Av. OSMAN ERTÜRK-TR724.COM
İntikam almak için yıllardır bilenen bir güruh, Cemaate vurdukça terapi oluyor. Rahatlamak için seçtikleri grup, tertemiz geçmişi olan binlerce insandan müteşekkil bir yapı.
Ana kuzularını evlerinden toplayıp hapse tıkmak çocuk oyuncağı onlar için. Çakma bir terör örgütü uydurup onun şemsiyesi altına girdiler. Hiç mi terör örgütü görmedik? Ağır olun! Bizim adalet liginde olan 3-5 ülkenin kabul ettiği bir örgüt bu. Fazlası yok! Lig ise amatör kümenin en dipleri. Siz anladınız onu. Batı ülkeleri ise bıyık altından kıs kıs gülüyor. İşin erbabı bilir. Bir terör örgütü şapkadan tavşan çıkması gibi çıkmaz ortaya. Bu çakma örgüt vasıtasıyla işlerini daha rahat yaptıkları söylenebilir. Milleti de kış uykusuna yatırdıkları tartışmasız bir gerçek.
Adalet Bakanlığı’nın Ocak 2019 itibariyle yayınladığı istatistiklere göre 15 Temmuz 2016’dan sonra 500 bin 650 kişi gözaltına alınmış. Sayı tutturmak için çabalayan bir yargı erki var. Şaka değil. Yılsonu hedeflerini denkleştirmek için çalışan bir şirket gibiler. Ne kadar insan gözaltına alınacak, ne kadar tutuklanacak, kaç erkek, kaç kadın gibi kriterlerle çalışıldığını söylemek lazım. Hakim, savcılarda bonus peşinde! Hakmış, hukukmuş, kimin umurunda? Çakma terör örgütüne kendileri de inanmıyor ama iş yapıyor görünmeleri lazım. Yoksa darbe tiyatrosu, yolsuzluklar, ekonomi konuşulursa duman olacaklarını biliyorlar.
Söylerken bir çırpıda ağızdan çıkan rakamlar insandan bahsediyor. Aileleriyle beraber yaklaşık iki milyon insan ediyor. Bir polise veya güvenlik görevlisine zorluk çıkarılıp, direnme olduğu haberlere yansımadı. Kimseye bir fiske atılmadı. Ne güzel değil mi? Mukavemet görmeden, sıkıntı yaşamadan, eliyle koymuş gibi insanları evlerinden alıp, özgürlüğünden mahrum etmek. Onlara koca bir aferin! ‘Mevzû vatansa gerisi teferruattır’ vecizesini tüm kalbiyle, masum binlerce insana karşı kullanan zihniyet. Ne acınacak hal.
Kavga veya mücadelede az buçuk seviye ve denklik olmalı. Her şeyi mübah sayacak kadar zıvanadan çıkmak da neyin nesi? İntikam almak için çoluk çocuk demeden ortalığa saldıranlar, toplamda Beşyüzbinaltıyüzelli insanı gözaltına aldı. Bir kişi eksik veya fazla söyleyince bir âlem, elimden kayacak gibi geliyor. Çünkü her biri ayrı bir dünya değil mi? Ailesi, sevdikleri, mutlulukları, üzüntüleri olan birer eşref-i mahlûkat onlar. Hepsi saygıdeğer, hepsi mümtaz.
Mücadelenin en küstah tarafı ise kadın ve bebeklerle uğraşan hastalıklı zihniyet olsa gerek. Ne haysiyetsiz bir haldir bu? Güçlüymüş gibi görünürken aslında ne aciz bir çukur hali. Bunu yapan elemanları ve mantıklarını bilmek de ayrı bir yaralıyor insanı. Bebeklerle uğraşan iktidar ve kirli ortaklığı düşündükçe yıllar öncesine gidiyorum hep. Zulüm ile ilgili boğazım çatlayıncaya kadar attığım sloganlar aklıma geliyor ansızın. Ahlâki prensipleri paspas edenlerin halleri gözümün önünde canlanıyor. Şimdi ki hal ve çeyrek asır öncesini karşılaştırıyorum. Ne çelişki!
