İlk vahiy geldikten hemen sonra başlayan ve İslâmın ilk yıllarından beri Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabeler tarafından kılınan, hatta bir yıl boyunca gece namazı tarzında farz olarak emredilen namaz, Mîraç’ta Rabbimiz tarafından Peygamberimize (s.a.v.) perdesiz ve doğrudan bildirilmiş, beş vakit olarak kesinleşmiştir.
Biz Müslümanlar, “Namaz, müminin mîracıdır” hadisinin hakikatini tam anlamıyor ve tam yaşamıyoruz. Öncelikle bu hadiste kast edilen, gerçek mümin ve gerçek namazdır. Yani Kur’an’da özellikleri sayılan hakikî bir mümin, yine Kur’an ve hadiste şartları belirtilen namazı eda ederse işte o namaz onun miracıdır, kendi derecesine göre bir çeşit Rabbiyle manen görüşmesidir.
Namazın binler hikmetinden ve sayısız güzelliğinden sadece bu özelliği bile tek başına ona sarılmamız ve onu vazgeçilmez kabul etmemize yeter. Çünkü okunan her ezan, Allah’ın namaz emrini hatırlatan, bizi Onun huzuruna çağıran İlâhî bir davettir. Her çağrı, ruhumuzun derinliklerine kadar bizi sarsan, sevinç ve heyecana boğan, coşkuya sevk eden bir ilândır.
Şöyle düşünelim: Bizi çok sevdiğimiz bir arkadaşımız veya bir büyüğümüz veya tarihte çok sevdiğimiz bir devlet başkanı huzuruna çağırsa, gitmez miyiz? Acaba Topkapı Sarayında bir iftar olsa, Peygamberimizin (s.a.v.) müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed bizi davet etse hiç geri durur muyuz? Başarılı vazifeler yapmış bir insan hayal edin ki, “Şevketli sultanım, seni sarayına çağırıyor. İkram ve ihsanda bulunacak, takdir edip hazinesinden çok değerli hediyeler verecek” şeklinde bir çağrı alsa ve buna karşılık, “Benim işim var gelemem” dese, buna akıllı diyebilir miyiz?
Hatta çok sevdiği bir arkadaşının telefonuna cevap vermeyen kimse var mıdır?
Diyelim ki, bizi Peygamberimiz (s.a.v.) huzuruna çağırıyor. O tatlı hatıralarını okuduğumuz sahabeler gibi, biz de onu göreceğiz, sohbet edeceğiz. Koşarak gitmez miyiz? Onu seven her mümin sürüne sürüne de olsa gider, o Yüce Nebînin elini öper. Hatta mübârek kabrini ziyaret için bile umre veya haccetmeye sevinçle gitmiyor muyuz?
Hâlbuki bize namazı emreden Yüce Rabbimiz, bizim en vefakâr dostumuz, en çok derdimizi dinleyen ve çaresini veren sevgilimiz, her saniye bizi ikram ve hediyelere boğan sultanımızdır. O öyle yüceler yücesidir ki, üzerimizdeki ikram ve ihsanını bir an kesse, bir saniye bile yaşayamayız.
İşte namaz mümin için, O Sultanlar Sultanıyla buluşmak, görüşmek, konuşmak ve derdini dökmek gibidir. Bu yüzden ezanı her dinlediğimizde hiç ertelemeden, şevk ve sevinçle, adeta bir miraç heyecanıyla Onun huzuruna koşmak gerekir.
Tahiyyat, Miraç hatırasıdır
Namazda Rabbimizin huzurunda diz çöküp Tahiyyat’ı okurken Peygamberimizin (s.a.v.) büyük miracını hatırlamalıyız. Çünkü Efendimiz o muhteşem gecede Rabbimizin huzuruna yükselince selâm yerine, “Et-tahiyyatü lillâhi ve’s-salâvatü ve’t-tayyibât” dedi. Yani “Bütün canlıların hayatlarıyla sundukları hediyeler, bütün ruh sahibi olan insanların, hayvanların, cinlerin ve meleklerin ve kâmil insanların, mukarreb melâikenin ibadetleri Allah’a mahsustur.”
Rabbimiz bu güzel selâma selâmla karşılık vermiş, “Es-selâmü aleyke yâ eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtüh” yani, “Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerinedir ey Nebî” buyurmuştur.
