verdiler, veriyorlar.
Tarihte emsaline nadir rastlanır bir kimlik kırımını, aynı iştah ve tarafgirlikle desteklemeye devam ediyorlar.
Anadolu’nun tertemiz evlatları, kadınları, kızlarına “cariyemiz” diyen sakallı şeytanlar, “cihat ruhuyla” alkışlandılar, cahiliye devrini aratmayan kitlelerin postuna büründüler.
Üç-beş oyun hesabı için, garip Anadolu köylüsünün çocuklarını bilinmedik çöllere, cephelere sürdüler.
Davul zurnalar eşliğinde, kınalı kuzular hamasetiyle bir meçhule sürülen memleket evladının; soğan, patlıcan ve patates kadar bir kıymeti harbiyesi olmadı.
Patates, patlıcanın ocaklara düşürdüğü ateş, daha yakıcı geldi saf kitlelere, daha acıtıcı oldu.
Bir insanın hayatı her şeyden önemliyken, patlıcan, biberden değersiz hale düştü çocuklarımız…
Kimi hapiste, kimi zindanda, kimi gaybubette, kimi hasta yatağında, kimi yurt dışında sığınmacı kampında ıstırap çekenlerin çığlıklarını bastırmak için, muktedirleri elleri patlarcasına alkışladı bu ayarlarıyla oynanmış safderunlar tirübünü.
‘Kabataş’ta ‘başörtülü bacımı taciz ettiler‘ diyen müfteriler, ‘Ankara’nın göbeğinde devletin polisince taciz’ edilen gencecik üniversiteli kızın düştüğü yürek burkucu duruma karşı, gözlerine şal çektiler.
Tirübünlerde, yine aynı ölüm sessizliği…
İffet dururken iffetsizlik bayraklaştırıldı, namuslu bir duruş gerekirken, aksi bir duruş sergilendi.
Kılık kıyafet ve yaşam tarzına müdahale etmeyi kendileri için hak gören bağnaz ideolojik odakların, karanlık ve derin güçlerin dayattığı politikaların merkezine konumlanmada hicap duymadılar.
Bu millete bin bir tuzak kuran, bu milletin inancına, hayallerine düşman bir komiteyle iş tuttular. Sabıkalarıyla gidip sığındıkları bu komitenin her emrine temenna çeker hale geldiler.
Dünkü bir takım uygulamalardan mağduriyet devşirip, güçlerine güç katan bugünkü iktidar sarhoşları, bugün daha acımasızlarına imza atabiliyorlar. Başörtülü bir kızın tacizini, başlarını kuma gömercesine görmek istemiyorlar.
Bu mide bulandırıcı hali normalleştirmeye çalışıyorlar.
Sabi sıbyan, adına öğrenci yurdu denen yerlerde tacize uğrarken bakanlık koltuğunu işgal eden başı bağlı dönemin bakanının ‘bir kereden ne olur canım‘ pişkinliği bizi buralara taşımadı mı?
İktidar partisinin parlamentoda en tepedeki yetkilisi, en etkili milletvekili aynı zamanda Saray’ın başdanışmanı Özlem Zengin, Ankara’nın göbeğinde polis tarafından taciz edilen üniversite öğrencisi Merve Demirel’e yapılanı mubah gösterme gayretinde. Kendi mahallesinden olmadığı için, yapılan haysiyetsizliği, büyük bir telaşla, örtbas etmeye çalışıyor başı bağlı Vekil. Ve tacizci polis için; “Telaşın verdiği yanlış bir hareket” diyecek kadar bir aymazlık sergiliyor.
Ülke içişlerinin teslim edildiği kof kabadayı İçişleri Bakanı, genç kızın tacizi için ‘yok canım eli kaymıştır‘ hoyratlığıyla bakmaya devam ediyor, hadiseye. Pek terbiyeli ‘polis evladını’ kimselere “yedirmem.” diyor. Mezkur Soysuz’luğa isyan edenlere ise; “Hodri meydan” çekerek, tacizci memurlarına arka çıkıyor.
Bu nasıl bir çürümüşlüktür, demek ki; Allah bir kitlenin aklını aldı mı, onu böyle aptallaştırırmış.
Daha nasıl bir rezillik olsun ki, Allah bunları daha nasıl rezil etsin ki?
Bir ülkeye bundan daha büyük bir bela olabilir mi?
Günlerdir kamuoyuna yansıyan fotoğraflarda da açık ve net bir şekilde görünen cinsel saldırı maalesef görülmek istenmiyor.
Anlı şanlı teşkilat Ankara Emniyeti, “babası F.töcü” diyor. Tam bir pisliği sıvama hali…
Meclis, millet meclisi hüviyetini çoktan yitirdiğinden, kalabalıkların doldurup boşalttığı bir arenaya dönüştü. 3-5 parlamenter dışında bu olayı gören olmadı. İki gün sonra seneyi devriyesini yaşayacağımız 28 Şubat’ta başörtülülere sahip çıkmakla önemli bedel ödeyen, HDP’li Hüda Kaya, sahiplendi. Fatma Kurtalan ile Ömer Faruk Gergerlioğlu ve CHP’den Sezgin Tanrıkulu büyük bir cesaretle bu olayı gündeme taşıdılar.
