ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Yeni Zelanda’da meydana gelen vahşet, yüreklere kor gibi düştü. 50 masum can, bir mabette hunharca katledildi.
Bu acı dünyanın çatışma ve çatışma bölgelerinden uzak, görece dünyanın en güvenli bir noktasında vuku buldu.
Zira Yeni Zelanda, haklı olarak göçmenlerin aziz yurdu ‘güvenli bir cennet’ olarak kabul ediliyor.
Çok kültürlü, çatışmalardan ziyade; birliktelikler, buluşmalar coğrafyası Yeni Zelanda…
Öylesine bir vahşet ki, inanların bir araya gelip, Allah’a yöneldikleri bir günde, Brenton Tarrant isimli cani, toplu cinayeti gözünü kırpmadan, büyük bir soğukkanlılıkla işliyor.
Hakk’a yürüyenler arasında, minik günahsız bir yavru, üç yaşındaki Mücat İbrahim de var.
Cani İskoç asıllı ve doğma büyüme Avusturalyalı…
HIRISTİYAN DOSTLARIM İLE TÜRK ÇAYINI YUDUMLARKEN ACI HABERİ ALIYORUM
Bütün dünyayı yasa boğan, hepimizi can evinden vuran haberi, Kilise cemaatinden Hristiyan dostlarım, Sam ve Joseph ile Türk çayı yudumlarken alıyoruz.
Dünyanın ve özelde İslam âleminin hazin halini, farklı din müntesiplerinin bir arada barış ve huzur içinde yaşamanın önemini konuşurken alıyoruz bu hunharca işlenen cinayet haberini…
Popüler liderler çatışmaları ön plana çıkarıp, halkın bir kısmını öbür kısmına düşman kılmaya çalışırken, biz birlikte yaşamayı konuşuyorduk.
Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerdeki geniş hoşgörüyü, özellik ve güzelliklerini dile getiriyorduk.
Anadolu’daki İsa ve Meryem isimlerini, yakınlarımdan örnekler vererek anlatıyordum dostlarıma…
Pek tabii, aşure tatlısından bahisler açıldı: Farklı ürünlerin bir araya gelerek, yeni bir tat ve aroma oluşturduklarını, ama kendi ürün özelliklerini de koruduklarını aktardım kırmızı çayı yudumlarken. Bir ve bütün olmanın güzelliğinden dem vuruyorduk beraberce…
Yeni Zelanda yaşatılan barbarlık, tatlımıza acı bir bomba gibi düştü. Acı, bir zehir gibi yayıldı o an, yürüdü damarlarımıza…
Brenton Tarrant, “Saldırmak için en iyi gün dündü, bir sonraki en iyi zamanlama ise bugündü.
Aslında asıl hedef Dunedin kentindeki camiydi. Fakat Christchurch ve Linwood’daki camileri ziyaret ettiğimde Ashburton’daki kilisenin camiye çevrilmiş olduğunu görünce planımı değiştirdim.” satırlarıyla, kinin boyutlarını sergiliyordu.
Tatlımız acıya kesti, dünya acıyla irkildi.
Yeni Zelanda halkı şaşkındı.
Zıpkın yemiş gibiydiler dünyanın en hoşgörülü insanları.
Bu tür üzücü olaylarda ancak bir yılda verdikleri kaybı, bir günde vermişlerdi.
Ülkenin üçüncü büyük şehri olan Christchurch’ü (Mesih Kilisesi) diğer kentlerden ayıran sadece ismi değil, dindarlığın yoğun yaşandığı bir şehir olmanın yanında, barış ve hoşgörüyle harmanlanmış bir belde aynı zamanda. ‘Mesih Kilisesi’ ismini taşıyan Christchurch şehri, kardeş mabetleri: El Nur ve Linwood’da, 50 gönüldaşını kaybetti.
HİKÂYELERİ DE TIPKI KENDİLERİ GİRİ FARKLI FARKLI…
Uçup giden her can bir hikâyeyi de götürür.
Hikayesini beraberinde götürdüğü gibi, ardında da bırakır.
