Bilindiği gibi geçen hafta Cuma namazında Yeni Zelanda’nin Christchurch şehrinde tam namaz saatinde iki camiye bir terörist tarafından silahlı saldırı yapılmış, içinde çocukların ve kadınların da bulunduğu 51 masum kişi öldürülmüştü.
Terör olayının ertesi günü Sidney ve Melbourne’den altı kişi, Auckland’da bize katılan üç kişi ve bir de saldırının yapıldığı Christchurch şehrinden bir kişi olmak üzere toplam 10 kişilik bir ekip kurduk. Yardım ekibimizde çok güzel Kur’an okuyan hocalarımız, dokuz dil bilen beş milletten oluşan akademisyen, öğretmen ve ilahiyatçılar vardı. Bu yazı dizisinde olay yerinden dört gün boyunca müşahedelerimizi, gördüklerimizi, duyduklarımızı üzerinde düşünerek arz edeceğim. Dört gün boyunca, bazen ağladık, bazen sevindik, bazen de bu kadar da canavarlık olmaz dedik. Ölenlerin yakınlarındaki tevekküle hayran kaldık. Olay mahallinde, Yeni Zelanda’lılar’dan gördüğümüz ve müşahede ettiğimiz bazı şeyleri ve fotografları siz okuyucularımıza sunacagız.
İlk karşılaşma
Havaalanına varır varmaz ekibimizdeki bayanlar terör olayında yaralanmış kimselerin eşleri ve cocukları ile karşılaşıp çabucak kaynaştılar. Ayrıca Auckland’dan yardıma gelen Yeni Zelanda’lı bir anne ve kızı ile tanıştılar. Genç kız müslümanlara destek olduğunu göstermek için bas örtüsü takmıştı. Ertesi gün onlar da bizim ekibimize takıldılar.Pazar sabahı 8:30’da insanların toplandığı ve camiye en yakın olan Hugley parkına gittik. Binlerce kişi çelenk bırakıp çok güzel notlar bırakmışlar. Müslümanları seviyoruz. Onlar biz, biz onlarız. Sevgi muhabbet. Yaklaşık iki saat kaldık. En az iki bin insan geldi. Okullar lise seviyesindeki talebeleri getiriyorlardı. Kaç tane Yeni Zelanda’lı bana sarıldı. Çok duygulandık. Beraber gözyaşı döktük. Medya’dan çok ilgi var. Yolda pek çok Yeni Zelanda’lı ekibimizdeki başörtülü bayanları görünce sarıldılar, ağlayanlar oldu. Bayanlarımız da onlarla beraber gözyaşı döktü. 32 yıldır Avusturalya ve ABD‘e yaşamaktayım. Hiç bu kadar başörtülüye saygı gösteren bir batılı ülke görmemiştim.
Havaalındaki ana yola hoş geldin levhası
Vatandaşlardan birisinin işi olacak. Havalanından çıkıp yaklaşık yüz elli metre ilerleyince bir ağaca büyük harflerle yazılmış yandaki levha gözüme ilişti. “Hello Brother, Welcome” manası merhaba kardeşim, hoş geldiniz. Malum katil caminin avlusuna adım atınca, cemaatten birisi “Hello Brother” deyince ilk onu öldürüyor. Bu levha adeta katile bir cevaptı.
Camide katili durdurmak için uğraşan bir genci; katil, babasının gözleri önünde ateş edip öldürüyor. Sonra cemaatten biri onun babasını korumak için ona sıkıca sarılıp sırtını katile doğru çeviriyor. Katil onun üzerine kurşun yağdırıyor. Kendisi vefat ediyor fakat öldürülen gencin babası kurtuluyor. Bir başka Afganlı, kendisini arabası ile camiye getiren kişinin üzerine yatıp korumaya çalışıyor. Kendisi beş kurşun yiyor. Bir kurşun boynunu sıyırıp geçmiş. Eğer yarım santim daha içten gitseydi, kurtulması belki de imkansızdı. O esnada “Hasbunallahu ve ni’mal vekil” çekiyor. Diğer kurşunlar ölümcül yerine isabet etmediği için Allah’ın inayeti kurtuluyor.İkinci camide yine Afganlı biri mermileri biten katile önce eftpos makınasını fırlatıyor, fakat bir şey olmuyor. Katil silahı bırakıp arabaya ikinci silahı almaya gidiyor. Afgan’lı kişi, mermisi biten silahı alıp katilin peşine gidiyor ve arabanın içinde olan katilin arabasının camlarını tüfeğin dipçiği ile kırınca katil korkup kaçıyor. Yoksa ölü sayısı belki de yüzü geçerdi. Çünkü ikinci cami küçük, tek kapısı var. Kaçma imkanı olmayabilir. Afgan’lı kişi, hayatını nasıl korkmadan riske attın diye sorduğumda, ‘’ bu kadar masum insan öldürülüyor, korumayı manevi bir sorumluluk olarak hissetttim. O an kendimden ve çocuklarımdan çok cemaati düşündüm ‘’ dedi