Yıllardır utanmadan ‘Kabataş’ta başörtülü bacımı taciz ettiler‘ diyerek, yukarıdaki mahallede uydurdukları yalan ve iftiraya, aşağıya inince hem inandılar hem de kendi mahallelerine topyekun inandırdılar. Dürüstçe yüzünü bile gösteremedikleri Kabataş’taki “başörtülü” bacılarına bu kadar sahiplendiler ama başkentin göbeğinde mağdur olan Başörtülüyü ama fakat ve velakin deyip iki yüzlülüğü sergiliyorlar…
Kabataş yalanını, allayıp pullayıp yıllarca seçim malzemesi yapıp kitleleri afyonlayanlar, güpegündüz meydana gelmiş, aleni bir tacizi görmek istemiyorlar. Mesleği yalancılık olanlar, yalandan beslenenlerden zaten bu beklenir…
Peki, Merve Demirel’e yapılan aymazlık karşısında; şimdi de ‘Benim başörtülü bacıma saldırdılar’ diyebiliyor musunuz?
Kendine Gazeteci (!) diyen bazı yos-yobazlar, şimdiye kadar “taciz edilen mağdur bacılarının yüzünü bile gösteremedikleri” olayı, sözüm ona 15 “Yazarı”yla tek tip başlıkla; “Diliniz kaba, vicdanınız taş” diyerek, koro halinde Kabataş yalanını hararetle savunmuşlardı.
Olmayanı olmuş gibi sunan dünün gazeteci bozmaları, gün gibi aşikâr bir olayı görmüyorlar.
Nasıl görsünler ki, basiret bağlıysa göremezler elbet.
Üzerleri çıplak, deri eldivenli eylemcileri görme dehasına ve bakışına sahip şaşkınlar, Merve kızımızı görmediler, çünkü hakikati ters yüz edecekler, bu onların mesleği, bunun için varlar…
Camiye olmayan içkiyi sokar, iftirada sınır tanımaz bu yalandan beslenenler…
Hem de Kabataş yalanın organizatörü, başı bağlı gazeteci kılıklı biriydi. Şimdi olayı örtbas eden de yine aynı kılıklı bir partili. Hem de güya 28 Şubat’ın başörtülü mağduru!
“Kabataş’ta başörtülü bacımız Zehra’nın üzerine işediler” senaryosunun yalanından dolayı özür dilediniz.
Peki, Ankara’da tacize uğrayan ve kocaman bir hakikat olan Merve’nin mağduriyeti için…
Merve kızımızdan iki özür borcunuz var: Hem iktidarınızın ayıbı, hem de bu ayıbı kapatma telaşı için.
‘ULAN SİZ NASIL ADAMLARSINIZ?’
Müsaadenizle, amiral geminizin önemli rol sahibi bir yandaş kalemşorunun; “Ulan biz nasıl adamlarız?” başlığı altında muhalif kesime yönelik söylediği, ama aslında tam size söylemesi gereken orijinal bazı ifadeleri, ondan borç alarak, (ufak tefek değişikliklerin dışında) yazımı noktalayayım:
“Ulan nasıl “adamlarsınız ?” gerçekten.
Şimdiye değin şebelek “iktidar” güruhtan tek cümlelik de olsa özeleştiri duydunuz mu?
Hatadan münezzehlermiş gibi, onca “yalana” rağmen kendilerini hiç sorgulamadılar.
Kültleşme değilse nedir bu?
Mesela, “Kabataş” desisesinin üzerinden 6 koca yıl geçti.
O canım “orantısız zekâlardan” bir tane özeleştiri yazısı okudunuz mu?
Bu nasıl özgüvensizliktir?
Bu uğurda şeytanla bile işbirliğine razıysanız “kültleşmekten” öteye geçemezsiniz.
Kültleşince de “gizli ellerin” zokasını yutmaya hazır “kullanışlı aptallar” olmanız mukadderattır.”
Bu yazar, yukarıdaki sözleri, iktidara muhalif olanlar için sarf etmişti.
Ufak değişikliklerle kendi asıl yandaşlarına layık olan bu sözlerle cevap vermiş oldum…
Batış ve bitiş aniden olmaz, önce sağduyusunu ve adaletini yitirirsin.
Sonrasında şaşkına döner, hakikate kör kesilirsin.
Derin bir gayya seni bekler bilemezsin, batışın mukadder olur.
Allah aklını, basiretini alır, başı kesik tavuğa dönersin.
Hayal aleminde yaşarsın, menfaatin için olanı olmuş gibi görür, süslersin.
Gün gibi gerçeğe gözlerini kapatırsın…
Ve bitişin için gün sayarsın.
Netice itibariyle “güç zehirlenmesi” nin sonu böyle bir şeydir.
Ve son söz: Ey Kabataş yalancısı başı bağlılar, gerçekten ‘Diliniz KABA ve vicdanınız, TAŞ, kalbiniz ise kömürümsü KAYA’ya dönüşmüş.
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au