Dünyâ bir imtihan salonudur. Akıl ve irâde sâhibi her insan, bu imtihandan geçmek mecburiyetindedir. Sorular bilinmez, cevaplar öğrenilmez ise, başarmak ve kazanmak kolay olmayacaktır.
İmtihan salonu olan bu dünya, patlaması muhtemel bir yanardağ gibi içten içe kaynıyor, kuvvetli zayıfı eziyor, zâlim keyfine, rahatına bakıyor; mazlum ise hayâtın ağır şartları altında ızdırap ve sıkıntı içinde kıvranıyor.
Nice menfaat ve ihânet şebekeleri, münâfık, fâsık ve fâcirler tarafından hak ve hukuk dinlenmeyip çiğnenmekte, insanî değerler alt üst edilmekte, dînî değerler de alay konusu yapılmaktadır.
Allah korkusu, fazîlet hissi kalmamış, âhiret endişesi unutulmuş; dolayısıyla, şefkat ve merhamet duygusu da ölmüştür. İnsanî duygular çoktan erozyona uğramış; inanma, düşünme, adanmışlık, ilim ve irfan yoluyla neslimize hizmet etme ayıplanır hal almıştır.
Bu tür insanlar, serâzat yaşamalarına ve menfaatlerine engel olunur endişesiyle, kendi savundukları insan haklarına, hür düşünce ve demokrasiye bile isyan eder hale gelmişlerdir.
Milletin birbiriyle hiçbir derdi yokken, bu zavallılar habbeyi kubbe yaparak ortalığı fesada, yangına vermekte ve bulanık hâle getirdikleri suda balık avlamaya çalışmaktadırlar.
Asırlar var ki, bu milletin maddî- mânevî dinamiklerini yıkmak, yakmak ve yok etmek için, yoluna her türlü tuzaklar kurulmuş, kalb ve ruh dünyâsına dinamitler atılmıştır. Bu tahribat ve yangının netîcesi olarak insanlık kimliğini kaybetmiş, ilim, îman ve ahlâktan mahrum kalmıştır.
Bu mahrûmiyetlerle nesil, arzularının esîri, şehvet ve şöhretin kölesi haline getirilmiştir. Hâyâ duygusu hayal olmuş, sevgi ve muhabbetin yerini kin ve nefret almıştır. Büyükler, husûsiyle anne babalar hürmet ve saygıdan mahrum kalmış, küçükler bilhassa çocuklar şefkat ve sevgiye susamışlardır. Mal, can ve nâmus emniyeti tehlikeye girmiş, âile ve toplum ahlâkî bozulmaya zorlanmış, bunun neticesi güven ve îtimad sarsılmıştır.
Yıllar değil, asırlar diyeceğimiz bir zamanda yapılan ve hâlâ devam eden, insanımızı ağlatan ve inleten bu korkunç tahribâtı zor ve ağır da olsa, hasbî ve fedâkâr ruhlar tâmir edecektir.
Atıldıkları kuyuda ölümünü bekleyenlerin kurtulmaları için, hasbî ve fedâkârların kendilerini fedâ etme pahasına, üst üste merdiven basamağı oluşturup hayattan ümidini kesenlerin imdâdına yetişmeleri gibi; sefâlete atılmış, küfür ve dalâlet kuyusuna hapsedilmiş, atıldıkları yerin çıkışının dışında kurtuluş arayan, medet bekleyen ve çırpındıkça daha çok batan insanlığın kurtarılması gerekmektedir. Bu ise ancak; -adanmışların fedâkârlıklarıyla- kaybettikleri değerlerini yeniden elde etmeleriyle mümkün olacaktır.
Milletin en güçlü altyapısı olan âile ve onun fertleri, her türlü tehlikelere ve fikir akımlarına karşı duyarlı ve müteyakkız hâle getirilmelidir. Medyanın, sokağın, bozuk eğitimin tahribâtına karşı koruma çâreleri üretilmelidir. Kendi millî ve dînî kaynaklarından beslenmeleri temin edilmelidir. O zaman, başkalarının dalâleti ve sapık ideolojileri nesle zarar veremeyecektir.
Bütün güzelliklerin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye rehberliğinde; neslin kalbine, kafasına, rûhuna sahip çıkılmaz, îman ve güzel ahlâkla gönülleri süslenmez, helâl lokma ile bedenleri beslenmez, kafaları ilimle doldurulmaz, şefkat ve merhametle, tatlı dil ve güler yüzle karşılanıp ilgi gösterilmez ise, maddî hayâtı ne kadar tatlı ve güzel olursa olsun, neticesi acı olacaktır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ‘Bu milletin ve bu vatanın (insanlığın) hayât-ı içtimâiyyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halâs etmek için beş esas lâzım ve zarûridir.
