Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-TR724.COM
Geçen hafta Yeni Zelanda’da vuku bulan Müslümanlara yönelik katliam yürek yakıcıydı. Pek çoğu kendi ülkelerinde ölümden, zulümden, baskıdan, yokluktan kaçmış Müslümanlar bu defa dünyanın en huzurlu ve müreffeh ülkelerinden birisinde acı bir ölüme yakalandılar.
Yabancı düşmanlığı, yükselen ırkçılık bu defa bir camiyi hedef aldı. Irkçı zihniyet huzur ve güven ortamı olması gereken ibadethanede 50 insanın kanını döktü. Bazı batılı medya organları konuyu yine “dengesiz, psikolojik problemleri olan bir beyaz”ın işlediği fecaat şeklinde verse de, genelde batı dünyası olayı “terör” olarak gördü, ciddi şekilde kınadı.
Yeni Zelanda Başbakanı’nın olayı ele alma şekli, mağdurları kucaklaması, birleştirici tavırları, sempatik davranışları ırkçılıkla, terörle ve İslamafobia ile hep beraber mücadele edebileceğimize dair ümidimizi artırdı. Camide şehit olan ailelerin duruşu, verdiği mesajlar çok yapıcıydı. Hem kocasını hem de oğlunu kaybeden Müslüman hanımın vakarı, sukuneti, konuşması adeta terapi seansı gibiydi. Mağdur aileler “İslam ve terör”, “Müslüman ve şiddet” ifadelerinin biraraya getirilmesinin nasıl bir toptancılık ve insafsız genelleme olduğunu halleriyle, duruşlarıyla haykırdılar. Yeni Zelanda, halkıyla yöneticileriyle çok güzel bir sınav verdi. Sevginin kardeşliğin, birlikte yaşamanın artarak devam edeceğine dair dünyayı ümitlendirdiler.
DOSTLUK, DİYALOG ZAMANI!
Gündelik hayatını yaşayan Müminlere yönelik ırkçı saldırı Müslümanlara ilgi ve sempati oluşturdu. Pek çok batı ülkesinde camilerin etrafında koruma halkaları oluştu. İnsanlar beyaz, ırkçı tutum nedeniyle Müslümanlardan özür dilediler. Cuma çıkışında üzerine mesajlar yazılmış güller gördük. Polisler sıcak bir karşılamayla camiyi bekliyor ve burada güvenle yaşamanız için elimizden geleni yapacağız diyorlardı. Mağduriyetin doğurduğu olumlu atmosfer özellikle batıda yaşayan Müslümanlara hem güven veriyor hem de bazı sorumluluklar yüklüyor.
Batıda İslamofobianın yükselmesinin, ırkçılığın Müslümanları hedef almasının temel nedeni, medyanın da etkisiyle insanların işlerini kaybetmesini, terör olaylarını, güvensizliği Müslüman göçmenlerin varlığına bağlamasıdır. Batı Avrupa ülkelerinde göçmenlerin genel nüfusa oranı %10’ların üzerinde. İsveç, Almanya, Fransa, ingiltere, Hollanda gibi ülkelerde %15’ler civarında dolaşıyor. İslam ülkelerindeki savaşlar, istikrasızlıklar, yokluklar nedeniyle Batı Avrupaya gelen göçmenlerin %90’ı Müslümanlardan oluşuyor. Yerli insanlar her yerde göçmen görüyor; özellikle de müslüman göçmen görüyor. Bu durum medya ve sağ siyasetçilerce gündeme taşınıyor. Tablo IŞİD gibi örgütlerin vahşi eylemleriyle birleştirilince doğal olarak batılı insanları korkutuyor, endişelendiriyor.
Türkiye’de yaşayan göçmenlerin oranı %3.8 civarında. Türkiye’deki göçmenlerin neredeyse tamamı Müslüman. Din ve kültür açısından büyük farklılıklar yok. En büyük göçmen kesimini oluşturan Suriyeliler komşumuz. Arabıyla, Türkmeniyle, Kürdüyle akrabalarımız. Üstelik 100 yıl önce aynı devletin vatandaşlarıydık. Ama buna rağmen Türkiye’de bile Suriyelilerden giderek artan bir kaygı var. Bazı siyasetçiler Suriyelileri ülkelerine geri göndermeyi seçim taahhüdü yapmış durumda. Suriyelilerle Türkler arasında zaman zaman çatışmaya varan olaylar, kavgalar yaşanıyor. Oysa Suriyelilere verilen haklar, imkanlar insani şartların çok altında. Yıllardır sokaklarda yaşayan, çocukları okula gidemeyen, dilenerek hayatta kalan pek çok Suriyeli var. Buna rağmen Türk toplumu Suriyelilere ayrılan kaynaktan, verilen imkanlardan rahatsız oluyor. Akrabası, dindaşı Suriyelileri “yabancı” görüyor ve tahammül edemiyor.
