HASAN CÜCÜK-TR724.COM
Jacinda Ardern’in adını genellikle dünyada kadın devlet ve hükümet başkanları listesi yapılırken duyardık. Ülke yöneten 11 kadından biri olan Ardern görevi sırasında hamile kalmasıyla dünyanın ilgisini çekmeye başladı.
Başbakanlığının yanına ‘anne’ ünvanını ekleten Ardern, ülkesi, tarihinin en kanlı terör saldırısına uğradığında liderlik vasfıyla öne çıktı. Bir anne, eş ve tüm ülkenin başbakanı olduğunu tavır ve davranışlarıyla gösterip, tüm dünyaya liderlik dersi verdi, veriyor.
26 Temmuz 1980 doğumlu olan Jacinda Ardern, 19 Ekim 2017’de yapılan genel seçimleri kazanarak Yeni Zelanda başbakanı oldu. 1 Ağustos 2017’de İşçi Partisi liderliğine seçilen Ardern, çiçeği burnunda bir genel başkan olarak girdiği ilk seçimden başbakan olarak çıktı. Ocak 2018’te kameraların karşısına eşiyle birlikte geçen Ardern, vereceği önemli haberin ‘haziran ayında anne olacağı’ olduğunu belirtiyordu. 21 Haziran’da Neve adını verdikleri bir kız çocuğu dünyaya getiren Ardern 6 haftalık doğum iznine ayrıldı. Pakistan başbakanı Benazir Butto’dan sonra görevi başındayken anne olan ikinci başbakan olarak tarihe geçti.
Jacinda Ardern, eylül ayında New York’ta yapılan BM Genel Kurulu’na 3 aylık kızıyla katıldığında bir kez daha objektiflerin çevrildiği isim oldu. 38 yaşındaki başbakana eşi Clarke Gayford eşlik etti. BM kürsünden Genel Kurula hitap ederken, bebeğin bakıcılığını babası üstleniyordu. Ardern’in oğlu Neve için bastırılan ve üzerinde ‘first baby’ yazan güvenlik kartı da Twitter’da çok paylaşılanlar arasına girdi. ‘Ülkeyi yönetmek mi yoksa 3 aylık bebekle 17 saat uçakla yolculuk etmek mi daha zor?’ sorusuna “Şu anda birbirine eşit gibi… Ancak ben ve eşim Clarke bunun üstesinden geliyoruz.” diye konuştu. Ardern uçakta diğer yolcuları rahatsız ettikleri için onlardan özür dilediklerini de sözlerine ekliyordu. New York yolculuğuyla ilgili ilginç bir ayrıntı ise, eşi Clarke Gayford’un resmi ziyaretteki masraflarını ise devletin kasasından değil, kendi şahsi bütçelerinden karşılamaları oluyordu.
YENİ ZELANDA’NIN KARA GÜNÜ
15 Mart tarihi Yeni Zelanda için artık kanlı bir günün adı oldu. Christchurch şehrindeki iki camiye otomatik silahlarla saldıran 28 yaşındaki Avustralya Brenton Tarrant, ülke tarihinin en kanlı eylemine imza attı. Cuma için camileri dolduran Müslümanlar, terörün hedefi oldu. Saldırı şok etkisi yaptı. Saatler ilerledikçe bilanço ağırlaştı. Hayatını kaybedenlerin sayısı her geçen gün artarken, ilk resmi açıklamayı ülkenin başbakanı Jacinda Ardern yaptı: 40 ölü, 49 yaralı. Bugün itibarıyla 50 kişi hayatını kaybetti.
Saldırının adını tereddütsüz ‘terör’ olarak koyan Ardern, ’’Bu, Yeni Zelanda’nın en karanlık günlerinden biri olacak” dedi basın karşısında. Jacinda Ardern, hayatını kaybedenlerin çoğunluğunun Yeni Zelanda’ya göçmen ve mülteci olarak gelenler olduğuna işaret ederek, ‘Onlar Yeni Zelanda’yı evleri olarak seçtiler. Evet, burası onların evi. Aslında onlar, biziz. Bu şiddet eylemini gerçekleştiren kişi aslında bizi öldürdü. Onların (teröristlerin) burada yeri yoktur. Böylesi bir şiddet eylemi asla kabul edilemez. Bu benim ve tüm Yeni Zelandalıların düşüncesidir.’ diedi sesi titreyerek. Kolay değildi. Ülkesi 1990’dan sonra en kanlı eyleme sahne olmuştu. Duruşu topluma moral olacaktı. Vereceği mesajlar önemliydi.
SİZ ASLINDA BİZSİNİZ
Jacinda Ardern, anne, eş ve başbakan olarak acıyı yüreğinde hissediyordu. Empati yapıyordu. Acıyı paylaşıyordu. Müslüman toplumları ziyaret etti, siz aslında bizsiniz mesajı verdi. Ne mağduriyet çıkarıyor, ne nefret tohumu ekiyor. Bizim topraklarımızda pek görmediğimiz acıya ortak olma hasletini ortaya koyuyor. ‘Ülkenin en karanlık günü’ dediği menfur saldırı sonrası Müslümanlara ait dernek ve lokallere gidip taziyelerini iletiyor. Başını örten ve yas kıyafeti olarak siyah giyinen Ardern, sadece görüntüde değil beden dili ve konuşmasıyla da acıya ortak oluyor. Hüzün yüzüne yansıyor. Konuşurken umutsuzluk değil, umut aşılıyor.
Yeni Zelanda Pakistan Birliği’ni (PANZ) ziyareti sırasında ‘Ulusumuza büyük bir acı hâkim. Bizler kalbimizin derinliklerinde acınızı hissediyoruz” ifadelerini kullandı. ‘Elem, haksızlık ve öfke hissediyoruz’ derken sesi yine titriyordu. Cenazelerin en kısa sürede ailelerine teslim edilmesi için çalışmaların aralıksız sürdüğünü belirtip, ‘Şuan benim için önemli şey sizlerin güvenliğidir. Özellikle ibadet mekanlarındaki güvenliğiniz birincil düşüncem.’ garantisi verdi. Konuşması ve davranışlarında, saygı ve merhamet vardı. Yakınlarını kaybedenlere sarılırken, yaşadığı acıyı yüz ifadesi ortaya koyuyordu. Terör saldırısı sonrası arayan ve ‘Yeni Zelanda’ya nasıl yardım edebileceğini’ soran ABD Başkanı Trump’a verdiği cevap ise tarihe geçti: “Tüm Müslüman topluluklar için sempati ve sevgi duyun.