Popülist politikalar, radikalleşme ve artan ırkçılık barışı ve huzuru tüm dünyada tehdit ediyor.Son olarak Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde iki ayrı camiye cuma namazı esnasında silahlı saldırı düzenlendi.
Terör saldırısında ilk belirlemelere göre 49 kişinin yaşamını yitirdiği, 20 kişinin de ağır yaralı olduğu açıklandı.
Saldırganlardan birisinin geriye bir ‘ırkçı’ manifesto bıraktığı, Avrupa’da tüm Müslümanları hatta mültecilere kolaylık sağlayan Merkel’i bile ölümle tehdit ettiği görüldü.
Londra’nın Müslüman Belediye Başkanı Sadık Han da ‘manifesto’ adı verilen kin satırlarında ölümle tehdit ediliyor.
Manifesto klasik bir ırkçı kafa… Ayasofya’nın minarelerini sökmeği bile hayal ediyorlar…
***
Son dönem Türkiye ve dünyada, yeni bir dalga olarak siyasette ‘popülist liderler’ yükseliyor.
Söylemleri, ileri demokrasi, barış ve özgürlüklerden ziyade, aşırı milliyetçi, dışa kapalı büyüme ve nefreti körükleyici tarzda…
Bir de bunlara, İslamı istismar ederek terör üreten ‘dinci örgütler’ eklenince, karşılıklı olarak birbirlerini besliyorlar.
***
Garip olan, ‘ırkçı’ ve ‘İslamofobik’ yani ‘İslam karşıtı’ söylemlerin, ekonomik olarak gelişmiş liberal demokratik ülkelerde de ortaya çıkması.
Ülkeye gelen göçmenlerin ve mültecilerin ağırlıkla ekonomik veya siyasi özgürlükleri için geri kalmış otoriter rejimlerden kaçan ‘Müslümanlar’ olması, o ülkelerde radikal grupların ‘İslamofobia’yı kışkırtmasına bahane sağlıyor.
Kimisi, küresel nedenlere dayalı ülkesinin yaşadığı ekonomik sıkıntıları bu mültecilere fatura ediyor, kimisi de ırkçı bir yaklaşımla ‘kültürel ve inanç farkını’ istismar ederek kamuoyunu arkasına almaya çalışıyor.
Hassaten Batılı ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Müslüman göçmenlerin yüzde 5 ila 10 arasında bir orana ulaşması da, bulundukları ülkelere entegrasyonda gösterdikleri isteksizlik, Batılı değerlere yabancılıkları ve halka açılmada yetersiz kalmaları da önyargıları büyütüyor.
***
Sonuçta ABD’den Almanya’ya, Yeni Zelanda’dan Fransa’ya Batı’da ‘İslamofobia’ya besleyen siyasi gruplar, popülist liderler bir nevi yükselişte…
İslam ülkelerinde, nasıl geri kalmışlıklarını Batı’ya fatura edip, Batı karşıtlığı üzerine kurulu tepkisel gruplar ve radikal yapılanmalar mevcut ise, Batı’da tam tersi bir rüzgar estiriliyor.
Hassaten dini ideolojilerinin temeli gibi gösteren, sivilleri, masum kadın ve çocukları gelişigüzel şekilde hedef alarak rastgele kanlı saldırılar düzenleyen Ortadoğu kökenli terör örgütleri de bu nefretin üzerine benzin döküyor ve büyütüyorlar.
***
Terörün dini olmaz. Sivillere saldıran, hangi dinden olursa olsun, teröristtir.
Yeni Zelanda’dan hareketle saldırgan için ‘’Hıristiyan terörist’’ denilmediği gibi, El Halil Camii’nde katliam yapan saldırgana ‘’Musevi terörist’’ denilmediği gibi, ‘’İslamcı terörist’’ ifadesi de aynı ölçüde hatalı ve hatta önyargının bir yansımasıdır.
Terör örgütlerinden nefret eden, hatta onların elinden kurtulmak için Batı’ya göç etmek zorunda kalan masum Müslümanları da, hedef haline getirmekte ve nefreti körüklemektedir.
***
Bir terör saldırısı, asla siyaset meydanlarında istismar konusu edilemez.
Maalesef Türkiye’de, dış politik konular nasıl iç politikada hamaset malzemesi yapılıyorsa, terör saldırısının kurbanları da istismar malzemesi yapılmaya çalışılıyor. Masumların kanından medet ummak utanç verici, acıları katlayan bir istismar…
Hele hele Cuma Namazı’nda Yeni Zelanda’da gerçekleşen bir katliamı, seçimde bir kaç oy fazla devşirmek için uydurma ‘ezan provokasyonuna’ alet etmek, insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür.
***
Yeni Zelanda’da terör saldırısının kurbanı olan Müslümanlara Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır-ı cemil diliyorum…
Tüm dünyada oy devşirmek için nefreti körükleyen ‘popülist’ veya ‘ırkçı’ liderlere akıl ve basiret, terör eylemlerini ve masumların kanını dökmeyi hedefe ulaştıracak bir yol olarak gören insanlıktan çıkmış katillerin de tek bir masum kanı dökmeden bir an önce ıslah olmalarını diliyorum…