ERMAN YALAZ/ TR724.COM | ÖZEL HABER
Bir bahar akşamı yola çıktıklarında yanlarına sadece, anne ve babasının iki çantası, Zeynep’in kırmızı gözlükleri ile ortopedik ayakkabılarının dışında bir şey almadılar. Yol engellerle doluydu, yolculuk çetindi.
Yürünecek, aşılacak kilometreler vardı. Özgürlüğe atılan adımlar gittikçe ağırlaşıyordu.12 kilometrenin yarısını babasının sırtında, bir kısmını annesinin omzunda, bazen kardeşinin elinden tutarak katetti protezli ayaklarıyla Zeynep. Dikenler, çalılar, çamur, tepeler, taşlar ümitleri git gide kırıyordu.
Babası düşündü taşındı, kızının durumuna baktı ve yol arkadaşlarına; “Olmayacak, dönelim!…” demeyi aklından geçirdi. Yüzlerine baktı. Cevap Zeynep’ten geldi: “Yürüyelim baba.. Ben yürürüm. Hicret için yola çıktık… Efendimizde (s.a.v.) böyle hicret etti.” 10 yaşındaki engelli Zeynep’in bu sözlerinden sonra artık ne mesafelerin, ne ‘engel’lerin bir önemi kalmıştı. Değil miydi ki söz konusu olan hicretti, özgürlüktü… Yola devam edildi.
Küçük Zeynep, o an yaşadıklarını Tr724’e şöyle anlattı: “Hicret ettiğimi biliyordum. Yürümek, hele saatlerce durmadan bunu yapmak, bunu başarabileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Hiçbir ağrımı sızımı hissetmedim. Şunu inanıyordum, Allah ne yaptığımı, anne ve babamla hangi yolculuğa çıktığımızı biliyor. Beni o zorlu yollardan taşıyan en önemli motivasyon buydu.”
‘ALLAH BİZİ GÖRÜYOR, EFENDİMİZ DE BÖYLE HİCRET ETTİ’ DİYE DÜŞÜNDÜM
Zeynep, kızkardeşi, anne ve babasıyla hicret yollarına düştüğünde henüz 10 yaşındaydı. Serebral palsi, yani beyin felci sonucu yürüme ve görme güçlüğü çeken engelli bir çocuk olarak kader onu gurbete, hicret yollarına taşıdı. Anne ve babasını önce işsizliğe sonra hapse sürüklemek isteyen o fırtınalı günlerde en zorlu yolculukları yapanlardan biriydi. Metrelerin dahi gözünde büyüdüğü tedavi süreçlerinin fevkalade üstünde bir gayret göstermesi gerekiyordu. Türkiye ve Yunanistan tarafında tam 12 kilometre yürümüşlerdi. Ayağında AFO’larıyla (ortopedik ayakkabı) gecenin karanlığında Meriç’i geçerken anne ve babasına ‘Durmayalım, yürüyelim’ diyerek cesaret vermişti. Zeynep, “Allah beni görüyor, Efendimiz de böyle hicret etti’ diye düşündüm” diyor o zor saatler için.
O günkü düşüncelerini anlatırken, gözünün önüne çocukların Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretini canlandırdığı bir tiyatro sahnesinin geldiğini anlatıyor. Onun için günlük hayatında fizik tedavi, okul, eğitim ve doktor kontrollerinde rastlanmayacak bir gayretti bu. 12 kilometrenin yarısını babasının sırtında, diğer yarısını annesinin omzunda, kardeşinin elinden tutarak, diken, çalı, çamur, tepe, taş demeden yürüyerek hicretini tamamladı. Şimdi bulunduğu Avrupa ülkesinde, Türkiye’de yaşadığı sıkıntılarının aksine, tekerlekli sandalyesiz yürümek, kendi ayaklarının üstünde durmak ve eğitim imkanlarına kavuştu.