Kurbanlar arasında Suriye iç savaşından kaçan da var, Sovyet işgali sırasında Afganistan’dan Yeni Zelanda’ya göç eden de…
Babasıyla camiye giden, Ağabeyi ve babası ölü taklidi yaparak kurtulan ama kendisi vefat eden üç yaşındaki Mücat İbrahim…
Oğlu Talha ile birlikte hayatını kaybeden Pakistanlı Naim…
İskemleli kocasını camiye giden, sonra o vahşet anında onu bulmaya çalışırken, hayatını yitiren Bangladeşli Hüsna…
Esat zaliminin zulmünden kaçarak, ailesiyle , ‘güvenli bir cennet’ diye buralara gelen ve kurşunların hedefi olan talihsiz Suriyeli Halit Mustafa…
Zalimden ve zalimlerden kaçıp, güvenli ada diye sığındıkları bir ülkede, bir mabedin gölgeliğinde Hakk’a koşanlar ve geriye kalan hüzünlü hikâyeler…
Güney Adası’nın giriş kapısı sayılan Christchurch’de, şehiri ve sakinleri, tıpkı hayatını kaybeden bu mazlumlar gibi; ayrı bir ferd ayrı renk ve desende olsalar da bir bedende atan koca bir yüreğe dönüştüler. Öylesine bütünleşmişti şehir halkı, ama şimdi ‘acılar paylaşıldıkça azalır’ duygusuyla tam kenetlendiler adeta.
ANNE BİR BAŞBAKANIN GÖZYAŞLARI VE SICAK SİNESİ
“Uzun beyaz bulutun ülkesi” olarak ifade edilen Yeni Zelanda’nın kadın Başbakanı Jacinda Ardern’nın gözyaşları arasında hayatını kaybedenlerin yakınlarına içten, tüm derinliklerinden gelen bir duyguyla eşini kaybeden siyahi anneye sarılmasının görüntüleri, herkesi ağlattı. Kucaklaşması, acılı Müslümanlara: “Siz, bizlersiniz!” demesi, hususen İslam ülkelerindeki bağnaz liderlere ve Hristiyan dünyasının hoşgörüsüz bazı liderleri için, çok önemli ve büyük bir mesaj içeriyor. ABD Başkanı Trump ‘ın, Yeni Zelanda’ya nasıl yardım edebileceği sorusuna Başbakan Ardern’in, “Mesajım: Tüm Müslüman topluluklar için sempati ve sevgi’ oldu” ifadesi, kelimenin tam anlamıyla adrese teslim bir mesajdı.
Başbakan’ın, taziyeye gittiği evde, sembolik olarak başını örtmesi, empati kurması, saygı, sevgi, dayanışmayı önemle vurgulaması, merhametsizliğin, acımasızlığın kol gezdiği Hristiyan, Müslüman ve Yahudi, hasılı her ülkenin yönetici kadrosu için, tarihi bir duruş, örnek bir davranış.
Avustralya Başbakanı Scott Morrison’ın Müslüman cemaat liderleriyle kucaklaşması, takdire şayan bir başka davranış oldu ayrıca…
Yeni Zelanda ve ülkem Avusturalya’daki gayri Müslimlerin, “Yanınızdayız!” yazılı dövizler taşıması, inananlarla bir beraber olması, başta Sydney, Melbourne ve diğer tüm kentlerdeki Müslüman cemaatiyle kenetlenmesi, “Hrıstiyan- Müslüman çatışmasına” zemin kollayan kitleler tokat gibi cevap verildi.
Kanın aktığı her iki camiye buket buket çiçekler taşımaları, duygularını minik şiirler, sözler ve mektuplarla anlatmaya çalışmaları; dayanışmanın, bütünleşmenin kalıba bürünmüş manifestosu gibi.