Kalbiniz varsa ve hele anne iseniz bunu okumayın
Suriye’den altı ay önce iltica etmiş kadıncağızın kocası ve iki çocuğu camiye gidiyor. Katilin, cemaati ilk taramasında kocası ölüyor. 15 yaşındaki yaralı büyük oğlan annesine telefon açıp onunla facebook ile konuşurken katil tarıyor. Anne deyip gencin elinden telefon düşüyor. 21 yaşındaki yaralı bir Türkiyeli genci telefonu alıp annesi ile konuşmak istiyor. 15 yaşındaki genç orada can veriyor. Türkiyeli genç oğlanın gözlerini kapatıyor ve kaçıyor. Bu feci olayı yaşayan genç, o acı verici tabloyu anlatırken, adeta yeniden yaşıyor gibi, gözyaşları arasında hıçkırıklara boğuluyor. Annesinin çığlıkları hala kulağımda diyor. O anneyi ve yaralı diğer oğlunu hastahanede ziyaret ettik. Kadın çok üzgün fakat üzülüdüğünden daha fazla mütevekkil diyebilirim. Suriye’de bu yangını çıkartanlar, yangına benzin döküp üç yüzbin’den fazla insanın ölümüne, dört milyon kişinin de vatansız kalmasına sebep olanlar aklıma geldi. Cehenemin yaratılmasının Cenabı Allah’ın adaletinin gereği olduğunu bütün hücrelerimde hissettim adeta. Üstâdın “ zalimler için yaşasın cehennem” ifadesinin bir kez daha ne kadar doğru olduğunu tekrar ilmel ve aynel yakin anladım.
Hayatım’da ilk defa bara girdim
Camiye iki üç kilometre mesafede kaldığımız otelin yakınında ana caddede bir barın pencerelerine yandaki levhada görüldüğü gibi büyük harflerle “ insanlari seviyoruz, islamı seviyoruz, Yeni Zelanda’yı seviyoruz,” yazısını okudum. Camide olup yara almadan kurtulan bir ögretim üyesi ile sabah 11 gibi kendilerine teşekkür etmeye gittik. Fakat kapalıydı. Saat 5:30’da aynı arkadaşla beraber bir hediye alıp bar sahibine tekrar gittik. Önce içeri girmeye biraz endişe ettim. Ya biri görürse benim bara girdiğimi diye düşündüm. İçeri girince barın yabancısı olduğumuz hemen anlaşılıyordu. Sahibi de önce biraz şaşırdı gibi. Kendimizi tanıtıp “ pencereye astığınız yazılar için özel teşekkür için geldik” dedik. Bu da küçük bir hediyemiz. Barın sahibi “ İngiltere’li olduğunu ve diyalog halinde olduğu müslüman arkadaşları olduğunu” söyledi. Hizmet hareketine diyaloğa önem vermesi sebebiyle atılan iftiralar hayalime geldi. Ve diyaloğun meyvesi olan bu bar sahibinin yaptıklarını bir düşündüm. İftira atanlara sadece içimden acımak geldi.
Teselli etmeye gittik, teselli bulduk
Üç yaşında çocuğu ölen fakat kendisi kurtulan Somali’li bir kardeşimizin evine gittik. Gayemiz biraz da teselli etmekti. Olayı anlatmaya başladı. İngilizcesi zayıf olduğu için nasıl kurtulduğunu göstererek anlattı. Katil kurşunları yağdırırken bu kişi arka kapıya doğru sürünüyor. Fakat o esnada vurulanlar onun üzerine yığılmaya başlıyor. Çocuk da onun yanında sürünüyor. Kendisi ölü numarası yapıyor fakat çocuk bunu o esnada düşünemiyor ve ayağa kalkıyor. Katilm minicik bir yavruya acımasızca kurşunlar yağdırıyor. Onu anlatırken çok duygulandık. Gözyaşlarımızı tutamadık. Bu defa o geldi bizi teselli etmeye çalıştı. Sonra diğer çocukları ve kardeşleri de gelip bizi teselli etmeye başladılar. Evden ayrılırken bir dostumun bana anlattığı hatıra aklıma geldi. Dostum Medine hayranı ve Hz. Peygamber aşığıdır. Bir gün psikologa gider. Psikolog derdin ne diye sorunca dostum “ bu ülkede yaşamaktan bıktım. Gidip Medine‘de yaşamak istiyorum. Peygamberimize komşu olmak istiyorum” deyince müslüman psikolog ağlamaya başlayınca, dostum “siz niçin ağlıyorsunuz” diye sorunca, “ dindar bir ailenin çocuğuyum fakat dinimi yaşamıyorum. Siz tedaviye geldiniz ama beni tedavi ettiniz ” deyip bundan sonra dinini yaşamaya çalışacağnı ifade eder. Evet teselli etmeye gittik, fakat ölümden dönmüş, çocuğunu kaybetmiş bu babanın tevekkülüne hayran kaldık. Evet teselli olmaya gittik fakat biz teselli olduk.
GELECEK YAZIDA: Cuma gecesi teheccüdden sonra yakaza halindeki rüya…