BİTMEYEN EPİLEPSİ KRİZLERİ
Yunanistan sınırından girdikten bir gün sonra bütün sinirleri boşalacaktı, yaşadığı bütün zorluklarla bastırdığı duyguları, acıları adeta patlayacaktı Zeynep’in. Akşam saatlerinde başlayan yolculuk sabahın 7’sine kadar sürmüştü. Babasının internette kiraladığı bir evde akşam saatlerine kadar uyumuşlardı. Trene bindiklerinde kıyafetleri ve perişan halleri onları hemen ele vermişti. Atina’ya varamadan yolda polis onları gözaltına aldı. Sonra bir karakol odası ve mülteci kampı…
İki günlük zorluk ve stresin etkisiyle Zeynep, saatlerce ağladı mülteci kampında. Günlerce epilepsi krizine girdi. Anne babası için de çok zor saatlerdi bilmedikleri bu diyarda yaşadıkları. Ama çok daha kötü günler geride kalmıştı. Babası, “Artık hep birlikte yaşayacağız, inşallah. Ayrılıklar bitti’ diye teselli etti ailesini.
YUNANLI FIRINCI KADININ KURABİYELERİ
Kampın en büyük sürprizi ise Yunanlı yaşlı bir fırıncı kadının gönderdiği kurabiyeler oldu. Kampta akrabaları bulunan yaşlı bir adam, ziyareti sırasında Zeynep’in hikayesini duymuştu. Her gün ekmek almak için uğradığı kasabanın fırıncısı yaşlı kadın Türkçe biliyordu. İstanbul göçmeni bir Rum idi. Yaşlı adama aldığı ekmekleri nereye götürdüğünü sordu. Kampa götürdüğünü orada bir engelli kız ve birçok çocuğun olduğunu öğrenince ‘Bunlar da benim hediyem’ diyerek her gün pişirdiği birbirinden lezzetli kurabiyeleri gönderdi Zeynep’e…
‘ARTIK TEK BAŞINA YÜRÜMEK İSTİYORUM’
Zeynep, şimdi anne-babası ve kardeşi Fatma’nın da yanında olduğu yeni bir dünyanın içinde. Beş ay önce botoks daha sonra diz kapaklarından ameliyat oldu. Meriç’te kullandığı gözlüklerine ve AFO’larına bakıp, “Artık tek başına yürümek ve okumak için gayret ediyorum” diyor. Bir yandan dilinden şükür cümleleri dökülüyor.Zeynep ve kardeşi Fatma, üç yeni dil öğreniyorlar. Zeynep özel bir okula gidiyor. Engellerini aşıp, tek başına kendi ihtiyaçlarını göreceği günleri bekliyor. Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birinde eğitim görüyor. Daha dillerini bilmediği insanlar ona aile yakını gibi davranıyorlar sevgi ve şefkat gösteriyorlardı. Ameliyat olduğu günden bu yana evin bir ferdi haline gelmiş bir yardımcı hemşire, okumasını kolaylaştırmak için teleskop ekranlı bilgisayar, sesli kitap, engelli bisikleti gibi hediyeler, sürpriz ve imkanlar ise Türkiye’de yaşanan sıkıntıların aksine devrim niteliğinde değişimleri getirmiş onun hayatına. Artık bilgisayar ekranında büyüttüğü kitaplarını okuyup, bulmacalarını çözebiliyor. Bunun yanında dil eğitimi alıyor, sesli kitaplarla pratik yapıyor. Şİmdi artık tek başına yürüyüp, bisiklete binebiliyor.
‘SAATLERCE BİR BİLİNMEZE YÜRÜDÜK; DUYGULARIMI KAYBETTİM’
Kızkardeşi Fatma, ablasının ve kendisinin Türk ve Yunan askerlerine yakalanmamak için 12 kilometre tek kelime etmeden yürüdükleri o geceyi anlatırken gözyaşlarını tutamıyor. Fatma bugün 11 yaşında. 9 yaşında yaşadığı o zorlu yolculuk ve ayrılıklar derin izler bırakmış. O anları anlatırken duygularına hakim olamıyor. Gözleri yaşlı. “Bir yıldan fazla ayrı kaldığım babamla, annem, artık birlikte olacağız, dediler. İstanbul’a gezmeye gidiyoruz diye biliyordum. Meğer yolumuz hicretmiş, o gecenin karanlığında yaptığımız yolculukta karmakarışık düşünceler içindeydim, çocukça belki ama duygularımı bile kaybetmiştim” diyor.
