MEHMET ALİ ÖZCAN | TR724.COM
Dostun vefa bilmediği, düşmanın zulümden usanmadığı bir devirde yaşıyoruz ve bu, birkaç yüzyıldan beri devam ediyor. Ne eşkıyalar azaldı, ne de biz bir araya gelebildik. Geçen bu kadar zaman içinde, hâlâ ayakta isek, bu kesinlikle Allah’ın lütfundan başka bir şeyle izah edilemez.
Müslüman, haset ve düşmanlığa karşı insandır; ötekileştirme, hakaret, yıkma ve zulüm nedir bilmez. Onun her davranışında, mülayemet, sevgi, diyalog ve yapıcılık vardır.
Hayatını dinî esaslara göre tanzim eden bir mü’min, aynı safta bulunduğu dost bildiklerinin her türlü vefasızlık ve eziyetlerine, onlar gibi karşılık vermez. Allah’ın ve Rasulü’nün (sav) çizdiği çerçevenin dışına çıkmaz. Hele bir de derdi ve davası varsa dervişlere yaraşır olgunluk ve mahviyet içinde “Dövene elsiz, sövene dilsiz” kalmasını bilir. Onu anlamayanlar kendisini ağlatıp inletse de, bunlara takılıp kalmaz ve hedefine doğru sabırla yürümeye devam eder.
Mü’min, denge insanıdır ve her şeyde olduğu gibi hem sevgi de hem de düşmanlıkta dengeyi gözetmesi gerekir. Peygamber Efendimiz (sav), “Sevdiğini ölçülü sev, gün gelir düşman olabilir; buğz ettiğin kişiye de ölçülü buğz et, gün gelir o, dostun olabilir.” demek suretiyle bize denge insanı olmamızı tavsiye etmektedir.
Dostun ve düşmanın aşikâr olanı gibi gizlisi de vardır. Dostun gerçeği de gizlisi de kendisini anlatmayı dalkavukluk sayar. İnsan düşse de, koşsa da, dostu hep yanındadır. Her halükarda insanın yanında olmayan, vefa bilmeyenler dost değildir.
Mağdur olmuş dostunun elinden tutup kaldıracağı, onun acısını yüreğinde taşıyacağı yerde, ona hatalarını sayıp duran, eski günlerin hatırına olsun yardımcı olmayan ve mağduriyete sebep olanların ekmeğine yağ sürercesine konuşup durana dost denir mi bilemiyorum.
Hangi dine, ırka, fikre bağlı olursa olsun, insanlar arasındaki ilişkilerin olumlu ve devamlı olması, birbirlerine karşı gösterecekleri anlayışa bağlıdır. Davranış ve düşüncelerinde birbirlerine karşı saygı ve fedakârlıkta bulunmayanlar arasındaki dostluk geçicidir.
Dostluk, gönül işidir. Menfaat üzerine bina edilmiş, ikiyüzlülük, aldatma ve yalanla kurulan arkadaşlıklar uzun ömürlü olmaz. Çünkü hayat tekdüze değildir ve bugün imrenilecek durumda olanlar, yarın o konumlarını kaybedebilirler. İşte kimin dost olup olmadığı o zaman belli olur.
Gerçek dost, dostunu tanır ve onun yapabileceği hataları tahmin ederek önceden onu uyarır. Buna rağmen dostu hata yapsa bile ondan yüz çevirmez, sadakatsizlik yapmaz.
Düşmanına dost, dostuna düşman; ne girift bir durum… Bu durum iradî ise saflar yeniden belirlenmelidir, yok gayr-ı iradî ise orada bir ahmaklık var demektir. Böyle düşüncesiz insanların daha çok zarar vermesini engellemek için harekete geçmek gerekir. Ne var ki, enâniyetlerin zirve yaptığı bu dönemde, herkes kendi bildiğini okuyor. Böylelerini dost kategorisinden çıkarıp hak ettiği konuma koymak gerekir.
