MİM KEMAL
Mevsim yine değişti ,Kış ,ilkbahar , yaz derken bitkiler ve hayvanlar için hazan mevsimindeyiz artık, insanlar için de hüzün mevsiminde.
Mevsimler değişiyor, ama yüreklerimizin içinde sakladığımız hırslarımız pek değişmiyor ne yazık ki.Değiştiriyorum dedikçede çok kuvvetli bir şekilde kucaklıyoruz.Adeta benliğimizide işin içine katarak yapıyoruz bunu.Kim değişmek istiyor diye sormak zor geldiği gibi Onların kendilerini ifade etmelerinede izin vermiyoruz.Her seferinde yaptıkları girişimleri keskin bir kılınçın vereceği bir darbeyle kestirip atıyoruz.
Zaman yolculuğunun içinden kendimize soracağımız bir sorunun varlığını da algılayamıyormuyuz.Ben niye bu kadar Katı, acımasız, incitici yüreğe sahibim ve bu yetmiyormuş gibi benimle birlikte aynı tarzdaki yüreğe sahip olan insanları sırtımda taşıyorum.Benim için ağır olan böyle bir şey karşısında onu benliğimle mücadele edip yenmen gerekirken ,benim gibi hareket eden beni taklit eden yürekleri yanımızda taşımak zorunda kalıyoruz.
Sen peki içinde Ezebildiğini ez, dövebildiğini döv mantığınımı hayata hâkim kıldın.
Keşke değişebilsek diyorum, bu nun için gayret gösterebilmeyi başarabilseydik.Acıımasız olmak nasıl bir lezzetin tarifidirki hep yan yana birlikte hareket ediyoruz. bu “güçlü olmak haklı olmaktır” mantığını demokrasi adına yenebilmeyi yenebilseydik.Farklılıklarımızı ,kültürlerimizi,insanlarımızı,renklerimizi,kanaat önderlerimizi ,ırklarımızı,dillerimizi içimizde sindirip demokrasinin renkliliği içinde çatışma odağı değil de, zenginlik olarak algılayabilsek bayram gibi kutlayabilseydik.
Belki o zaman fark ederdik, aramızdaki “fark”ların aslında “renkler”imiz olduğunu,bu renkler cümbüşü içersinde vatan için çanakkalede, sarıkamışta,trablusgarbda ve balkanlarda beraber savaşıp beraber şehit düştüğümüzü,
Farklarımızın, “Ne kadar fark, o kadar renk” anlamı içerdiğini anlayabilseydik.
Ve ruhumuzu zenginleştirdiğini huzura kavuşturduğunu hissedebilseydik.
Ne Yazık ki ömrümüz tükendi dün bitti .Bugün de elimize yüzümüze bulaştırdığımız anlar.Hayatımızın bir parçasını tedavi ettirmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz .Bunada çok ihtiyacımızın olduğunu biliyoruz.Cinnet geçirmek,ruhumuzu hasta yapmak anlık bir zaman dilimi içersinde duruyor.Gariptir ki, telaşımız çok fazla pişmanlığımızda yok denecek kadar az.Biz hep dünü bugünü yaşarken yarınıda bekleyip duruyoruz.Başkalarının yaşayıp yaşamadıklarınada hiç dikkat etmiyoruz.Ama onlar bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın, ne de dünü
Yaşamayacakları gibi.Seslerini duyurmaları için ne yapmaları gerekiyor.Çaresizlik içimize bir kor gibi bir düşerse işde o zaman her şeyin bittiği zamandır.Anadolunun içinden böyle durumlarda çaresizliği ortadan kaldıracak ve dikkatleri bir yöne çekecek insanlarımız mutlaka olmuştur ve olacaktır.Rus koşunları karşısında Nene hatunlar nasıl ortaya çıkıyorsa bugün demokrasi ,kardeşlik ve barış adına Leyla Güven gibi insanlarımız temsil makamlarını konuşturarak demokrasinin yerleşmesi adına ortaya çıkmaktadırlar.
Böyle bir durumu göze alanlar canından da fedakarlık yapabilecek anne yüreğini taşıyabilmek zorundadır.Ben şahsen böyle bir fedakarlık yapabilirmiyim bilemiyorum.Bildiğim tek bir şey var bu yazıyla onu duyurabileceğim yere kadar duyurabilmek çabası içinde kendimi hissetmemdir.Ben de onun gibi demokrasi adına mağduriyet yaşıyorsam onun bu duruşunu ifade etmeliyimki yazımın hakkını vereyim. Bir şairin deyişiyle, sanatkar kalemini eline aldığı zaman, kapısına dayanıp ilham dilendiği dar vakitlerin meleğidir Leyla ve güveninde temsilcisidir.Barış istemek ve hayatını bunun için ızdırablı bir yolun içine atmak güven telkin etmenin bir yoludur.Şu ana kadar onun isteğini görmeyip onu bu duruma düşürenler içinde mağlubiyet demektir.O hayatı için mücadele ederken vekil olarak onu seçip meclise gönderenler onun dramatik haline üzüldükleri gibi bir leyla meleğin onuruyla verdiği savaşınıda görmektedirler.Leyla güven mutlaka seçimlerde elde edilen neticelerle galip gelecektir.Toplumsal barışı engelleyenler ise bir gün yaptıklarının hesabını mahkeme önlerinde vereceği gibi zaman içersinde düşünerek pişmanda olacaklardır.
Leyla Güven, 7 Kasım 2018’de hakkında açılan davanın Diyarbakır’da görülen üçüncü duruşmasına kelepçeli şekilde götürülmek istenmişti.Bunu kendisi kabul etmedi ben milletin vekili olarak beni seçen seçmenlerime şahsıma kelepçe takarak onlara kelepçe taktırmam mücadelesi veriyordu.Bu yüzden E-Tipi Kapalı Cezaevi’nden duruşmaya götürülmedi. Güven, yargı hukuksuz kararlarına son verene kadar ve kanaat önderinin tecriti kaldırılana kadar eylemime devam edeceğim” dedi. “Hukuksuz kararlar” derken sadece kendi durumunu değil, bu hukuksuzlukla karşılaşan herkesin mağduriyetini belirtiyordu. “Tecrit” derken de, 2016’dan itibaren dış dünyayla bağlantısı tamamen kesilen Abdullah Öcalan’a uygulanan muameleyi. Leyla Güven’e göre bu muamele Öcalan’ın şahsında “Sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyordu” ifadesini kullanırken her kesin görmesi duymasını ve barışa doğru gidilmesini istiyordu.O bunları meclisde demokrasinin yaşandığı yerde söylemek isterken hayatla ölüm arasında aldığı bir kararla farklı bir şekilde söylemeyi taktir etmiş bulunmaktadır.O bu hareketiyle Türkiye içersinde toplumların barışması adına kim engel oluyorsa aradan çekilsin demekle sessizlerin sesi olmaktadır.Siz hangi tarafı desteklerken hakkaniyeti düşünüp ona sessizliğinizi bozarak bir cevap vermeyi düşünmek istemezmisiniz.Bu kadarçık karşılık görmek onun hakkı değilmi, Bu yazı açlık grevi yapan milletvekili leyla güven için yazmıştımBugünkü kapağınızla kucaklaşıyor