MESLEKLERİNDEN ATILAN İKİ ÖĞRETMENİN ZOR SEÇİMİ
Serebral Palsi hastası Zeynep ile kardeşi Fatma’yı zorlu hicret yolculuğuna taşıyan hikayeleri öğretmen anne ve babalarının işten atılmaları ve takibata maruz kalmalarıyla başladı. Ankara’da yaşayan kendi halinde bir aile ve iki öğretmen anne babanın hayatı 15 Temmuz’dan aylar önce altüst olmuştu. Önce Hizmet Hareketi’ne yakınlığı ile bilinen okullar daha sonra kamuda öğretmenlik yapan İbrahim ve Asiye öğretmenleri herkes tanıyordu. Onların Hizmet Hareketi ile yakınlığını biliyordu. İlk önce açığa alındılar, daha sonra KHK’larla işlerini kaybettiler. İki öğretmenin başka çaresi kalmamıştı. 15 Temmuz’dan aylar önce her ikisi de kamudaki görevlerini, maaşlarını, kariyerlerini kaybetmişti. Sonra iki kez gözaltına alındılar. Ev baskınları, gaybubet hayatı, bütün gelirlerinin ellerinden alınması, çocukların alt üst olan okul düzenleri, Zeynep’in aksayan tedavileri… Dayanılacak gibi değildi.Cadı avı 15 Temmuz darbe girişiminden önce başlamıştı bir çok Hizmet gönüllüsü için. O geceden sonra ise bir sel ve fırtına gibi herkesi, muhalif her kesimi, hapse, işkenceye ve zulme maruz bıraktı. İbrahim ve Asiye öğretmenlerin yükü daha ağırdı. Tedavisi sürmesi gereken özel bir çocukları vardı.
Zeynep doğumundan hemen sonra kalça çıkığı tedavisi görmüştü. İki yaşına geldiğinde çekilen bir MR ise başka bir imtihanı başlatmıştı. Doğum sırasında yaşadığı felç nedeniyle Zeynep’in serabral palsi hastası olduğunu öğrendiler. Akranlarının aksine yürümek onun hayatının en zorlu işi haline gelecekti. İlkokula gitmeye başladığında ise sadece kaslarında değil, gözlerinde de hastalığın izlerinin olduğu tespit edildi. O yıllarda epilepsi krizleriyle tanıştı Zeynep. Sonra neredeyse haftanın her gününe yayılan fizik tedavi seansları başladı. Hayatının büyük bir kısmı ilaçlar, hastaneler, doktorlar arasında örgülenmişti. Ailesi onun için en güzel şartları sağlamaya çalışıyordu.
‘BABAM ÖLDÜ BİZE SÖYLEMİYORSUNUZ’
Babasını gözaltına almak için evlerinin polis tarafından basılmasından sonra güçlükler adeta katlandı. Eşinin yokluğunda Zeynep’in ve evin yükünü tek başına omuzlamak zorunda kalan Asiye Hanım, kardeşi Fatma’nın ‘Babam televizyonlarda olduğu gibi öldü ve siz bana söylemiyorsunuz’ diyerek hıçkırıklar içinde kaldığı bir günü hiç unutamadığını aktarıyor. Babalarının ve annelerinin neden hapse atılmak istediğini anlamlandıramayan iki kız kardeş acılarını da birlikte paylaştılar.
İbrahim Bey çocuklarından ayrıldı, gaybubete çıktı. 6-7 ay çocuklarını göremeyeceği bir süreç başlamıştı. Avukatlar aracılığıyla dosyanın içeriğini öğrenmeye çalışıyordu. İşsizdi. Bir yandan çocuklarının geçimi için birşeyler yapması gerekiyordu. Ancak ellerindeki bütün maddi imkanlar tükenmişti, devlet memurluğu, öğretmenlik dışında tek gelirleri yoktu. Gözaltılar ve evine yapılan baskınlardan sonra İbrahim Öğretmenin maddi sıkıntıları arttı. Başkentte yapacak bir işi kalmamıştı. Başka geliri de yoktu… Arkadaşlarına sığınmıştı. Çocuklarını aylarca görmedi. Gördüğü zamanlar da onların geçim derdiyle evinin etrafından pervane oluyordu.