Bizlere ne mutlu ki, Rabbimizin bizzat huzuruna alıp selâm verdiği Nebi, bizim Peygamberimizdir. İşte ümmetine düşkün o rahmet Peygamberi, miraçta bile bizi unutmamış, bu selâmı alırken “Es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissalihîn”, yani “Selâm bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun” demiştir.
O halde müjdeler olsun bize ve tüm müminlere! Çünkü miraçta kabul edilmiş muazzam bir duanın sahibiyiz. Çünkü Rabbimizle Habib-i Ekremi (s.a.v.) arasındaki bu selâmlaşmanın sonucunda ümmete edilen dua, kesinlikle kabul edilmiş bir duadır. Ancak bize yüklediği tek şart var: Salihlerden olmak. Salih olmanın ilk şartı da “namaz kılmak”tır.
Tahiyyat’ın sonunda ise, yine Allah’ın emriyle Hz. Cebrail (a.s.) ve bütün melekler, “Eşhedü enlâilâhe illâllah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” demişlerdir. Tahiyyat’ı okurken bu güzel hadiseyi hatırlarsak namazımız miraçtan bir hisse almış, kıymetlenmiş ve derinleşmiş olur.
Namaz, Müslümanın sembolüdür
Bir Müslümanın en büyük alâmeti namaz kılmasıdır. Kâinatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namaz aynı zamanda gözle göremediğimiz imanın en büyük belirtisidir.
“Onlarla bizim aramızda alâmet-i fârika (ayırıcı işaret) namazdır. Binaenaleyh namazı terk eden kâfirlere benzemiştir” (Tirmizî, 2623) buyuran Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu gerçeği anlatmıyor mu?
Müslüman bir genç İslâmı kabul eden bir Almanla evlenmiş. Tabiî ki Alman kadın, İslâmı öğrenmiş, duaları ezberlemiş ve namaz kılmaya başlamış. Ne yazık ki kocasının namaz kılmadığını görmüş. Bir gün, “Sen ne biçim Müslümansın? Hiç namaz kıldığını görmüyorum. Ne câmiye gidiyorsun, ne kiliseye. Dinsiz misin nesin?” diyerek fena halde eleştirmiş.
Gerçekten de, İslâmı kabul eden nice insan, yıllardır Müslüman olan kişilerden daha fazla dinini yaşıyor, namazını kılıyor. Demek ki, İslam’ı yaşamak ve namaz kılmak hususunda sarsılmak, kendimize gelmek durumundayız. Çünkü namazsız bir mümin düşünülemez. Tâbiin dönemindeki büyük âlim ve evliyalardan Hasan Basri Hazretlerinin şu sözü ne kadar anlamlıdır:
“Siz sahabeleri görseydiniz deli sanırdınız. Onlar sizi görseydi kâfir derlerdi.” Gerçekten de sahabe efendilerimiz bugünkü namaz kılmayan Müslümanları görselerdi, acaba ne derlerdi?
Evet, Müslüman olan, bununla iftihar eden ve aksini bir an bile düşünemeyen nice insan var ki, dinin direği olan namazla ya hiç ilgisi yok ya da gereken özeni göstermiyor. İslâmla şereflenen, İslâmın dışında olmayı en korkunç belâdan daha beter gören bir Müslüman, namazsız bir ömür düşünmemeli.
Miraç Gecesi vesilesiyle namazı bir kere daha düşünmek durumundayız. Namaz kılmayanlar Üç Ayların feyiz ve bereketiyle hemen başlamalı, kılanlar ise yeni bir şuur ve gayretle hem namazda derinleşmeli, hem de başta kendi ailesi olmak üzere çevresine namazı anlatmalıdır.
Rabbimiz, namazlarımızı yüzeysellikten kurtarsın ve miraç derinliği ihsan etsin.
Önemli not: Değerli dostlar! Önümüzdeki Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Miraç Kandilidir. Geçen yıllarda yazdığımız için tekrara girmemek düşüncesiyle bu kandilin önemi ve ihyası konusunu yazmadım. Ancak hatırlamanız için TR724 Arşivindeki yazılarımızı tekrar okumanızı ve paylaşmanızı tavsiye ediyorum.