İsmi Abdurrahman b. Ahmd veya Abdurrahman b. Atiyye el Ansi’dir…İsmi Abdurrahman b. Ahmd veya Abdurrahman b. Atiyye el Ansi’dir. Hicri 140 yılında Şam’ın güneyinde bulunan Daran köyünde doğmuş ve Şam’da ikamet etmiştir..
Büyük muhaddis ve alim Süfyanı Sevri’den hem ilim öğrenmiş hem de hadis rivyet etmiştir. Ebu’l-Eşheb el Utaridi’den, Abdurrahman b. Zeyd el-Basri’den ve Alkame b. Süveyd gibi zatlardan da rivayetlerde bulunmuştur. Tanıtmaya çalıştığımız bu zatların hocalarını ve talebelerini söylememiz sıradan bir malumat değildir. Ehli Sünnet alimler ve tasavvuf ehli bu insanlar, Kuran ve Sünneti, kılı kırk yararak üzerinde durup günümüze kadar bize intikal ettirmeye sebep olmuş alimlerdir; tanınmaları da o kadar önemlidir.
Bu gibi zatlar adeta yaşayan İslam’dırlar. Her hareketleriyle gelecek nesillere işte: İslam böyle yaşanır, demek ve göstermek istemişlerdir. Biz bunları tanımayacağız da kimi tanıyacağız ve kimin hareket ve amellerini kendimize örnek edineceğiz? 3. Hicri asrın en büyük ehli sünnet ve tasavvuf büyüklerinden olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Hafız Zehebi, onun için asrının en büyük Zahid’i ve en büyük İmamı’dır diyor.
Bir çok büyük insanda görüldüğü gibi
Ebu Süleyman Darani hazretleri çocukluğunda ve gençliğinde rastgele bir hayat yaşıyordu. Diğer bazı velilerde olduğu gibi normal günlük hayatına devam ediyordu. Allah adamı salih kimselerin hallerinden haberi yoktu. Bir gün namaz kılmak için camiye gitti. Camide vaaz ve nasihat eden bir zatın konuşmaları ona çok tesir etti. Dışarı çıkınca bu tesir kayboldu. Ertesi gün tekrar gelip o zatın sohbetini dinledi ve yine önceki tesir hasıl oldu. Fakat dışarı çıkınca tesiri biraz devam ettiyse de yine kayboldu. Üçüncü defa yine gelip o zatın sohbetini dinledi. Bu defa öyle bir hal oldu ki, bu tesir eve kadar devam etti. Eve gelince günahlarına tevbe etti, evindeki musiki aletlerini kırdı. Kendini Allah’a kavuşturacak hakiki yola yöneldi. Alim ve salih kimselerin ilim meclislerine, sohbetlerine devam etti. Onun bu halini işiten Yahya b. Muaz hazretleri; Bir serçe, bir turnayı avlamış. buyurarak onun kavuştuğu manevi yolun büyüklüğüne işaret etmişti.
Şam’da bulunan alimlerin ve veli zatların meclislerine devam eden Ebu Süleyman Darani hazretleri ilimde ilerlediği gibi, tasavvuf yolunda da büyük mesafe kat etti, yüksek derecelere kavuştu. İbrahim b. Ethem hazretleriyle görüşüp sohbetinde bulundu. Şakik-i Belhi, Maruf-i Kerhi, Ahmed b. Asım el-Antaki, Sırri-i Sekati ve Haris el-Muhasibi gibi büyük velilerle sohbette bulundu. Daha önce rağbet ettiği ve sevdiği dünyadan yüz çevirip zahidane bir hayat sürmeye başladı. Ondaki bu yüksek dereceleri ve manevi halleri gören insanlar onun etrafında toplanıp istifade etmeye çalıştılar. O insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatarak onların dünya ve ahirette mutlu olmaları için gayret etti. Sohbetinde birçok veliler yetişti. Kardeşi Davud b. Ahmed Darani ve Ahmed b. Ebü’l-Havari bunlardandır.
Talebeleri Ahmed b. Ebi’l-Havari, Haşim b. Halid, Humeyd b. Haşim el-Ansi, Abdurrahman b. Salih ed-Darani gibi büyük alimler de talebeleri arasında yerlerini almışlardır.