Sıkıntılı süreçte Zeynep onlarca kez epilepsi krizi geçirdi. Anne Asiye hanım güçlükleri tek başına göğüslemek zorunda kalmıştı. İbrahim Öğretmen gözaltına alındığında eşi çocuklara ‘babanız göreve gitti’ diyebilmişti. Aynı şey kendi başına geldiğinde de aynı sözlerle olanları gizlemeye çalıştı. Asiye Öğretmen iki kez açığa alındı. 15 Temmuz’dan sonra ise KHK ile işinden tamamen uzaklaştırıldı.
İbrahim Bey’in memleketten gelen cevizler, ballarla yürüttüğü küçük ticaretle evin geçiminin sağlanması, düzenin korunması mümkün değildi. Bir soğuk kış günü evleri yine polis tarafından basıldı. Asiye Hanım son anda eşine ‘Sakın eve gelme’ mesajı atabilmişti. İbrahim bey eve getirdiği üç beş parça yükü bırakıp ayrılacaktı. Evinin yanına geldiğinde polis araçlarını, ekip otolarını ve yanan ışıkları görünce; sessiz şekilde oradan uzaklaştı. Eve yapılan son polis baskının ardından, ‘Artık bu ülkeye ve insanlara verecek bir şeyimiz kalmadı. Ne olacaksa olsun, yola çıkalım’ deyip karar aldılar. Ankara’dan İstanbul’a ve ardından Yunanistan’a kadar süren yolculuk o günden sonra başladı.
Daha önce yurtdışına çıkan arkadaşlarına gittikleri yerlerin şartlarını soruyorlardı. Akıllarındaki en büyük soru ise Zeynep’in yolunu, izini, dilini bilmedikleri bu memleketlerde tedavisinin ve eğitiminin nasıl süreceğiydi. Birgün kaçakçılara telefonla ulaştılar. Karar alındı, yola çıkıldı. Çocukların nereye gittiklerinden haberi yoktu. Meriç’i geçecekleri son bir kaç saate kadar kızları bir bahar gezmesine gittiklerini, İstanbul’da olduklarını düşünüyordu. Hava karardı, ancak çocuklar için yolculuk bir türlü bitmiyordu…
‘HER DAKİKAMIZ BİR GÜN KADAR UZADI’
Nihayet kaçakçılarla bir açık alanda buluştular. Nisan olmasına rağmen hava soğuktu. Zeynep’in özürlü sandalyesini yanlarında getirmişlerdi. Ancak kaçakçılar buna izin vermeyecekti. Botun patlayacağını bahane etmişlerdi. Zeynep’in tekerli sandalyesini arkalarında bıraktılar. O uzun yolculukta Zeynep ya yürüyecek ya da anne babası onu sırtlayacaktı. Öyle de oldu. Çocuklar da o saatlerde yurtdışına çıkmak için ailecek yola çıktıklarını duymuş oldu.
İlk saatlerdeki yürüyüşün ardından aile bir ağacın altında beklemeye başladı. Nefes nefese kalmışlardı. Kaçakçılar sakladıkları botu getirmek bahanesiyle yanlarından gitmişlerdi. Nöbetteki askerlerin siluetleri yanıbaşlarındaydı sanki. Asiye Hanım o zor başlangıç için, “Her an yakalanabileceğimizi düşünüyordum. Her dakika bir gün gibi uzadı” diyor. Kaçakçı elinde bir poşete sığdırdığı botuyla gelince asıl güçlü yolculuk başladı. Devriye gezen askerler bir yanda; gecenin karanlığı, bitmeyen bir sessizlik diğer yanda. Zeynep’in her adımında ailenin tamamının canı yanıyordu adeta. Bir tepenin başına geldiklerinde kaçakçı nehrin kenarına inip botu şişirdi. Önce çantalar, sonra çocuklar buz kesen suya inat bota binmişlerdi.