Büyük naiflikle türlü türlü incelikler sergileyen, gözyaşlarıyla özürlerini, taziyelerini ifade edenler; güzellik, doğruluk ve faziletle kuşanacak bir dünya için umutlarımızı taze tutmamız gerektiğini anlattıyordu hepimize…
17 YAŞINDAKİ DELİKANLININ, YARAYA TUZ SERPEN KOCA KOCA LİDERLERE BÜYÜK DERSİ
Avusturalyalı bir delikanlının, oluşan bu güzel tabloyu; art niyet, kin ve nefretle gölgelemeye çalışan, Avustralyalı ırkçı senatör Fraser Anning’e ve El Nur ve Linwood camilerindeki vahşette yaşanan can pazarını, Müslüman ülkelerde seçim mitingi alanlarına çekinmeden, utanmadan taşıyan, binlerce insana izleterek, kin ve nefreti pompalayan, körükleyen kindar siyasetçilere unutamayacakları bir ders veriyordu bu arada.
Saldırının nedeninin “Müslümanların ülkeye göçü” olduğu bağnazlığını sergileyen bağımsız senatör Fraser Anning’in kafasında yumurta kıran 17 yaşındaki Will Connolly, bu yumurtayı tüm ayrıştırıcı liderlerinden kafasına çalıyordu aynı zamanda.
Irkçı senatörün kafasında yumurta kıran ve Anning’in tekmeli, tokatlı ve yumruklu saldırısına maruz kalan 17 yaşındaki Connolly, sosyal medya yoluyla paylaştığı çok anlamlı şu sözleri, en az yumurta kadar ses getirdi: “Annem her zaman güçlü bir destekçimdi ve baskıya karşı durmam için beni hep güçlü kıldı. Bu an, insan olmaktan gurur duyduğumu hissettiğim bir andı. Müslümanlar terörist değildir ve terörizmin dini yoktur. Müslümanları terörist olarak nitelendirenlerin kafası, tıpkı Anning kafası bomboştur.”
Bir an şöyle düşündüm: Bu gençler ve bu genç fikirler dünyaya hakim olmalı, ayrıştırıcı popülist liderler tarihin tozlu raflarını itilmeli.
Buna bir formül bulunmalı.
Koltuk sevdalısı, her türlü acıyı sömürüp iktidarlarına ömür katanlar çekilmeli insanlığın aydınlık yolundan…
Bu gençler veya kadınlar, şefkati, merhameti içselleştiren kadınlar yani şu Yeni Zelanda Başbakanı gibi yiğit kadınlar açar belki de bu yolları bizlere…
Güzelliğe, erdeme ve doğruluğa giden yolları…
Sürekli erkekliğini, gücünü, saltanatını gözlere sokan, ağızlarından kurşun gibi kelimeler ve cümleler sadır olan liderler, çekilmeli bu birleştirici gençler ve kadınların yolundan…
HALEPÇE KATİLAMI YIL DÖNEMİNDE AYNI ACI
Son söz: Yeni Zelanda’daki vahşet, sonu hüsranla biten müslüman bir diktatörün, Saddam Hüseyin’in 31 yıl önce gerçekleştirdiği Halepçe katliamın yıl dönümünde meydana geldi. “Kürt soykırımı” olarak tarihe geçen Halepçe katliamında, 5 bin kişi 16 Mart 1988’de kimyasal gaz kullanılarak, vahşice katledildi. 7 bin kişiyse yaralı sakat kaldı. Baas rejiminin Kürt halkına karşı başlattığı sistematik kırımın en acı haziniydi Halepçe Katliamı. 16 Mart’ta dünyanın bir ucu olan Christchurch’de teraröst bir Hiristiyan olan Brenton Tarrant’in vahşetiyle hayatını kaybedenlere buket buket karanfil, renk renk çiçek bırakılırken, Halepçe’de diktatör ve zalim bir Müsülman liderin emriyle, hayatını kaybedenlerin anısına ise 5 bin renkli balon semaya uçuruluyordu. Görüldüğü gibi, zalimin de katilin de dini önemli değil, merhametin, şefkatin ve sevginin de ırkı…
Zalimsiz, diktatörlerden arınmış bir dünya için umutlar hep canlı kalmalı; gayretler, çabaların istikameti de bu olmalı vesselam… e.cansever@zamanaustarlia.com.au