“Cumhur Abi bir gün bir sifon sesi duyacaksın ve kendini kanalizasyonun dibinde bulacaksın.” Lütfiye bu cümleyi telefonda Cumhur Zimmet’in yüzüne söylemişti.
Bir Demet Tiyatro’yu yaşı müsait olanlar seyretmiştir, unutanlar ve seyretmeyenler için kısa bir özet geçeyim: Mükremin Çıtır, mahallenin bıçkın, sempatik ve aslında iyi kalpli kabadayısı. İkinci ana karakter kız kardeşi Lütfiye ile birlikte ailesi, mahallesi ve arkadaşlarıyla birlikte bir Türkiye fotografı sunuyordu. Başrollerde Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ oynuyordu.
Mükremin ve Lütfiye’nin yanında kendisini hiç görmediğimiz bir önemli karakter daha vardı: Cumhur Zimmet. Siyasetin kolay yoldan zenginleşme aracı haline gelmeye ve yolsuzluğun organize bir faliyete dönüşmeye başladığı zaman dilimindeydik. Elinden cep telefonu düşmeyen Fadıl Fıdıllıoğlu ise Lütfiye’nin eşi, Mükremin’in şamaroğlanı ve Cumhur Abi’nin pis işlerinin aklayıcısıydı. Fadıl bir prototipti; hırsız siyasetin artıklarıyla beslenen ve bunun için her türlü yalakalık ve aşağılanmaya razı olan bir örnekti. Muktedire şirinlikler yaparak menfaat devşiren bir tip. Çok şükür ülkede ne Cumhur Zimmet kaldı, ne onun hırsızlıkları ne de Fadıllar! Doğal olarak artık bu tür dizilere ekranlarda rastlamıyoruz. Onun yerine “Ertuğrul Bey postunda otursun yeter ki, biz aç da yaşarız” propogandalarının yapıldığı Diriliş var. Yetmeyenlere patates bulamadığı için karnı guruldayanları uyutmak üzere Abdülhamit Han’lar devreye giriyor. Dimdik ayakta olan ekonomiyi sabote eden dış güçlere uzun nutuklarla hadlerini bildiriyor.
Doksanlı yıllara dönme korkumuz vardı bir aralar; şimdi ise özlemle anacağımız, mumla arayacağımız günler haline geldi. Mükremin Çıtır’ın kurgusal delikanlılığından medet umar duruma düştük. Senaryo yazarı da olduğu için işçi Spartaküs Vedat ve Mükremin’in ağzından siyasetçilere diskur çeken Yılmaz Erdoğan, bırakın tükürdüğünü, öyle anlaşılabilecek şeyleri bile yalıyor.
Aralarında Nuri Bilge Ceylan, Canan Gerede, Erden Kıral, Pelin Esmer, Yeşim Ustaoğlu, Zeynep Dadak, Aslı Özge ve Çağan Irmak’ın da bulunduğu yönetmenlerle birlikte bir bildiriye imza attı. Sinema kanununun bazı maddeleri için teklifler sunan bildiride “komisyonca uygun bulunulmayan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz” önermesinin kaldırılması; ulusal ve uluslararası festivallerde gösterilecek filmlere yönelik düzenleme ile destekleme kurullarında sinema sektörü üyelerinin azınlıkta kalmaması talep ediliyordu. Kamuoyunda hafif bir muhalefet algısı oluşunca yeni Fadıl yani Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi metamorfoza uğramış Mükremin öne atladı ve bildirinin ‘Maksadını aşan bir şekilde’ sunulduğunu belirterek vaziyeti kurtardı.
Yılmaz Erdoğan, sosyal medyadan apar topar yaptığı açıklama ile “TRT Haber’de bu yasa tasarısını olumlu bulduğumu, tasarının sinemamızın en acil sorunlarını çözecek nitelikte olduğunu söyledim ve yasa tasarısını hazırlayan Sayın Kültür Bakanımız ve ekibine teşekkür ettim ve ediyorum.” dedi.
Sonra ne mi oldu? Yasa hiçbir öneri dikkate alınmadan aynen çıktı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, açık sansür uygulaması getiren kanunu Saray’a sinemacıları toplayarak ve onlarla fotoğraf çektirerek onayladı. Fıdıllıoğullarından Yılmaz Bey ise Saray’daki utanç karesini bile yeterli bulmamış olacak, “Türk sineması diğer filmlerle beraber önemli bir eşikten geçti. Bundan sonraki 100 yılı etkileyecek kadar önemli bir yasal değişiklik bu” diye açıklama yaptı.
Mükremin bu durumda Fadıl’a ne derdi: “Oğlum! Cumhur’un paralarını saymak için parmaklarını yalamaktan vazgeç artık…”
Medyayı kitlesel hipnozun en etkili aracı olarak kullanan Hitlerin Propoganda Bakanı Goebbels de işe, Almanya’da yayınlanan bütün gazeteleri ve her türlü kültürel faliyeti tam denetime alarak başlamıştı. Gazetelerle ilgili süreç Hürriyet’in alınması ve Cumhuriyet’e ‘kayyım’ gibi yönetim atanmasıyla nihayete erdi. Sinema yasası ile de boyunduruk bu sektörün boynuna geçirildi. Yılmaz Erdoğan ve benzerlerine ise boyunduruğu kolye gibi sunmak düştü. Yılmaz Erdoğan henüz bir Hasan Kaçan değil ama bu hızla onu geçebilir. Polis ve gazetecilerden koro kuran Yavuz Bingöl bir koro da sinamacılardan kursa listede Mükremin Çıtır’ı görmek sürpriz olmayacak.
‘Biz senin muhalefet yapabilme ihtimalini sevmiştik’ Mükremin Abi! Ama sen de o aşağıladığın, iğrendiğin Fadıl Fıdıllıoğluna dönüşüverdin. Suç bizde; sen Cumhur Abi’ye gidip ‘Şemikoğlan şifalı sularının ıslahı’ için kredi aldığında şüphelenmeliydik.
ÇIKAN KISMIN ÖZETİ
‘Dönüşüm’ bir bilim kurgu romanı değil; ekonomik gücün toplumsal ilişkileri belirleme ve dönüştürme gücünü analiz eder. Kafka, Metamorfoz’u bugünün Türkiyesinde yazsaydı hayal gücüne fazla iş düşmezdi. 85 yaşındaki Sisi Bingöl’e ya da yeni doğum yapmış lohusa kadınlara eziyet etmekten haz alan bir ‘Yeni Türkiye’ var karşımızda. Kabuğunun üstüne sırt üstü yuvarlanmış ve bir türlü ayağa kalkamıyor.
Kafka değilim, ama bir portreler dizisi yapmayı düşünüyorum. Yakın tarihte iz bırakmış isimleri kişisel tanıklıklarımla birlikte ele almak istiyorum. Toplumsal dönüşümün fotoğrafını çekmenin kolay yolu temsil kabiliyeti yüksek örnekleri masaya yatırmak. Pek çoğu Kafka’nın Metamorfoz’da anlattığı türden dönüşümler yaşadığından ilginç tablolar ortaya çıkıyor. Gregor Samsa’lar; onları dönüştüren ortamlar ve yeni normalleri doğuran saikler birlikte ele alındığında bir çok soru cevabını buluyor; resimdeki boşluklar doluyor.