Hikmet dolu sözleri meşhurdur. Onlardan bir tanesi: Kalbime eski tarih ve kavimlerden çok şeyler geliyor onları size anlatıyım diye istiyorum ancak Kitap ve Sünnet gibi iki adil şahidin kriterlerine uyuyorsa ancak anlatırım. Bu sözünden biz şunu anlamalıyız ki, bu insanlar asla uluorta konuşmaz ve her şeye cevap vermezler, hele asla ve asla bilgiçlik taslamazlar. Çok dengeli, kitap ve sünnete çok bağlı yaşar ve öyle konuşurlardı. Kendisi diyor ki, Sufilerden bir söz ve bir hikmet işitirim, bu çok hoşuma gider, fakat nefsim beni aldatır, diye ayet ve hadisten iki adil şahit bulmadıkça bu sözü kabul etmem.
Amellerin en faziletlisi nefsin istekleri dışında hareket etmektir buyurur ve Gündüz iyi amel eden geceleyin, gece iyi amel eden gündüzün yaptığının mükafatını görür. Nefsani bir arzuyu samimi olarak terk edenin gönlünden Allah bu arzudan dolayı kulunu cezalandırmayacak kadar kerem sahibidir, Yine Kuşeyri’nin naklettiğine göre Ebu Süleyman Darani hazretleri der ki, Bir kalbe dünya gelir yerleşirse ahiret oradan göç eder yani çıkar. Yine O, Her şeyin bir alameti vardır, ilahi inayetten feyiz almanın alameti kalbin Allah’tan gayriden ilgiyi kesmesidir. Allah’ı unutturacak olması itibariyle İlahi nurun pası olan aile, mal veya çocuk gibi şeylerin hepsi senin için uğursuzluk ve talihsizliktir.
Zaten Kur’anda da Rabbimiz: Biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur.Büyük mükafat ise, ahrette Allah nezdindedir, buyurmuyor mu? Enfal, 28.
Ebu Süleyman ed-Darani, çok dua eder, çok ağlar ve geceleri çok ibadet ederdi. Kendisi ile alakalı bir halini şöyle naklediyor.
Soğuk bir gece mihrapta bulunuyordum, soğuk beni muzdarip kılmıştı, bir elimi ısıtmak için koynuma soktum, diğer elimi dua için havaya kaldırmıştım. Gözüme az uyku bastırmıştı. Gaipten bir ses: Ey Ebu Süleyman! şu uzanan ele nasibini koyduk, öbürü de uzanmış olsaydı, o da kısmetini alırdı, dedi. Bunun üzerine hava ister soğuk olsun, ister sıcak olsun iki elimi kaldırmadan dua etmeyeceğim, diye nefsime karşı and içtim. Talebelerinden Ahmed b. Ebi´l-Havari diyor ki: Bir defa Ebu Süleyman´ın yanına gittim, onu ağlar vaziyette buldum. Neden ağlıyorsun? deyince, şöyle dedi: Ey Ahmed, niçin ağlamayayım, karanlık ortalığı kaplıyor, muhabbet ehli dizleri üzere çöküyor, yanaklarına ve secde yerine göz yaşları akıyor. Bunlar böyle yaptıklarında Cenab-ı Hak, tecelli ederek şöyle nida eder:
– Ey Cebrail, kullarımı, murakabe etme sıfatıma yemin ederim ki, kim kelamım olan Kuran´dan zevk alır, rahat ve huzurunu beni zikretmede bulursa, ben onların halvette yaptıkları bu hallere vakıf olurum, iniltilerini işitirim, ağlamalarını görürüm. Ey Cebrail, bu haldeki kullarıma, bu ağlama nedir sevenin sevdiklerine eza ve cefa verdiğini hiç gördünüz mü, diye neden nida etmiyorsun. Gece karanlığı bastırdığı zaman inleyerek bana sığınan bir zümreyi azaba ve hesaba çekmem nasıl yakışık alır Zatıma yemin ederek diyorum ki, kıyamet günü bana geldikleri gün, Kerim olan yüzümden perdeyi kaldıracağım. Böylece onlar beni, ben de onları temaşa edeceğim.
Ebu Süleyman Darani hazretlerinin lütuf ve ihsanı çok fazla idi. Nazik ve zarif olması bakımından çok sevilmiş ve bu sebeple ona; gönüllerin güzel kokulu çiçeği manasında Reyhanü’l-kulub, adı verilmiştir. Nefsine muhalefet etmekte ve açlık çekmekte çok ileri olduğu için açların reisi manasında Bündarü’l-Caiin (açların reisi ve asili) denildi.
Dünyanın anahtarı tokluk, ahiretin anahtarı açlıktır. Akşam bir lokma eksik yemek, gece sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok hoşuma gider. İbadetten en çok zevk aldığım anımı, karnımın sırtıma yapışacak derecede aç olduğum zamandır.”