BEŞ KİŞİYİ TAŞIYAMAYAN BOT PATLIYOR…
Asiye Hanım yüzme biliyordu, gözü çocukları ve eşindeydi. Hep arkada kaldı. “Allah korusun, bir kaza başımıza gelirse, ben yüzme bildiğim için daha çok yardımcı olabilirim, diye düşündüm hep” diyor bu tedbirini anlatırken. Bot 5 kişinin ağırlığını taşıyamayacak kadar zayıf ve küçüktü. Zigzaglar çizerek nehrin üstünde gidiyorlardı. Karşı kıyı göründüğünde derin bir nefes aldılar. Ancak yolculuk bitmemişti. Zaten zayıf olan elle şişirilen bot bir ağacın dalına takılıp patlamıştı. Öğretmen çift ve kaçakçı hemen suya atladılar. Bellerine kadar suya girmişlerdi. Her dakika dirençleri kırılıyordu. Botun havası tamamen kaçmadan çocukları kıyıya çıkarmaları gerekiyordu. Zorlu dakikalar gelip çatmıştı. Baba can havliyle çocuklarını bottan atlayan kaçakçının bulunduğu yere atmıştı adeta. Fatma ve Zeynep kıyıya çıkmayı başaran kaçakçının elinden tutarak ağaçların arasına sığınabildi. Bir taraftan da sessiz olmaları gerekiyordu. Her iki yakada askerlere yakalandıklarında başlarına neler geleceğini tahmin bile etmek istemiyorlardı. Bir kaç dakika sonra anne ve babaları da yanlarına ulaştı. Çalılıkları, dik ve kaygan bir duvar gibi duran karşı tepeyi binbir güçlük içinde aşabildiler. Yolculuğun ilk kısmı bitmişti.
BİTMEYEN SESSİZLİK VE YAKALANMA KORKUSU
Engelli bir çocukla karanlık ve soğuk bir gecede suyun içinde sürüklenip gitmekle hayatta kalmak arasında yaşanan “o dakikalar nasıl geçti” sorusuna cevabı Zeynep veriyor: “Allah yardım etti. Hep onu düşündüm. Bizim ne yaptığımızı en iyi o biliyor, o yardım eder, yanımızdadır diye dualar ettim…”
Aile Yunanistan’a ulaşmıştı. Ancak yolculuk sürüyordu. Yunan askerlerinin kendilerini yakalayıp, Türkiye tarafına iade edebileceklerinden korkuyorlardı. Kimse konuşmamaya, çıt çıkartmamaya çalışıyordu. İçlerinden mırıldandıkları dualar, okudukları hıfz ayetleri birbirine karışmıştı adeta…
‘ZULÜMDEN KURTULDUK MU?’
Zeynep bir yandan da ağlıyordu içten içe. Okulunu, eğitimini, tedavisini her şeyini arkada bıraktığını düşünmek onu endişeye sevk ediyordu. Her 5-10 dakikada bir mola vermek zorunda kalıyorlardı. Zeynep çok yorulmuştu. Kaçakçının gönlü onları suyun yanıbaşında bırakıp gitmeye razı olmamıştı. O da bir müddet onlarla yürüyecekti. Zeynep’i sırtına o aldı. Ancak çok sürmedi iki ayağını da incitti. Zeynep bazen yürüyerek bazen babasının sırtında sabaha kadar süren uzun bir yolculuk yaptı. Sessizlik gecenin her yanını sarmıştı. Bir köyün ışıklarını gördüklerinde ise neredeyse şafak sökmek üzereydi. Sessizliği bozan ilk kelimeler Asiye öğretmenden gelmişti: “Zulümden kurtulduk mu?!”