Bunlar; ‘Merhamet, Hürmet, Emniyet, Haram-helalı bilip haramdan çekinmek, Serseriliği bırakıp itaat etmektir’ îkazında bulunmuştur. (Tarihçe-i Hayat)
Bu esasları insana kazandıracak ise erkân-ı îmâniye, husûsiyle her şeyi gören, duyan ve bilen Allah’a (cc) ve her şeyin sorulacağı güne (âhirete) îmandır. Başkaldırmanın, serkeşliğin, yakıp yıkmanın, toplum huzûrunu selbetmenin karşısında insanları; Allah korkusu, hesap endişesi ve cehennem dehşeti ancak frenleyecektir.
Evet, zerre kadar hayır, bir o kadar şerrin zâyi olmayıp tespit edildiği, ilâhî huzurda bunların hesâbının sorulacağı güne îman, her türlü taşkınlık ve isyânın en müessir ilacıdır.
Bu gerçeklerle yetişen ve terbiye edilen nesiller, geleceğimizin teminâtı olacaktır. Yoksa Allah’ın bize emâneti olan, bizim de her şeyimizi emânet edeceğimiz neslimizden hürmet ve saygı yerine, hakâret ve ihânet görmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Böyle bir manzara ve tablo ile karşılaşmamak için, neslin dikkatini îman erkânına çekmeli, kâinatın bir dil olup O’nu anlattığı gösterilmelidir. İslâm ahlâkı ile ruhlar terbiye edilmeli, arkadaş seçimine varıncaya kadar rehberlik yaparak yardımcı olunmalıdır.
Bunun için neslimiz; güvenilir, iyi rehberlere teslim edilmelidir. İşte o zaman onları, zehirli bal hükmünde olan gayr-i meşrû hayattan ve her sokak başında kurulan şeytanca tuzaklardan kurtarmış oluruz.
Biz milletimizin, hatta bütün insanlığın mutluluğu içinde huzurumuzu görüyoruz.
Bu haklı dâvâmızda başımıza kıyâmetler koparsalar, el kaldırmayacak, mukâbelede bulunmayacak, fitne ve fesada karşı ıslahçı olmaya devam edeceğiz.
Onlar, fırtınalar çıkararak değerlerimize saldırabilirler, yolumuzu kesip düzenimizi bozmaya çalışabilirler ama, Allah (cc) murad etmeden kimse kimsenin kılına dokunamaz.
Başta îman ve ümit, ihlâs, samîmiyet, vefâ, sadâkat, azîm ve kararlılık en büyük sermâyemiz olmalıdır. Zor olmasına rağmen bütün menfîliklere sabredip, katlanarak, milletçe bu engelleri aşmak zorundayız.
Tarih boyu fikir işçileri, gönül mimarları, azîm kahramanları; misâfir oldukları, imtihana tâbi tutuldukları bu dünyâda ye’se düşmemiş, ümitlerini kaybetmemiş, Allah’ın (cc) inâyetiyle çöllerin bile yeşerebileceğine inanarak, yollarının açık olduğu inancıyla hareket etmişlerdir. En ağır şartlar altında bile zaâfa düşmemiş, ümitle şahlanmış ve üzerlerine düşeni yapmışlardır.
Cenâb-ı Hak Hûd sûresi 117.âyette; “Rabbin, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez” buyurmaktadır.
Bugün nöbeti devraldığına inananlar; nesillerine daha güzel bir dünya, daha huzurlu bir hayat emânet etmenin derdiyle dertlenmelidirler. Aynı zamanda mes’uliyetten kurtulma adına, hak ve doğru olan bir yolda sarsılmadan durmalı; îmanlı, azimli, kararlı, sağlam karakterli nesiller yetiştirme gayreti içinde olmadırlar. -Allah’ın inâyetiyle- o zaman ölü gönüller dirilecek, millet olarak şuurlu nesiller elde edilmiş olacaktır.
Bu nesiller sayesindedir ki -İnşâallah-, bir iki asırdır ağlayan milletin ızdırabı diner, zâlimler zulüm hastalığından kurtulur, mazlûmun, mağdurun, garibin ve yetimin, topyekün insanlığın yüzü gülmüş olur.