Bizler, İzmir Buca’da, vatanın her yerinden kopup gelmiş, üniversitede değişik bölümlere kayd olmuş, bir avuç delikanlıydık.
Bütün vatan sathındaki kardeşlerimiz gibi.
Kimimiz Tokat, kimimiz Ankara, kimimiz Uşak, kimimiz Erzurum, kimimiz Elazığ, Urfa, İzmir, kimimiz İstanbul’dan.
İktisatçı, hukukçu, öğretmen, kamucu, ilâhiyatçı yahut başka bölümlerde okuyan delikanlılar.
Berâber ağladık, berâber güldük, berâber okuduk.
Yıllarca vatanımıza, insanlığa berâberce hizmet ettik, hiç yüksünmeden diyâr diyâr, belde belde, ülke ülke gezdik.
Ağabey, kardeş problem yaşamadan, her şeye rağmen kırılmadan, darılmadan hizmet ettik.
Yıllarca aklımızda iş, aş, eş, ev-bark, ana-baba, yâr-yârân yoktu, olmadı, bunların hiç birini aklımıza getirmedik.
Kilitlendiğimiz tek bir şey vardı, insanlığın mâkus tâlihini yenmek, ve topyekün sevgi, barış, saâdetle bir bahâr yaşamak, insanlığın aydınlık bahârını yaşamak.
Tam bahârı göreceğiz derken ciğersûz bir fırtına esti.
Kuzu postuna bürünmüş bir kurt, sûret-i haktan görünen bir çakal, “ben ıslahçıyım” diyen bir müfsîd bizlere, milletimize tebelleş oldu.
Aldandık, hüsn-ü zannımıza mağlûb olduk, zarâr gördük, belâya müptelâ olduk.
Hizmete vesîle yapılan makâm, mansıp, ev-bark, at-araba, neyimiz varsa hepsini bir zulûm fırtınasında kaybettik.
Şimdilerde kimimiz sürgünde, kimimiz hapiste, kimimiz gurbette, kimimiz gaybûbetteyiz.
Dünün şeref madalyalı alkışlanan yiğitleri, kahramanları olan bizler, bugünün vatan hâini mücrimleri olarak kabul ediliyoruz.
Meriç’te, Ege’de dökülüp kalanlar, balkondan atılarak, işkence yapılarak bizden önce Hakk’a kavuşanlar, derîn yürek sancımız.
Cehennem kaçkını, huysuz ruhlar, bütün bu eziyeti dağılalım diye uyguladılar-uyguluyorlar, sûreten dağıldık.
Dağıldık yedi iklim, yüzyetmiş düvele.
Saçıldık toprağın bağrına tüm dünyâda.
Fakat “Siz, birbirinize, en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyâde kardeşsiniz. Kardeş ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve affeder” hakikâtiyle yaşayarak, ufak şeyleri unutarak, birbirimize dahada bağlanıp, savrulmadık.
Savrulmadık onların istediği mânâda ve dağılmadık, İnşâAllâh birer tohum gibi düştük yüzyetmiş düvelin toprağına.
“Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zamân ve mekân sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan bir tek maksat için bir tek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hükmündedirler.”
Kopmadı irtibatımız, aksine birlikteliğimiz daha da güçlendi.
İnanamayacaksınız, ama her gün berâberiz, teknolojinin sunduğu “modern velâyet” imkânlarıyla, bast-ı zamân tayy-ı mekân ile, her an aynı meclisteyiz, elhamdülillâh.
Yılmadık, yıkılmadık üzerimize düşen vazifeyi aynen yapma gayretindeyiz ve devâm edeceğiz.
Dönmeyeceğiz.
Bir gün, Yeni Zelanda saldırısının neden ve sonuçları, bir gün Jacinda Ardern Hanımefendi’nin civânmertliği, bir diğer gün Osmanlı’da entellektüel geçmiş, memleketimizin geleceği, sorun ve çözümleri, bir gün müsbet ve menfî hareket, ne yapılmalı, ne yapılmamalı gibi onlarca meseleyi müzâkere ediyoruz.
Her gün hatimler, duâlar dağıtılıyor, her gün bir yerdeki mağdur arkadaşımıza, kardeşimize muâvenet için yardım topluyoruz.
“Risale’i Nur şakirtlerinin cesetleri müteaddid ama ruhları müttehid hükmündedir” ifâdesini serlevha yaptık, birleşip, kenetleniyoruz.
Her gün yeni ufuklara açılıyoruz dahada kenetlenerek.
“Mü’minler bir vücûdun âzâları gibidirler” hakikâtini bizzat yaşayarak, daha iyi anlıyoruz, evet kenetleniyoruz.
Sorunlarımız yok mu ? Elbette var fakat aşma kararlılık ve azmi içerisindeyiz, biiznillâh aşacağız.
Gördük, görüyoruz, Rabbe kul olursan mesâfeler yok olur, zerre kâinât olur, serpilir nevş-ü nemâ bulursun.
Şu an dünyanın her yerindeyiz, en ufak çağrıya aktar-ı alemden ses geliyor, “Kimse yok mu ?” diyene yedi iklim ses veriyor.
Bir dönem büyüğümüz “İzmir’den Ankara’ya doğru yola çıktığımızda uğradığımız her il ve ilçede Allâh’a şükür arkadaşlarımız müesseselerimiz var” diye seviniyordu.
Şimdi Türkiye’den yola çıksanız “Yetmiş Günde Devri Âlem” yapsanız, uğramadık yer, diyâr bırakmasanız her yerde “Rabbe şükürler olsun” yüzlerle, binlerle arkadaşımızla karşılaşacaksınız.
Hemde, tâbiri câiz ise sıradan insânlar değil, cins kafalarla tanışıp, karşılaşacaksınız.
Abartmıyorum, benim her ağabeyim, kardeşim, arkadaşım hakkında geniş çaplı bir kitap yazılabilir.
Doksanlarda gencecik, tüyü bitmemiş delikanlılar, dünyânın değişik yerlerine “bir takke”den aldıkları şevk ile yol aldılar ve büyük hizmetlere vesîle oldular.
Evet, şimdilerde ise, yaşı başı yerinde, tecrübeli arkadaşlar bir zâlimin zulmü neticesinde dünyânın her tarafına saçılıp, atıldılar.
Kim bilir, o delikanlılar gibi ne samîmiyetle koşturacak, ne kadar büyük hizmetlere vesîle olacaklar.
Muhtemelen, dünyânın hizmet adına şu an duyduğu Evrensel Merak‘ı tam olarak doyuracaklar, doyuracağız. ( inşâAllâh)
İşte bu “Bizim Hikâyemiz”
Her ne kadar “hazân” vurmuş görünsede “şölen” e dönmesine az kaldı.
Bu arada, teşekkürler Erdoğan, “Cenâb-ı Hakk isterse bu dîni, insânlığı bir recül-ü fâcir, zâlim, tirân eliyle te’yid eder” hakikatini bize öğrettin.
Fakat unutma, kulluktan sıyrılırsan mesâfeler çok olur, kâinat zerre olur, dürülür, yorulursun, kahrolur, yok olursun.
mansurturgutk@gmail.com