Karmakarışık duygular içindeydi aile, bir yanda geride bırakılan dostlar, ana, baba, vatan… Diğer yanda özgürlük… Tabi bilinmezlikler, yeni imtihanlar…
HIÇKIRIKLARA BOĞULAN YUNAN PSİKOLOG
İlk gün kaldıkları karakolda yerde iki sünger vardı. İki aile, bir de bekar bir başka göçmen. Nöbetleşe uyuyabilmişlerdi. 8 kişi o yataklarda sabahlayacaktı. Şartlar uyumaya da, kalmaya da müsait değildi. Zeynep’in ve ailesinin durumu birgün sonra anlayan kamp görevlileri bütün işleri hızlandırıp, ailenin kalacağı daha rahat bir yer ayarladı. Zeynep’in krizleri hala sürüyordu.
Zeynep’in Yunanistan’daki kamplarda yaşadığı epilepsi nöbetleri yetkilileri teyakkuza geçirmişti. Doktorlar ve bir psikolog bunun için görevlendirilmişti. Asiye Hanım yaşananları dilinin döndüğünce muhataplara anlattı. Psikolog onları teskine gelmişti. Ancak ikili bir müddet sonra birbirine sarılıp dakikalarca ağlayacaktı. Engelli kızları ile ölümü göze almış bir ailenin iki günlük yolculuğu Yunan sağlık ekibini ve psikoloğu derinden etkilemişti.
DOKTORLARIN ‘DESTEK ARACI OLMADAN YÜRÜYEBİLECEKSİN’ MÜJDESİ
Çile ve zorluklarla geçen birkaç aydan sonra aile kendisini bir başka Avrupa ülkesinde buldu. Zeynep ve kardeşi Fatma’nın bütün dünyası değişti. Aile doktorundan, sigorta şirketine, öğretmenlerinden, sağlık çalışanlarına kadar herkes Zeynep ve ailesinin adeta asistanı ve yardımcısı oldu son 1.5 yıl içinde. Zeynep özel bir okula başladı. Bu arada Avrupa’nın en büyük hastanelerinden birinde diz kapaklarından ameliyat oldu. İki aydan fazla bir süre burada tek başına kaldı. Serabral palsi ile mücadele için uzun süreli bir plan hazırlandı. Ameliyattan önce Zeynep’in kaslarını gevşetmek ve kaslarını sağlıklı şekilde kullanmasını sağlamak için botoks yapıldı. Aylardır fizik tedavisi sürüyor. Baba İbrahim Bey, “Türkiye’de Zeynep’in tedavisi için herşeyi aile düşünmek zorunda. Siz takipçi olmadığınızda her şey yarım kalırdı. Burada tam tersi, işler ve sistem sizi takip ediyor.” diyor. Zeynep kadar anne Asiye Hanım da değişimin şahidi. Yaşadıklarını anlatırken, “Sadece Zeynep’in değil, bütün ailenin ihtiyaçlarını gözeten bir yaklaşımla yardım alıyoruz. Hayatımda ilk kez yetkililerden şu cümleleri duydum. “Yoruluyorsanız size bir yardımcı hemşire, sağlık çalışanı ayarlayalım. Ailenin her bir bireyini tek tek düşünerek bir tedavi süreci yürütülüyor.” diyor.
Doktorları Zeynep’in 4 yıl içinde hiçbir yardımcı araca ihtiyacı olmadan hareket edebileceği müjdesini vermişler geçtiğimiz günlerde. Zeynep şimdi daha bir istek ve gayretle fizik tedaviye gidiyor. Kardeşiyle birlikte üç ayrı dil öğrendikleri okulları ise geçmişte yaşadıklarını unutturmuş adeta.
Son sözleri Asiye Öğretmen söylüyor: ” Sınırı geçene kadar hep karmakarışık duygular içinde yakalanma endişesi vardı. Sınırı geçtikten sonra ise buruk bir sevinç ve ardımızda bıraktığımız acılar. O gece binbir güçlükler içinde kilometrelerce yürürken, Allah’ım bizi kurtar diye dua etmedim. Mazlumun yanındadır o. Hep arkadaşlarımız, masumları, mağdurları kurtar, hapiste, gaybubette, arkamızda bıraktıklarımızı kurtar Allah’ım diye dua ettim. Hala bu duaları ediyorum…”