Yeni Zelanda’da 49 Müslümanın şehit olması ve pek çok masumun yaralanmasıyla sonuçlanan alçak saldırının ardından Avustralya ve Yeni Zelanda’da pek çok insan şok içinde kaldı.
Dünyada çok kültürlülüğün ve farklılıklara rağmen kardeşçe yaşamanın en güzel örneklerinden biri olan bu iki ülkede, bir Avustralyalının Yeni Zelanda’da böyle bir saldırı gerçekleştirmesi ülke çapında infial meydana getirdi.
Beş yıldır Avustralya’da yaşayan bir “müslüman göçmen” olarak diyebilirim ki Avustralya’da bulunduğum bu süre içinde en ufak bir bakışla bile olsun kimliğimden dolayı bir sıkıntı yaşamadığım gibi hayatın hiçbir alanında da herhangi bir saygısızlığa tanık olmadım.
Aksine işim gereği katıldığım toplantılarda ibadetime kimse karışmadığı gibi saygıyla bana namaz kılabileceğim yer gösteren de çok olmuştur. Öğrencilerimle yaptığımız okul gezi ve kamplarında normal menü yerine “helal” menü istediğimizde hiç kimse bunu yadırgamadığı gibi memnun kalmamız için de ellerinden gelen gayreti gösteren de az değildir.
Elbette her ülkede aşırılık yanlıları olduğu gibi bunların tasvip edilmeyen aksiyonları ve söylemleri de vardır. Avustralya’da ülke genelinin büyük çoğunluğu farklılıklara gayet saygılıyken azınlıkta kalan bir kısım ırkçılar da kimi zaman yaptıkları eylemler ve savundukları söylemlerle bazen gündeme gelmekte ama her seferinde hem hükümet hem de halk tarafından çok büyük tepkiyle karşılanmaktadırlar.
İnsanların din anlayışından, kendilerinin seçmediği ten renginden ve milliyetlerinden dolayı başkalarına karşı hissettiği önyargılar, korkular, nefret ve kin ne yazık ki dünya var olalı beri dökülen kanların ana sebeplerinden olmuştur.
Ne yazık ki hem müslümanlarda hem hristiyanlarda hem yahudi ve diğer bazı dinlerde “kendinden olmayan“ın şeytanlaştırılıp düşmanlaştırılması dünya üzerinde kardeşçe ve barış içinde yaşamanın önündeki en büyük engeldir.
Bugün dünya üzerinde yaygın hale getirilmeye çalışılan “İslamofobi“nin de ne acıdır ki en büyük sebebi yine cahil, anlayışı kıt, dinin özünden habersiz müslümanlardır.
Allah adına tavuk keser gibi insanların acımasızca kafalarını kesen, din adına insanları yakan, yüksek binalardan aşağılara atan, sırf müslüman olmadıkları gerekçesiyle kadın ve kızlara tecavüz edip köle gibi satan Işid, El-Kaide, Boko Haram gibi İslamla uzaktan yakından alakası olmayan “terör” örgütlerinin bu dine verdiği zararı dünya üzerinde başka hiçbir ülke ve grup vermemiştir.
Bugün kendi ülkelerinde gördükleri zulüm ve eziyetlerden, faşistçe uygulamalardan, her türlü ayrımcılık ve adaletsizlikten müslüman olmayan medeni ülkelere kaçan müslümanlar sığındıkları bu ülkelerde örneğin Londra gibi İngiltere’nin başkentinde belediye başkanı bile olabilirken aynı şeyi herhangi bir müslüman ülkesinde düşünebilmek neredeyse imkansızdır.
Avustralya başta olmak üzere pek çok Batı ülkesinde dini, kökeni ne olursa olsun insanlar siyaset yapabilmekte, düşüncelerini özgürce ifade edebilmekte, inançlarını yaşayabilmekteyken müslüman ülkelerde bu haklardan bahsetmek sadece hayaldir.
Ülkemizde gayrimüslimlere karşı gerçekleştirilen Malatya, Trabzon ve Hrant Dink cinayetleri, yılbaşında Reina’ya yapılan kanlı saldırı hala hafızalarda. O yüzden başkalarını suçlamadan önce herkesin kendisine bakması gerekiyor çünkü “Nefret hep nefreti doğuruyor.”
Katliamı yapan cani Brenton Tarrant’ın silahına yazdığı yazılardan biri “1683 Viyana“. Tesadüfe bakın ki katliamla neredeyse aynı saatlerde çakma ezan protestosu için basın açıklaması yapan Bilal Erdoğan’ın Tügva derneği “Ezan, bizim için yarım kalan hesabımız Viyana’nın fethine niyet tazelemektir.” diyebiliyor.
Dini kullanarak kısır ve dar düşüncelerini kirli siyaset menfaatleri için alet etmeye devam edenler olduğu müddetçe ne yazık ki bu nefret söylemleri pek çok başka nefreti doğurmaya devam edecek.
Bunun önüne geçmenin en güzel yolu ise İslamı eylemleri ve söylemleriyle kirleten bu kişilerden kurtarıp onun özündeki gerçek değerleri ve sevgiyi anlatıp bizzat yaşayarak insanlara örnek olmak.
Hizmet Hareketi yıllar boyu “diyalog” çalışmalarıyla bunu yapmaya ve anlatmaya çalıştı, çalışmaya devam ediyor. Her ne kadar Türkiye’deki bazı nadanlar bunu anlamasa da yaşanan hadiseler yapılan bu işin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Müslüman olarak bizlere düşen dinimizi tanımayan, yanlış tanıyan ve onun hakkında nefret besleyen insanlara hem hareketlerimiz hem de söylemlerimizle güzel bir örnek olmak, gerçek İslamın ve müslümanlığın nasıl olduğunu anlatıp tanıtmak ve her türlü nefrete karşı sevgiyle bağrımızı açmak olmalı. İşimiz zor, Allah yardımcımız olsun.fsemih.yilmaz@gmail.com