Demokratik Batı ülkeleri eğitim hakkını, asgari insan geçim standartlarını, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçları insan hakları çerçevesinde ele alıyor ve ülkelerine giren her insana bu hakları veriyor. Pek çok demokratik batı ülkesi sığındığınızda sizi alıp otele yerleştiriyor, çocuğunuzun mamasından, bezine kadar her ihtiyacınızı karşılıyor. Yetişkinlere hayatlarını idame ettirmeye yetecek kadar ekonomik kaynak veriyor. 3-5 yıl çalışmadan size bakıyor, dil kursuna, meslek kursuna gönderiyor.
Batıda yaşayan Müslümanların bir kısmının batılılara hala “gavur” olarak adeta tepeden bakması, entegrasyon için bir çaba göstermemesi, gettolarda yaşamaya devam etmesi, yardımlarla geçinip iş-güç sahibi olmaması, devleti dolandırmayı, kamu imkanlarını istismarı kul hakkı görmemesi batıdaki ırkçılığı ve İslamofobiayı tetikleyen nedenler arasında sayılabilir.
Geçen hafta yaşanan elim hadise bir yönüyle batıda yaşayan Müslümanlara kapılar açtı, fırsatlar sundu. Batı insanlarının yapıcı, sıcak tavrı birlikte yaşama ve karşılıklı anlayışa dayalı bir düzen kurma noktasında hepimize tekrar ümit verdi. Ancak bu arada Müslümanlar olarak daha göstermemiz gerektiği ortaya çıktı. Irkçılığın, islamofobianın önünü almak için demokratik kesimlerle, insan haklarına önem veren geniş çoğunlukla birlikte hareket etmeye, onlara kendimizi daha iyi anlatmaya ve Müslümanlarla ilgili kaygılarının yersiz olduğuna ikna etmeye ihtiyacımız var.
İslamofobianın yükselişi ve Müslümanlara yönelik saldırılar Ortadoğudaki liderler tarafından batıya karşı koz elde etmek ve kendi zulümlerini örtbas etmek için, adaletsiz düzenlerini meşrulaştırmak için kullanılıyor. İŞİD tarzı eylemler, batıdaki Müslümanların duyarsızlığı, entegrasyon için yeterli çabanın olmaması, İslamcı ekstremizmin yükselişi ise batıdaki sağ siyasetçilerin işine yarıyor. Yani her iki tarafın uç tavırları uç yapıları, görüşleri besliyor. Terör olaylarından etkilenen insanların hayatları uç siyasi yaklaşımlara malzeme yapılıyor. Bu kısır döngüyü kırabilmek için batıda yaşayan Müslümanlar olarak daha fazla inisiyatif almaya ihtiyacımız var. Batıdaki demokrat insanlarla daha sıkı temas kurup, onlara Müslümanların şiddet/nefret yanlısı olmadığını, İslam’ın barış dini olduğunu göstermemiz lazım. Bu konuda batıda birlikte hareket edilebilecek oldukça güçlü, demokrat sivil toplum yapıları var. Korkularla İçe kapanmak, duyarsız kalmak, sığındığımız ülkedeki insanlara “gavurlar” olarak bakmak sadece ırkçılığı yükseltecek, aşırı sağı güçlendirecek ve bu coğrafyaları bizim için zamanla yaşanmaz kılacaktır. İslamofobianın ve Müslümanlara karşı yükselen trendin önüne geçmek Müslümanların elinde! Yeni Zelanda saldırısı sonrası oluşan sıcak, yapıcı atmosfer, doğru anlaşılmak, problemleri çözmek, diyaloglar geliştirmek için güzel bir ortam hazırladı. Ramazanı da vesile ederek, komşulardan başlayarak ülkelerimizde gerçek İslamı ve Müslümanlığı gösterebiliriz batılı dostlarımıza!