Hz. Adem’le (as) başlayan beşer hayatında, vahiy soluklu hayat sönmeye başlayınca, Allah (cc) ölmüş kalplerin yeniden ihyâsı adına peygamberler göndermiştir. Böylece bunaltan hâdiselerin şokuyla perişan durumda bulunan insanlığın, dünya ve âhiret saâdetini temin etsin ve cehennemî sıkıntılardan kurtulmalarına vesîle olsunlar.
Her peygamber, en ağır şartlar altında, her türlü tehlikeyi göze alarak, insanları ölüm ötesi hayâta hazırlayabilmek için, emr-i ilâhi istikâmetinde üzerlerine düşeni yapmışlardır. Böylece Hakk’ı tebliğle, liyâkatı olanlara dünyâ ve âhiret saâdeti ve mutluluğunu kazanmalarına destek verip yardımcı olmuşlardır.
Hâlis muhlis mü’minler; günümüzün bunaltan şartları ne kadar ağır olursa olsun, ”Tevhid ve Nübüvvet çizgisini korumakta, erkân-ı îmaniye ve amel-i sâlihle hayâtını devam ettirmekte ve Hakk’ı temsil yolunda büyük fedâkarlık göstermektedirler.
Peygamberlere ait bu mânâyı omuzlarında taşıyan ve onun sorumluluğunu vicdanlarında duyan îman-Kur’an hâdimi gönül erleri; eşlerini, çocuklarını, âile fertlerini, hattâ canlarını dahî kaybetseler, onlar hak bilip yoluna revan oldukları bu îman, Kur’an ve insanlık hizmetinde hiçbir zaman ye’se düşmezler ve ümit’lerini kaybetmezler.
Zirâ, ‘ümit bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir. Ümidi de inancı nisbetindedir’. Çünkü, mülkün hakîki sâhibi Allah’tır. Mü’min O’na güvenir, O’nun inâyet ve yardımından başka hiç bir şeye muhtaç olmadığının şuurundadır.
O Allah ki, her şeyi Hikmet’le yaratır. Abes ve lüzumsuz hiç bir icraatı olamaz. Îman ve iz’an sâhibi bir mü’min, sebeplere te’siri hakîki vermeden, hâlini, derdini, sıkıntılarını, Müsebbib-ül esbab olan Mevlâ’ya arzeder, beklentilerini O’ndan talep eder.
Böylesine samîmi, dâvâsına gönülden bağlı, ruh, akıl ve irâdesini vahy-i semâvî ile besleyen, aktif sabır göstererek, sebeplerde kusur yapmayarak, azim ve kararlılıkla üzerine düşen vazîfelerini bihakkın îfâ eden bir mü’minin; büyük ihtimalle çözüme ulaşmayan hiç bir problemi kalmayacaktır.
Kalbi ve ruhu nifakla yaralanmış günümüz insanının, böyle bir îmâna ve bakış açısına ihtiyacı vardır. Böyle bir dönemde, Hâkim-i Mutlak huzurunda hesap verme şuuruyla hareket etmemiz gerekirken; emre muhalefet etmekte, başkalarının muhâsebesiyle meşgul olmakta ve engellere takılarak asıl yapmamız gereken ‘Rabbimize karşı kullukta derinleşme’ mevzûnu ihmâl etmekteyiz.
Bugün her devirden daha çok muhtaç durumda bulunan ve liyâkatı olan insanlara, hakikatleri duyurabilmek, bakıldığı zaman Allah’ı hatırlatan gönül insanları yetiştirmek esas olmalıdır.
Mü’minler, ahlâk-ı Kur’aniyeyi, Sünnet’i Resûlüllah’ı (sav) ve Sahâbe-i Kiram Efendilerimiz’i (r.anhüm) örnek alarak hayâtlarına mâl edebilir, bu güzel değerleri hayata yansıtarak güzel örnek olabilseler; insanlardan liyâkatı olan büyük bir çoğunluğun, Allah’ın emâneti olan bu değerlere sâhip çıktıkları görülecektir.
Bugün en önemli hususlardan birisi, bu değerlere önem verip yaşayan canlı bir Kur’an olmanın yanında; inandığı, gönül verdiği dâvâsına vefâ ve sadâkatla sâhip çıkan, peygamber ruhu taşıyan, sahâbe hayâtı yaşayan, muhtaçlara bu hakikatleri tebliğ ederek, hiçbir beklenti içinde bulunmayan gönül erlerine ihtiyaç olduğudur.
Tevbe sûresi 38. âyette Cenâb-ı Hak, “ Ey îman edenler! Size ne oldu ki, ‘ Allah yolunda seferber olunuz!’ emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünyâ hayâtına mı râzı oldunuz? Ama iyi bilin ki, dünyâ hayâtının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir.”
41. âyette ise, “ Ey mü’minler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad ediniz! Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.”
119. âyette, “ Ey iman edenler! Allah’ın emirler’ine karşı gelmekten sakının ve dürüst insanlarla beraber olun.” buyurmaktadır.
Yunus sûresi 44. âyette Cenâb-ı Hak; “ Allah insanlara aslâ zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi kendilerine zulmederler.”
54. âyette, “Kendi nefsine zulmeden her kişi, dünyâdaki bütün şeylere mâlik olsaydı bile, cezâdan kurtulmak için hepsini fidye olarak verirdi. Onlar cezâları olan azâbı görünce, içten içe duydukları pişmanlığı açığa vururlar. Ne çâre ki, kendilerine aslâ haksızlık edilmeksizin, aralarında adâletle hüküm verilmiştir.”
62. âyette, “ İyi biliniz ki, Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.”
63. âyette, “ Allah’ın velîleri o kimselerdir ki, O’na îman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar.”
64. Âyette de, “ Dünyâ hayâtında da âhirette de müjde vardır onlara. Allah’ın hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun aslâ değişiklik olmaz. İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur.” buyurmaktadır.
Mü’minler; Kitap, Sünnet ve İcmâ gibi kaynaklardan, husûsiyle günümüzde hayatını îman ve Kur’an’a adamış gönül ve ruh mimarlarından ve onların eserlerinden tam istifâde ederek tavır ve davranışlara yansıtılabilirlerse, dünyâ ve âhiret mutluluğu elde edilmiş olur.
İsrâ sûresi 53. âyette Allah; “(Habîbim) Söyle o kullarıma; hep en güzel sözleri söylesinler, çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Gerçekten şeytan insanın açık düşmanıdır.”
84. âyette, “ De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isâbetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir.” buyurmaktadır.
Tâhâ sûresi 135. âyette de Cenâb-ı Hak, “ De ki: ‘Herkes beklemede!’ Sizde gözleyin bakalım! Doğru yolu tutanların, hidâyete erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!” buyurmaktadır.
Tarihte böylesine eşi menendi olmayan bir zulüm karşısında tek ümit kaynağımız, Rabbimizin inâyeti ve sonsuz rahmetidir.
Mü’min kendine düşeni yapmalı, bugün yapma imkânına sâhip ise ‘yarın yaparım’ dememelidir.. O zaman nice yarınlar geçer de hiç bir şey yapılmaz olmaz. Onun için unutmamalı, herkes için yarın âhiret olabilir. Çünkü kimin nerede, ne zaman öleceğini sadece bizi bize sormadan yaratan Allah bilir.