Gerçek bir dost bulup onunla hemdem olma ne kadar da güzeldir. Bu güzelliğin devamı, vefalı olup dostlukta sebat göstermeye bağlıdır. Dengeli bir mü’minin, kurulan dostluğa ihanet edip, dostunu yarı yolda bırakması mümkün değildir. Ne var ki, yaşadığımız dünyada şeytanlar o kadar güçlü ki bırakın dostları, ebeveyn ile çocukları, yıllardır aynı yastığa baş koymuş eşleri birbirinden ayırmaktadır.
Davasına ihanet edenin, dostuna ihanet edenden farkı yoktur. Bulunduğu mevzii koruma, yiğitliktir. Şartlara göre mevzi değiştirenler kabul etsin veya etmesin, anlasın veya anlamasın, kazanma kuşağında kaybetme sürecine girmişler demektir. İnsan olan insan, gerçeği bir kere kavradıktan sonra menfaat, makam, para, korku, zulüm gibi şeyler onu yolundan çevirmemelidir.
Vefa, gerçek dostta bulunur ve dostluk ancak bu şekilde devam eder. Dost bilinenlerin yılan gibi ısırmalarının ise hiçbir kitapta yeri yoktur. Onlar olsa olsa düşmanı sevindirmekten başka bir işe yaramazlar.
Özellikle 15 Temmuz’dan sonra dost, düşman herkes Hizmet Hareketine yönelik bir şeyler söylüyor, yazıyor. Düşmanın taş atmasını makul karşılasak da, dost bildiklerimizin attığı güllerden bile rencide oluyoruz maalesef. Düşünmeden yapılan ve kastını aşan beyanların kime ve neye hizmet ettiğini/edeceğini hesap etmek gerekir. Dünyaya bir mesaj iletme derdinde olanlar, rastgele söz edemezler, etmemelidirler.
İstişarelerin hakkı verilmiyor, kararlar sorgulanmıyordu… Toplanan yardımlar mağdurlara ulaşıyor mu? Abiler şöyle yaptı, böyle yaptı; istifa etsinler, hesap versinler… Dil ve kültür festivali neden yapılıyor? Neden ses getirici eylemler yapılmıyor? …
Yukarıda bahsini yaptığım dostluk ve vefa kavramlarından hareketle, bir mecra bulup yazan, konuşan ve benzer düşüncelere sahip olan arkadaşlara kısa cümlelerle birkaç hatırlatma yapmak istiyorum:
Bir kere Hizmet’te işler gönüllük esasına göre yürütülür. Kurumlarda çalışanların yaptıkları mesai hiçbir zaman aldıkları maaşın karşılığı olmamıştır. Bir de, üstüne verdikleri burslar var…
İnsan aynı yolda koşturduğu arkadaşlarının hassasiyetine inanmıyorsa ve onlara güvenmiyorsa, ne söylense, ne anlatılsa boştur…
Şöyle bir dönüp geriye bakın ve tanıdığınız insanlarla Hizmet’teki insanları karşılaştırın. Hangi kesimin “insanlık” ortalaması daha yüksek?
Hata yapmayan insan mı var şu dünyada? Siz hiç mi hata yapmadınız? Hatalarınız yüzünden, sizden veya Hizmet’ten ayrılan hiç mi kimse olmadı?
Tok olanların açların halini bilemeyeceği gibi, dil ve kültür festivallerinin Türkiye’deki insanları nasıl sevindirdiğini ancak onların yaşadıklarını yaşayanlar bilir.
Detayını bilmeden, kulaktan dolma bilgilerle ithamda bulunmak gıybettir ve kul hakkına girmektir. Bu durumda, ilgili herkesten helallik alınmalıdır. Ayrıca bir yerde yaşanan sıkıntı neden genele mâl ediliyor anlamak mümkün değil…
Neden her şey sizin bilginiz, algınız ve ufkunuzla sınırlı olmak zorunda? Sizin bilemeyeceğiniz ve anlayamayacağınız şeyler olamaz mı?
Hani nerede usul ve üslup? Hani “her doğru, her yerde söylenmez” prensibimiz? Sosyal medyada böyle paylaşımlar yapıldığında kimler seviniyor, kimlerin morali bozuluyor diye muhasebe yapıyor musunuz hiç?