Açlık, Allah’ın sevdiklerine verdiği gizli bir hazinedir. İnsanın karnı doyunca bütün azalarını şehvet açlığı kaplar. Karnı aç olanın ise azaları şehvetlere karşı bir arzu duymaz.
Günümüz Müslümanlarına çok hayati bir meselenin daha önemini anlatır İmam, Reca (ümit) ve havf (korku) dengesinin ümid lehine bozulmasını manevi halin fesadı olarak yorumlardı. O’nun telakkisine göre korku kalbe yerleşince şehvetleri yakar, kalpten şehveti kovardı.
Hicri 205/M. 820 senesinde Şam’da vefat etti. Kabri, Daran köyündedir.
Şam’da bulunan alimlerin ve veli zatların meclislerine devam eden Ebu Süleyman Darani hazretleri ilimde ilerlediği gibi, tasavvuf yolunda da büyük mesafe kat etti, yüksek derecelere kavuştu. İbrahim b. Edhem hazretleriyle görüşüp sohbetinde bulundu. Şakik-i Belhi, Maruf-i Kerhi, Ahmed b. Asım el-Antaki, Sırrı-yi Sekati ve Haris el-Muhasibi gibi büyük velilerle sohbette bulundu. Daha önce rağbet ettiği, sevdiği dünyadan yüz çevirip zahidane bir hayat sürmeye başladı. Ondaki bu yüksek dereceleri ve manevi halleri gören insanlar onun etrafında toplanıp istifade etmeye çalıştılar. O insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünya ve ahirette mutlu olmaları için gayret etti. Sohbetinde birçok veliler yetişti. Kardeşi Davud b. Ahmed Darani ve Ahmed b. Ebü’l-Havari bunlardandır.
Ebu Süleyman Darani hazretleri, dünyadan ve onun nimetleinen yüz çevirmiş, zahidece bir hayat yaşadı. İlk defa yünlü elbise giyen sofîlerden oldu.
Zühd nedir diye soranlara: Zühd, Allah Taala ile meşgul olmana mani olan her şeyi terk etmektir. Dünyanın hiç olduğunu bilmeyen, zühd sahibi olamaz.
Dünyaya rağbet etmemek gerektiği hususunda da; Dünya, kendisini isteyenden kaçar, kendinden kaçanı kovalar. Kendinden kaçanı yakalayabilirse, yaralar. Kendini isteyip bağlananı ise öldürür. Çünkü dünya ile güreş etmeye gelmez. İnsanı yener, sırtını yere getirir. Dünyaya bağlanmak, Allah’ın rızasını kazanmaya mani olan bir perdedir. Ahreti düşünmek ise, gönlün canlanmasına sebep olur. İbret almakla ilim, tefekkür ile de Allah korkusu artar. Dünya sevgisinin yerleştiği bir kalpte, ahiret düşüncesi göç edip gider, buyurdu. Ahireti düşünmek aklın alameti ve kalbin hayatıdır. Kadın olsun, çocuk olsun, mal olsun, seni Allah Taalayı anmaktan alı koyan her şey hayırsızdır. Allah’ı tanıdıktan sonra, O’ndan başkasına meyletmeyin, buyurmuştu.
Ebu Süleyman Darani hazretleri bir gün insanlara nasahat ediyordu. İleri gelen talebelerinden Ahmed b. Ebü’l-Havari, hocasının nasihat ettiği meclise gelip; Efendim,fırın ısındı. Bugün ne pişirmemizi emredersiniz? diye sordu. Ebu Süleyman cevap vermedi. Talebesi aynı soruyu birkaç defa tekrar edince, talebesine: Gidip içine oturunuz! buyurdu. Talebe; Hocamın her sözü hikmetlidir. O, mademki böyle buyurdu, onun dediği doğrudur, diyerek, gelip fırının içine girdi. Ebu Süleyman Darani sohbet bittikten sonra etrafındakilere: Derhal gidip, Ahmed’i fırından çıkarın! buyurunca, yanındakiler hayretle: O, hakikaten dediğinizi yapmış, fırına girmiş midir? dediler. Ebu Süleyman Darani: Elbette. O söz dinler, nefsine uymaz; bana muhalefet etmez, buyurdu. Oradakiler merakla fırına gelip, kapağı açtılar. Ahmed, hakikaten kızgın fırında oturmakta, bir kılı dahi yanmamış halde beklemekteydi.