1998 Yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen Portekizli yazar Jose Saramago faşist ve baskıcı rejimlere eleştiri getirdiği “Körlük” kitabında ilginç bir hikaye anlatır.
Bir gün kırmızı ışıkta bekleyen bir adam aniden kör olur. Ona yardım etmek bahanesiyle aslında arabasını çalmayı planlayan hırsız, kör olan adamın karısı, gittikleri doktor ve doktorda bekleyen hastalar ardı ardına kör olmaya başlar.
Durum kısa sürede salgına dönüşür ve şehirde yaşayan herkes tek tek kör olur. Hükümet bunun üzerine olaya el koyar ve hastalık bulaşan herkesi eski bir akıl hastanesine kapatır. Kurallar çok serttir, dışarı çıkmaya kalkan herkes öldürülecektir. Hatta ölülerin bile hastane dışına çıkması yasaktır.
Hastalıktan etkilenmeyen tek kişi ise doktorun karısıdır. Kocasını yalnız bırakmamak için o da kör takliti yapınca hastaneye kapatılır.
Kısa süre içinde hastanede düzen bozulur, anarşi, kaos, cinayetler ve tecavüzler sıradanlaşmaya başlar. Hükümet tarafından her şeyin kontrol altında olduğu izlenimi verilse de hastalık iktidarı zayıflatmaya başlayınca tüm ülke kaosa sürüklenir.
Bir gün hastanede büyük bir yangın çıkar ve içlerinde doktorun karısının da bulunduğu 7 kişi hariç herkes ölür. Dışarı çıktıklarında şehrin harap olduğunu, sokaklarda cesetlerin yattığını, aç köpeklerin cesetleri yediklerini doktorun karısının gözünden görürüz.
Doktorun karısı, kurtulan diğer altı kişiyi kendi evine götürür, insanlar zamanla eski hayatlarına ve hayatın kurallarına geri dönerler. Aniden başlayan körlük de yine aniden biter. İnsanlar tekrar görmeye ve yeni bir başlangıç yaparak hayatı tekrar kurmaya başlarlar.
Saramago, eserde hiç isim kullanmaz. İsimsiz bir ülkenin isimsiz bir şehrinde ismi bilinmeyen insanların hikayesini anlatır. Yaşanan körlük hastalığı ise bilinenin aksine kapkaranlık bir dünyaya uyanmak değil, etrafı bembeyaz görmektir. Bu yüzden hastalığa beyaz körlük denir.
Aslına bakılırsa baskıcı rejimler tarafından yönetilen her ülkede benzer körlüklerin yaşanması gayet normaldir. Günümüz Türkiye’si de Saramago’nun anlattığı o isimsiz ülkeye çok benziyor.
Ülkede kimsenin izah edemediği büyük bir körlük hakim. Gözlerinin önünde yapılan adaletsizliklere, zulümlere, baskılara, haksızlıklara halkı geçtik kendini aydın olarak tanımlayan hiç kimseden yarım ağızla bile olsun bir tepki duyulmuyor.
Yüzbinlerce insan işinden atılıyor, binlerce kadın zindanlara tıkılıyor, yüzlerce masum bebek demir parmaklıkların arkasına mahkum ediliyor ve yine on binlerce insan üfürükten teyyare bahanelerle yargılanıyor ama “necip” halkımızdan tek bir ses gelmiyor.
Adeta herkes körlüğün sadece başkalarına bulaşacağına inanıyor, hiç kimse kendinden şüphe etmiyor, eğer talimatlara uyup yöneticilerin dediklerini yapıp yaşanan zulme arkasını dönüp görmezden gelirse hastalığın ona bulaşmayacağına inanıyor.
Ülkeyi yöneten kifayetsizler, içine düştükleri karanlığı halka bembeyaz, parlak bir gelecek olarak sunarken yaşanan akıl tutulması ve körlük her geçen gün yayılarak büyüyor.
Korkarım ki tüm ülke bir “akıl hastanesi“ne dönerken ufukta kabak gibi parlayan kaos, başta her şeye hakim olduklarını zanneden idareciler olmak üzere onların yalanlarına inanıp peşlerinden giden kör kitleyi de uçuruma sürekleyecek.
Hastalık korkunç bir hızla yayılmaya devam ediyor. Belki henüz sokaklarda çürüyen cesetleri yiyen aç köpekler dolaşmıyor ama çeteler etrafta kol gezmeye, tecavüzler, cinayetler, hırsızlıklar her tarafta yaşanmaya başlayalı çok oldu.
Saramago’nun hikayesinde hastalığın neden başladığı ya da birden nasıl başladıysa öyle aniden nasıl bittiği hakkında bir açıklama yok ama biz biliyoruz ki ülkede yaşanan körlüğün en büyük sebebi “kin, nefret, ötekileştirme, kıskançlık, haset, vurdumduymazlık ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı.”
Yaşanan bu beyaz körlüğün çaresi ise “sevgi, hoşgörü, acıyı paylaşma, empati, herkesi kucaklayıp sarmalama ve yaşama yerine yaşatma düşüncesi.”
Sözlerimizi aslında yapılması gerekeni özetleyen yine kitaptan bir alıntıyla bitirelim: Bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et!
fsemih.yilmaz@gmail.com