Yıl 1994. Tam 25 yıl önce bu günler. İstanbul soğuk kış günlerini geride bırakmış. Üçüncü cemre toprağa düşmüş ve havalar ısınmakta. Ama İstanbul’un siyasi sıcaklığı Ağustos ayını aratmıyor. Yerel seçimler yaklaşıyor çünkü. Tam da bu günler. Beş tur atmışız demek ki. Bu satırların yazarı o yıllarda ortaokul çağlarında bir delikanlı. Okul çıkışları ve hafta sonlarında bir meşgalem var. O zamanın Refah Partisi’nin yılmaz savunucusuyum. Yani bu dönemin muktedirlerinin ilk yuvası olan parti. Bugün efelenip duranların, tohumlarının yeşerdiği, filiz olmaya başladığı zemin. Benim için siyaset ise, aile ve çevremizin etkisiyle angaje olduğumuz bir heves.
27 Mart yerel seçimlerine birkaç hafta kalmış. (Şimdiki de 31 Mart’ta) Bağcılar ki İstanbul’un en varoş semtlerinden. Biz varoş çocukları da ister istemez bu siyasi hareketliliğin tam ortasındayız. Bir tarihin dönüm noktası olan günlermiş demek ki. Bugün daha iyi anlıyorum. Okul çıkışları ve hafta sonları için arkadaşlarla en büyük eğlencemiz kamyon kasalarında, Refah Partisi propaganda faaliyetine katılmak. Bu faaliyetlerin en önemli ve zevkli olanı konvoylar yapma. Elimizde parti bayrakları, dilimizde en önemli slogan “Refah gelecek, zulüm bitecek.” Yüzlerce, binlerce kez boğazlarımız patlayana kadar bu sloganı haykırırdık. “Refah gelecek, zulüm bitecek.” Zulüm bitecek ve mutlu bir dönem başlayacak diye fevrî öfkemizi sokaklarda boşaltırdık. Eve geldiğimizde sesimiz çıkmaz olurdu. Boşuna yorulmuşuz. O seçimlerde, Refah Partisi İstanbul ve Ankara’nın da içinde olduğu 28 ilde belediye başkanlıklarını kazandı. Yer yerinden oynadı. Hiç öngörülemeyen, çok büyük başarıydı. Anketler ters köşe olmuştu.
Detayları tekrarlamak anlamsız. Bu demokratik gidişe kimse dur diyemedi. Yıllar su gibi aktı. 17 Aralık sonrası raydan çıkıldı ve bugünlere gelindi. Yaşandı ve bitti! Bu süreçte aklımda kalan en önemli ayrıntı “Refah gelecek zulüm bitecek.” sloganıdır. Bugünün zalimlerine kapıyı açıp, bir çeyrek yüzyılı avans olarak verdiğimi nerden bileyim. Öyle oldu evet, ben de bu çarkın bir parçası oldum. Ne büyük bir yalanmış meğerse. Her gruba katmerli bir zulmün taşları döşenmiş belli ki. Ama en çokta vatan sevdalısı hizmet gönüllüleri için. Yediden yetmişe, şimdilik Beşyüzbinaltıyüzelliinsan.
Yıllar sonra, “Emânete hıyânetiyle mâruf” kim, hangi grup var diye sorarlarsa, hiç düşünmeden bu zalimler var denecektir kanaatindeyim. Marka slogan ise “Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz” olsa gerek. Kendiyle, hiçbir insânî hesaplaşma yetisi göstermeden ve vicdan kaygısı çekmeksizin, masum insanlarla, hatta bebeklerle uğraşanların, aslında bir “Hiç” olduğunu görmek ibret verici. Ansiklopedi çapında bir literatür bu aslında. Üzerine yıllarca konuşulacak, onlarca doktora çalışması yapılacak bir alan. Mazlumken zalim olup, bir cemaati çiğ çiğ yemeye çalışmak. Kolay lokma bellediği masumların çoluk çocuğuyla, hatta bebekleriyle uğraşmak en dip olsa gerek. Daha derini olamaz çünkü. Ben ise, o günlerin pişmanlığını üzerimden atmak için bana ulaşan her mağdura hukuk desteği vermeye çalışıyorum. Diğer taraftanda bu yüzyılın en büyük yalanı olan “Terör örgütü” suçlamasını bertaraf etme gayretindeyim. İçim daha soğumadı!